Yaşam Büfesinde “Yedi Onluk 2”

“…Bir grup öğrenciden Dünyanın Yedi Harikası’nın neler olduğunu düşündüklerine ilişkin bir liste yapmaları istenir. Aralarında anlaşmazlıklar çıkmasına karşın aşağıdakiler en fazla oyu alanlardır: 1.Mısır’ın Büyük Piramitleri; 2.Taç Mahal; 3.Büyük Kanyon; 4.Panama Kanalı; 5.Empire State Binası; 6.St.Peter Bazilikası; 7.Çin Seddi... Öğretmen oyları toplarken, sessizce duran bir kız öğrencinin henüz kağıdını vermemiş olduğunu farkeder. Sonra öğrencisine kendi hazırladığı liste ile ilgili bir problem olup olmadığı sorar. Kız öğrenci ise “Evet, biraz. O kadar çok şey var ki bir türlü karar veremiyorum” der. Öğretmen de öğrencisine: “Peki, söyle bakalım senin listende neler var, belki biz sana yardımcı olabiliriz” der. Kız öğrenci önce duraksar ve sonra okumaya başlar: 1.Görmek; 2.Duymak; 3.Dokunmak; 4.Tatmak; 5.Hissetmek; 6.Gülmek; 7.Sevmek... Odada sinek uçsa sesi duyulacak şekilde bir sessizlik olur. Basit, sıradan ve normal olarak düşündüğümüz ve gözden kaçırdığımız şeyler gerçekte ne kadar da mükemmeldirler. Şunu hep anımsayın: Hayattaki en değerli şeyler satın alınamayanlardır…”

Merhaba

Yazımın girişindeki öykü Tülay Zorlu imzasıyla Ferhan Köroğlu’nun “Tavuk Suyuna Çorba-Türkiye’den Seçme Öyküler” kitabından (2006) alıntıdır. Neden bunu seçtiğimi hemen aşağıdaki açıklamamdan anlayacaksınız. Bugün “Kişisel Kalkan“ımla sizinle “Johari Penceresi“nde ikinci buluşmamız için “Yedi Onluk 2” başlığı altında beşinci (1986-1995); altıncı (1996-2005) ve yedinci (2006-2015) dönemlerimi özetleyecektim. Sonra anımsadım ki bugün çocuklarım Kerem ve Zeynep’in evlenme yıldönümleri. Tam on yıl önce bugün evlendiler ve biz “Copculaşmak” kavramının üçüncü örneği ile onbirinci Copcu’muza kavuştuk. Bu nedenle beşinci dönemi sonraya bırakıp altıncı dönemden bazı örneklerle beni sembolize ettiğine inandığım “çıpa”yı güçlendirecek bir onluk (decade) dönemden esintiler, mesajlar, anılar ve öyküler sunmak istiyorum.

Çatıya çıktım ve 1996 dan 2005 e kadar olan on yıllık ajandamı önüme sıraladım. Anılarım beni yanıltması diye yeri geldiğinde sayfalarını karıştırıp gerçekleri ve etkilerini doğru yansıtmaya çalıştım.

Örneğin bu dönemin son yılı olan 2005 den ve 12.06.2005 e öncül ve ardıl olan gelişmelere ait COPCUların iç iletişimine hem de yazılı olanına bakacak olursam:

Dört Mayıs 2005 de nişandan hemen (nişandan dört gün) sonra Zeynep’in 03.05.2005 de bana yazdığı iletiye yanıt olarak şunları yazmışım:

“Sevgili Zeynep, Herşey çok güzeldi. Seni ve aileni kutlarım. Daha iyi olacağına da inancım tam. Özellikle 12 Haziranda ve sonrasında siz (Zeynep ve Kerem) bize güzellikler yaşatacaksınız. “Ulu Rabbime şükürler olsun ki…”Nişan gecesinden biz Copcular olarak çok mutlu olduk. Herkesten çok olumlu yanıtlar aldık. Herkes sergilediğimiz güzellikleri gördü, hissetti ve iletti. Sıcaktık. Neşeliydik. Özellikle Kerem ve sendeki doğallık, yayılan güzellik herkesce çok iyi algılandı. Allah nazardan korusun. Böyle güzel olacağını daha baştan seninle masa dağıtımı yaparken oluşan sıcaklıktan hissetmiştim. Siz bu güzelliklerle daha nicelerine ulaşırsınız. Ben ki yeni dostlara ısınmada zorluk yaşarım; ama Varol’gillerle ve özellikle babanla yakınlaşmada “sanki kırk yıllık dost gibiydik”. Konuşurken, bakışırken ve dokunurken. Tıpkı video çekimindeki, İzmir Atatürk Lisesi marşı sonunda içtenlikle söylediğim gibi: “Allah razı olsun”. Hepinizi ve özellikle ikinizi kutluyor ve sevgiyle öpüyorum. Babanız”

Peki bana bunları yazdıran Zeynep’in birgün önceki iletisinde neler yazılıydı ?

“Merhaba Babacığım, 30 Nisan akşamı (nişan) çok güzeldi. İlişkiler umduğumdan çok daha sıcaktı ve herkes umduğumdan çok daha neşeliydi. Nişan akşamı heyecanımdan ve tüm misafirlere eşit şekilde ilgi gösterme isteğimden, ertesi gün de yeterli zamanı bulamamamdan dolayı 30 Nisan akşamıyla ilgili fikirlerinizi size soramadım. Sizce “Kerem ve Zeynep’in nişan töreni nasıldı ?” Elimden gelenin en iyisini yapmaya çalışsam da eksiklikler olmuştur; umarım bunlar sizi üzmemiştir. Tarık bey ve geceye katılan pekçok kişiden böyle güzel mesajlar almak, Kerem ve beni çok mutlu ediyor.Aile içi, sevgi ve saygımız böyle güzel bir seviyede olduğu için, inanıyorum ki bundan sonra yaşayacağımız her özel günümüz 30.04.2005 akşamından çok daha güzel olacak. Ve dostlarımızdan gelen bu güzel mesajları pek çok kez daha okuyacağız, pekçok kez daha duyacağız. Bir mayıs günü Urla’ya yaptığınız ziyaret de ayrı bir güzellikti. Ailem adına çok teşekkür ediyorum. Tüm sevgimle öpüyorum. Kızınız Zeynep”

Ve düşünebiliyor musunuz; tüm bunlar çok kısa bir yakın geçmiş içinde oluşuverdi. Nişandan bir ay geçtikten sonra nikah oldu ve biz “Onbir Copcu” olduk. Sanırım Şevket Süreya’nın dizesiydi: “Sevgi bakım ister” diyordu. Buna inanarak 3 Ağustos 2005 de Zeynep ve Kerem’e bir elektronik posta yazmışım:

“Sevgili Çocuklarım, Mutlu günden iki ay sonra neler görebiliyorum ? * Herşey yolunda gibi; aman nazar değmesin > * Evinizde yediğim yemeklerin lezzeti bir başka güzel; mutlaka sevgilerle piştiği için; kutlarım > * Sports International’a devamınız düzenli olduğu sürece kilo korkularım biraz olsun azalacak diye seviniyorum; aman sürdürün > * Deniz Kent’in güzellikleri kimi zaman “aman içki ve yemek artmasın” korkusunu içime koymuyor değil; aman dikkat…Sağlık ve mutluluklar içinde kalın. Babanız”

Mesajıma bir saat geçmeden Zeynep’ten yanıt gelmiş (marifet iltifata tabidir > geribildirim şampiyonların sabah kahvaltısıdır):

“Sevgili Babacım, Herşey gerçekten yolunda. Allah’a çok şükür. Evliliğimiz iki ay bile olmadı ama bana çok uzun zaman geçmiş ve çok uzun zamandır Kerem’le aynı evi paylaşıyormuşuz gibi geliyor. Bunun sebebinin, sizin de söylediğiniz gibi mutluluğumuz ve sevgimiz olduğuna inanıyorum. Sizinle yemek yediğimiz akşamlar biz çok mutlu oluyoruz. Yemeklerimi beğenmiş olmanızın mutluluğu da ayrı bir güzel. Kerem ve sizin memnuniyetinizden sonra bana öğrettikleri için anneme teşekkür ettim. Demek ki kız çocukları için yemek yapmayı bilmenin değeri, evlendikten sonra ortaya çıkıyormuş, onu anladım. Beraberliklerimizin ve mutluluklarımızın günden güne daha çok artması dileiği ile. Kızınız Zeynep”

Daha ne ister insan ? Binlerce şükür. Böylece altıncı onluğumun son yılında bir yanda kariyer yolculuğumda yepyeni bir köşe taşı (CDM/Yetkinlik Geliştirme Müdürlüğü), diğer yanda bunu zenginleştiren içte MAS (Mükemmeli Arayış Sempozyumu ve “Kelebek Etkisi”) ile dışta Paris Ustalık Yolculuğu-F2 (Çerçeve Çalışmaları “Küçük Beceriler”) ve tüm bunların sonucunda Rio’daki sunumumda yer alan “Inovasyon” kavramı ile video karelerime yansıyan Taner ve Tevfik’in söyledikleri türkü: “Zeynep’i bu akşam etmişler gelin”...

Yazıma o günlerden derleme kısa bir film eklemeye çalışacağım. O filmde nikah masasından kalktıktan hemen sonra sevinç gözyaşlarıyla tüm konuklara dönüp içtenlikle konuşan gelinin özgüvenine ve sözlerine dikkat lütfen. Yazdıklarımı şimdilik bitirirken bugün biraz önce yazdığım kutlama mesajımı ve yarım saat sonra aldığım yanıtı da paylaşmak istiyorum:

“From: Kerem Copcu [mailto:kerem.copcu@netdirekt.com.tr] Sent: Friday, June 12, 2015 3:15 PMTo: Mustafa COPCU; Zeynep CopcuSubject: Re: 10 Yıl

 Çok teşekkür ederiz babacım . Allah sizi başımızdan eksik etmesin .

 Sevgilerimizle öpüyoruz. Çocuklarınız

 From: Mustafa COPCUDate: Friday 12 June 2015 14:38To: Kerem Copcu, AşkımSubject: 10 Yıl

 Merhaba Zeynep, Merhaba Kerem,Merhaba Çocuklarımız

 On yıl önce bugün “sahnedeki sevinç gözyaşları”yla sevginin ve içtenliğin ifadesi olan cesur sözlerle onbirinci Copcu’ya kavuşmuştuk. Çok şanslıymışız ki on yılda sayımızı onüçe çıkaran, torunlarımızın ABİDE olmasını sağlayan sizler bize tahminlerimizin çok ötesinde güzellikler yaşattınız. Allah daha nicelerini İrem ve Duru’dan sizlere de yaşatsın ve inşallah nasip olursa biz de bunlara tanık olalım.

Selam ve sevgilerimizle kutluyor; sağlık, esenlik ve başarı dileklerimizle öpüyoruz.

Anneniz ve Babanız

Altıncı onluk sadece 2005 değil; bunun başlangıcında 1996 ve global birleşmeyle başımıza düşen göktaşı etkisi var. Bu dönemin ortasında 2000 yılında ikinci göktaşı ve DOD1 var. Yeni roller, yeni görevler ve eleme eyleminde elek altına düşmemek var. Bu nedenle yaşamın gelgitlerinde bir oraya bir buraya savrulmamak için sabır ve sebatla esas olarak değişmek ya da yeri geldiğinde değişime direnmek için “çıpa” yine beni simgeliyordu. Yazımı burada kesip ekleyeceğim film için arşivime dönmeliyim.

Yedi onluğumun herbirine ortak kılmaya çalıştığım “sabır ve sebat” için “gelgitlere dayanma gücü” için ve “çıpa” sembolü için kendime döndüğümde Özdemir Asaf’ın şu dizilerini de buraya aktarmak istedim:

“Dün sabaha karşı kendimle konuştum / Ben hep kendime çıkan bir yokuştum / Yokuşun başında bir düşman vardı / Onu vurmaya gittim, kendimle vuruştum”

Allah hepinize aydınlık yollarda sevgilerle, şükürlerle güçlendirilmiş nice ustalık yolculuklarında iç savaşlarını bitirmiş gönül huzuruyla yetmişten sonraları da nasip etsin.

Öykücü