Yaşam Büfesinde “Q(RTE) Tokatlayan”

“…Karıncanın biri dağı delmeye çalışıyormuş. Onu gören adamın (!) biri, “ne yapıyorsun ?” diye sorunca “dağı delmeye çalışıyorum” demiş karınca. Karıncanın boyuna, posuna, gücüne, kuvvetine bakan adam (!) önce “neden ?” diye sorusunu sürdürmüş. Karınca işine devam edip “dağın ardında sevgilim var; ona kavuşmak istiyorum” diye yanıtlamış karınca başını bile kaldırmadan. Adam hafif bir gülümseme ve küçümseme ile “delemezsin ki; ölürsün” deyince, karınca sakince “olsun” demiş “en azından sevgilim uğruna ölürüm” diye sürdürmüş sözlerini…”

Merhaba

Adam (!) bu sözler üzerine ne yapmıştır acaba ? Durup düşünmüş müdür ? İşin akılcılık (R) boyutuna mı bakmıştır ? Karıncanın “akılcılık katsayısını (RQ)” bulmaya çalışmış mıdır ? Yoksa kendi alışkanlıklarına, gelenek ve göreneklerinin öğretilerinde gelecek için geçmişe olan kendi kişisel bağlarını mı düşünmüştür ? Bu düşünce ile karıncanın “görgü katsayısını (TQ)” aklına getirmiş midir ? Ya da adam (!) kendisinin zaman zaman döktüğü gözyaşlarını anımsayıp karınca için de bir “duygusal katsayı (EQ)” ölçmeye kalkışmış mıdır ? bilmiyorum. Adamın (!) ardını dönüp “has s…r” demiş olması bile olası şu tokatlayan ve tekmeleten arsızlık dünyasında. Bu ne aç gözlülüktür Allah’ım ? Florida’dan seslenen, yetmişe doğru Kanada’ya yola çıkarken ve hatta yolculuk sırasında bile SAMİM beşlisine sabırla seslenen Sam sanırım haklı, bunca seslenişe, yakarışa, adaletsizliğe isyana sessiz kalan yüce güce bakıp da sitem etmekten kendini alamayan biz fanilerin çaresizlik kıskacında…

Çeşme’de günler dolu dolu ve bir bakıyorsun kış gibi serin ve yorgan istiyor geceleri; bir bakıyorsun sanki Pakistan ve dar atıyorsun kendini yarımadanın serin sularına. Herşeye rağmen mutlu yorgunluklarla hızlansa da zaman; yaz gelince hafta başında “Karadayı” ve hafta sonunda “Medcezir” kalmasa da cam ekranda ömür gölünün karşı kıyısına atılan kulaçlar hızlanıyor da hızlanıyor. Şikayetim var mı ? kesinlikle yok. Bir kilometre ötemizde “Seyir Terasları”na yerleşen PÜ/ZK sekiz Copcu’su ile günler daha bir anlamlı; daha bir güzel. Daha ne ister insan ?

Onüç yıl önceydi. İkinci global birleşmenin ilk yılıydı. Yüzelli yıllık “CI” döneminin gelenek ve öğretilerine rağmen CINOS’un “NO” suna henüz kurum kimyamız oluşmadan İngiliz kültürüne karışan İsviçre gelenekleri bizi Syngiller olarak yeniden şekillendirmişti. Üstüne üstlük ülkemde de yeni bir kriz filizlenmişti. Ocak ayında ilaç-tohum beraberliğinde “sinerji” arayışları da pek etkili olmamıştı. İstanbul etkisiz yeni kadro ile erişilemeyen  değerlerinin merkezden gelen baskıları ile tam bir panik içindeydi. Boyalı top atan tabancalarla Antalya’nın turistik yerlerinde oyun oynayarak liderliği canlandırmaya ve ekip çalışmasına can katmaya çalışıyorduk. Bu arada CEO “neden hep beni vuruyorlar ?” diye sormaktan kendini alamıyordu. Gemi mühendisinin pazarlama becerileri yetmiyordu. Birleşmiş Milletler oyunu ile rekabet ve iç dayanışmayı yaşama aktarmaya çalışıyorduk. Teorik olarak anlamlı görünen oyunlarla öğrenmek iyi güzel de CINOS’un “S” inde ne olacağı belirsiz ekibe (!) ne ruh ne de motivasyon katıyordu bunca masraflı gayretler… Dördüncü günün gecesinde dansözün önünde diz çöken CEO ya yalvardım “ne olur yarın bana bir saat süre verin bir sunum yapayım“. Nasıl olduysa boşluğuna denk geldi ve kabul etti. O gece tüm hazırlıklarımı yeniden çerçeveledim. Gary Hammel’in “strateji devrim”dir kitabından alıntılar yaptım. Kendimi “aktivist” oklarak tanımladım. Şöyle diyor bay Hammel “aktivist yıkar ama yapmak için yıkar”. Bu “aktivist” sözcüğünü yeni dönem beklentileri için kullanırken “niyet ve zihniyet” ile destekledim; COPCU sözcüğü ile akrostiş yapıp beş temel kavram ve herbirinin girişine birer küçük fıkra/öykü yerleştirdim. “COPCU” nun ilk “C” sini “Creativity / Yaratıcılık” olarak ele alıp yukarıdaki fıkrayı anlattım ve Syngillerin herbirinden “cesaret, atılım, açılım, çaba, gayret,..” istedim. Oldu mu ? Hayır. Altıaya kalmadan yılların CEO su ve İstanbul ekibi toptan gittiler. Genç bir kadro ile İzmir merkezli yeni bir iş yaşamı oluştu ve ben de içinde yer aldım taa 2009 un Şubat’ına kadar. Çok güzel günlerdi. Her anı birer ustalık yolculuğu idi. Kimileri bundan iyi dersler aldılar ve şimdilerde sektörün önemli kurumlarına önemli görevlerde devam ediyorlar. Allah yollarını hep aydınlık etsin. Şimdi gelelim bugünlere.

İstanbul’lu (!) Tekme’lettin beyle Mısır’lı Ekmeleddin Hoca (!) arasında geçecek olan maç beni nasıl etkiliyor ?

Aslında tek kale bir maç olacak. Bu maç arsızlarla çaresizlerin mahsusçuktan çalım atıp bacak arasından sokacakları birkaç golle seyircileri coşturan bir orta oyunu olmaktan öteye gitmeyecek. Biz de bu oyunun figüranları olarak başımızı hangi taşa vuracağımızı bilemeden odun gibi duracağız. Yok aslında birbirlerinden farkı…Tamam bizimkilerin çaresizliğini görüyorum. Tamam aslında Tekmelettin bey (Özdil’den ödünç aldım) kazanmasın diye inançlarından, prensiplerinden, herşeyden vazgeçtiklerini görüyorum. Tamam tek bir isimde birleşme başarılarını da küçümsemiyorum. Ama kızgınlıklarım çok fazla; doğru bilinen yolda adım adım, sabırla, inatla, inançla, tutkuyla, fedakarlıkla, biraz eza cefayla gayret göstermelerini bekliyorum. Ancak heyhat !… Önümde iki aday ikisi de birbirinden …. Seçmek zorunda mıyım ? Onlara göre “evet”; “QR” e göre “evet”. Bu gidişle, bu kahroluşla ben sanki Selahattin’i seçeceğim gibi geliyor bana. Bu da çaresizliğimin işareti. Dün Özdil çok güzel yazdı; bugün de birazcık değindi. Sonuç değişecek mi ? sanmıyorum. Bizimkiler de tıpkı 2001 yılında Syngillerin İstanbul kreması gibi Boğazın serin sularına bakarak Diyarbakır’da inen bayrak, Musul’da kaçırılan Türkler için ağıt yakmaktan öteye gitmiyorlar. Malabadi Köprüsü’ünden geçmek için seyyah olup yollara düşmezsen, adın ister Balbay olsun ister Kemal sahnede boy göstermekten öteye yolların tozunu yutmayı göze almazsan diğerleri gibi tozu dumana katamazsın; sadece ve sadece tozu dumanı yutarsın. İyi de abicim bize de yutturuyorsun.

Sadece Tekmelettin beyin akılcılık katsayısının (RQ) 150 gibi yüksek olması; kurnaz olması, oyunun kuralını hem yazıp hem oynaması yetmez; peki senin neden akılcılık katsayın 100 ün altında. Hani bir türkü var “gökteki yıldızı fener mi sandın ?” diyor ya sen de bu oyunu, benim oyumla, benim için oynarken sahneye çıkıp boy göstermekten başka ter dökerek, yolları arşınlayarak neler yaptın ? diye sormazlar mı adama (!). Görünen köy diyor ki “bizimkilerin yaptıkları koca bir hiç” . Yazıklar olsun. Adam(!) artık ayakkabı kutusunu bile diline alır oldu. Adım adım alıştırdı hepimizi ve onun geleneklere, göreneklere, örf ve adetlere bağlılığı (TQ) da artık palavra. Hiçbirşeyden korkmaz oldu. Sen de tıpkı S.Aksu’nun şarkısındaki gibi “nerde bende o yürek…” bile diyemeyen lordlar kamarası üyelerinle pısırıklaşıp gittin. Adam (!) yanlış yerde (bize göre), yanlış kişi için gözyaşı döküp duygusal katsayısını (EQ) yüksek tutmaya çalışsa da sen “Berkin için neden ağlamadın?” diye sormaktan, bize çalım satmaktan öte etkisiz ve beceriksiz kalsan da ne seni ne de beni Ekmeleddin bey kurtaramayacak. Böylece Tekmelettin beyin seçimi daha bir resmiyet kazanmış olacak. Belki de Tekmelettin beyi korkutmuşsundur bu seçiminle kimbilir …Bunlar aklımı ve yüreğimi sıyıramadığım kahredici çaresizliklerim. 

Peki ya Anadolu insanımın Ağustos sıcağında bu ikili arasındaki seçiminde baskın olan ne olacak ?

Bizimkiler Ekmelleddin Hoca (!) için Deniz kenarından keyiflerini bozup gelmeyecekler. Bu da Tekmelettin beyin işini kolaylaştıracak. İyi de Ağustos sıcağında tarlasını bırakıp nasırlı elleriyle oy atmaya giden bağrı yanık “Bozkırdaki Çekirdek”in oğulları olan Aliler, Mehmetler ne düşünüp ne yapacaklar ? Bir Temel fıkrası düşer aklıma hoşgörü dileyerek yazmak istediğim. Allah insana iki yuvarlak vermiş; biri tepede biri de mabadında. Hangisini kullanacağı bireyin kişisel tercihlerine kalmış. Temel’e sormuşlar: “Homo mu olmak istersin yoksa entel mi ?”. Temel yüksek sesle düşünüp, akıl yürüterek, QT’e boş vererek yanıtlamış: “Bilmediğim şeyi kafama sokmaktansa bildiğim şeyi kıçıma sokmayı tercih ederim” demiş. Buna bakınca hiç bilmediği, bilenin de pek akıl erdiremediği Yozgat-Mısırlı Hocayı öğrenmeye çalışma zahmetine girmektense bildiği, gördüğü, “one minute” ile “helal olsun” dediğini yeğlemek kolayına gidecek ve sonuç değişmeyecek. Zaman bize “çözümün sorunun kendisinden daha fazla acı verdiğini” gösterecek. Ne yapalım ? kaderde varsa düz… neye yarar büzülmek. Koyver gitsin ! Ver ve kurtul ! nidaları içinde 11 Ağustos olduğunda takke düşecek, kel görünecek. Allah encamımızı hayreylesin; Amin !

“BE” ikilisinin 2014 Haziranında yaşattığı mutluluklar acep nelere gebe ?

Öte yanda, 12 Haziranda Bursa’da; 13 Haziranda İzmir’de katıldığımız kutlama törenlerinde COPCU’ların “Z kuşağı”nın erkekleri (Barış/Eren: BE) ergenliğin ondört yaş etkilerinde okul başarılarını duble yaparak bizlere daha bir “oh” deme şansı verdiler ülkem tam bir “kaos eşiği” yaşarken. Bursa-TED’ten yeni döneme açılan Barış’la; İzmir-Gelişim’den liseye geçiş yapacak olan Eren’in yolları bakalım nerelerde nasıl buluşacak, ayrılacak. Kader bize neler gösterecek bilinmez. Şurası gerçek ki artık Nezuş babaannenin namazları daha bir düzenli ve öncelikli olup sonrasında duaları daha uzun sürüyor. Biz Allah’tan istediklerimizden hak ettiklerimizi ve bizler için hayırlı olacak olanları nasip etmesini istiyoruz. Hem de kendi sözcüklerimizle ve yürekten gelen inançlarımızla.

Çeşme-Seyir Teraslarında yakınımıza gelen PAKÜMİTgiller ile NETKEREMgillerin yarattığı ortamda MESTERAYgilleri de daha sıkça görmek yarınlara olan inançlarımızı güçlendirirken uykusuz gecelerle yaratılan şirketler; G.Kore’den Dubai’ye uzanan mesleki etkinlikler; elli dereceyi aşan sıcaklıkta serinlemek için içeçek sanayiini geliştirmek için gösterilen yönetim becerileri mutlaka biz “X kuşağı”nın limitasyonlarından “Z kuşağı”nın sınır tanımayan elektronik açılımlarına “X kuşağı” olarak Q(RTE) si yüksek, anlamlı katkılar sağlayacaktır; önderlik edecektir. Bugünün (Y kuşağı) dünden (X kuşağı) güç bularak yarınlara (Z kuşağı) uzandığına olan tam inancımızla ustalık yolculuklarının  hep aydınlık yollarda geçmesini ve para kazanırken iyilik yapabilme kapılarının da hep açık kalmasını diliyorum.

Öykücü