Yaşam Büfesinde “Mahşerin Atlıları”

“…(Rahmetli) Evren rüzgarlarının estiği, rahmetli Özal’ın yükselişindeki seksenli yılların ortalarında Ankara’da bir resepsiyon. Yabancı askeri erkan ve diplomatlarla ünlü bir hanım gazetecimiz arasında geçen bir diyalog. Yabancı diplomat soruyor: “Sizin biri romantik, diğer klasik iki siyasi lideriniz vardı; ne oldu onlara ?“. Rahmetli Ecevit ile Demirel’i kastediyor. Hanım gazeticimiz hem esprili hem de anasının gözü: “Romatik’in romanı gitti; tik’i kaldı. Klasik’in de klas’ı gitti...” Yakınlarında Özal’ın olduğunu görünce ve Özal’ın bu tür esprileri sevmediğini de bildiği için sözlerine hızla bir manevra katarak şöyle sürdürüyor: “Klasik’in de klas’ı gitti, kalanına biz BABA diyoruz”…”

Merhaba

Bay Evren’in rüzgarları azıcık hafifleyince klasik ve romantik liderleri salıverdiler. Ben de o sıralarda CINOS’lu oldum. Koçarlı’nın bir köyündeyim. Aylardan Nisan, vakit akşam üzeri. Kahvede oturmuşum. Üzerimde  kırmızı tulum “Köye maymun gelmiş” gibi bakıyor pamuk tarlalarından yeni dönmüş yorgun çiftçiler. Etrafımda on kadar çiftçi ve ben pazara yeni sunduğumuz bir yabancı ot ilacının push(t)larına pull’luk yapıyorum. Pazarlamada bunların anlamı sırasıyla “bayi raflarını doldurmak için itme stratejisi (>Haydi bastır)” ve “bayi raflarından tarlaya akışı sağlamak için de çekme stratejisi  (> Sen aslansın)”. Yöneldiğimiz pazar (pamuk) ve altpazarda (yabancı ot) standart olan ilaca oranla hem iki kat fazla doz gerektiren hem de fiyatı iki kat pahalı olan (dört kat yüksek maliyet demek) ve de üstelik kullanımı daha bir fazla uzmanlık gerektiren bu ot ilacını çiftçi neden kullansın ki ? Bu sorunun yanıtlarını SSTC prensipleri ve son kullanıcı için özellik > avantaj > fayda > kişiye özelleştirilmiş fayda sırasıyla çiftçi dilinde anlatmaya ve satın alma dürtülerini etkinleştirmeye çalışıyorum. O sırada bir araç konvoyu geçiyor ve feryatlar ortalığı inletiyor: “Kurtar bizi Baba” diye bağırıyor gözaltından yeni salıverilmiş olan klasik’in yandaşları. Onbeş yıl önce (1970) ülkeyi 70 sente muhtaç kılan barajlar kralından ne bekliyorlarsa…Daha bir onbeş yıl çekti ülkem bu kısır kavgalardan. Ortalıkta dolanan Demirel, Özal ve hatta Erbakan üçlüsü aynı ekolun temsilcileri, aynı tiyatro (ya da orta) oyununun oyuncuları olarak birbirlerinden farksızdılar. aha sonra sahne alan romantik’in döneminde de ne fırlatılan Anayasa ne de şehrin içinde yuürütülen tanklar bugünün kutularını, kasalarını, havuzlu saatli kucaklarına oturtulmasını engelleyemedi. Bakalım bir ay sonra ne değişecek ? Bence hiçbir şey; ta ki bir yerden patlayıncaya kadar. Klasik ve Romantik Mahşerin İki Atlısı olamamışlardı bugünün lideriyle kıyaslandığında; Klasik azıcık “Kızıl Atlı” tanımına uyuyor gibi görünse de… Bugünün lideri bence dört atlıyı da içinde barındırıyor ve Tarkan’ın Atakoğlu eşiliğinde söylediği reklam müziğinin ne denli anlamlı olduğunu anlıyorum: “Hayattan rengi alın, geri neyi kalır ki ?”. Gerçekten de ne at kalır ne de atlı…

Dün İrem ve Duru ile Çeşme-Çatı günlerim başladı ve elime geçen bir notuma göre, altı yıl önce soğuk bir Mart ayı öğle vaktinde Birgi (Çeşme)’de kahvaltıya gitmişiz. İncil’den alıntı bir anlatımla Mahşerin Dört Atlısı’na ait bir dergi köşe yazısını cep defterime yazmışım.

1.Beyaz atlı: Aldatma konusunda uzman, fethetmek için herşeyi göze almış, beklenmedik bir lider. Tam da bizimkisi …

2.Kızıl atlı: Masumiyeti ile içindeki öfkeyi gizleyen, insanları birbirine düşürmek için keskin zekasını kullanmaktan çekinmeyen… Bu da uyuyor.

3.Kara atlı: Dengesi ama hep bir adım ileride, insanları yönlendiren karanlık bir tiran… Buna ne demeli !

4.Solgun atlı: Ölümü bir cerrah titizliğiyle yaymaya kararlı, karşı konulmaz bir güce sahip… Aman Allahım… Bizimkisi hepsine uyuyor ve bence hepsini ruhunda barındırıyor. Allah onun yardımcısı olsun.

Mahşerin Dört Atlısı’nı ve ruhumda dördünü de sembolize eden uzun adamı bir kenara bırakıp Çeşme-Çatı-Çeyiz (3Ç) sezon temizliği sırasında elime düşen 2014 yapımı bir kitabı rastgele açtım. Selma Tekin, “Sihirli Liderler” adı altında bir derleme yapmış ve rastgele açılan sayfada karşıma çıkan Wipro ve kurucusu Azem Premji ismi oldu (http://www.wipro.com/). Bay Azem benimle aynı yaştaymış; 23.000 çalışanı varmış şirketin ve Hintli olan kurucusu çok zengin olmasına rağmen hâla 1996 model Ford Escort otoya biniyormuş. Sabah saat 04.30 da evinin ışıkları yanıyormuş; evinden işine yürüyerek gidiyormuş. Ne özel uçağı varmı ne de havaalanında indiğinde onu karşılayan bir limuzin. Bizimkine saray yetmiyor; dört uçak az geliyor ve savurganlığını, israfı etrafına da bulaştırıp hem günaha ortak arıyor ve hem de bunu bir yaşam biçimi kılıp doğrudan ve dolaylı baskılarını artırıyor. Ne diyelim Allah ıslah etsin. Azem beyin dikkat çeken özelliklerinden bazıları şunlar:

* Kahvaltısını şirkete gelen misafirleriyle yapıyor (> Yemeğini asla yalnız yeme kuralı);

* Herkesten daha düzenli bir şekilde toplantılara katılıyor (> Hendekleri her zaman hazır tutma kuralı);

* Yöneticilerini zor sorularla köşeye sıkıştırıyor ve eleştirilere her zaman açık (>Sorularla yönetme kuralı);

* Wipro’da hiç kimsenin bir diğerine üstünlüğü yok, herkes eşit (>Adil olma kuralı).

Bakın rakipleri Bay Azem için neler söylemişler:

“…Premji tam bir şirket CEO’sudur. Sabırla dinler, çok soru sorar ve etrafındakilere yardımcı olmak için can atar…

Bir başka rakibine göre: “Wipro çalışanlarının tamamı nazik kişilerden oluşan iyi bir rakip...”

Bunları hakedebilmek ve hem de rakiplerden duyabilmek çok güzel. Geçen yıl Netdirekt Teknik Bölümle yaptığım bir toplantıdan derlediğim görüntülerle temel bir mesajı aktarmaya çalıştığım kısa filmde görüleceği gibi Netdirekt de “Kesintisiz Kolaylık” taahhüdünün altını ve arkasını gerçek tutum ve davranışlarla doldururken bu yönde umutlarımı güçlendiriyor. Bu umutlarla hem Mahşerin Dört Atlısı’nı görmezden geliyorum ve hem de aydınlık yollardaki ustalık yolculuklarından ben de sürekli yeni bir şeyler öğreniyorum.
Sağlık ve esenlik dileklerimle “Geleceği Şekillendirme” gayretlerinizin hep aydınlık yollarda  verimli ve keyifli olmasını diliyorum.

Öykücü