Yaşam Büfesinde “ora et labora”

“… Bir İngiliz aristokrat, karısı ve oğlu ile beraber yaz tatillerini doğayla iç içe geçirmek için İskoçya’nın uçsuz bucaksız kırlarına giderler. Bu tatil günlerinden birinde aristokratın oğlu köyün hemen yanıbaşındaki koruda tek başına gezintiye çıkar. Ağaçlar arasındaki su birikintisinin dayanılmaz çekiciliğine kapılarak suya girer. Delikanlı vücudunu serin su birikintisinin keyfine bırakmıştır ki dayanılmaz bir sancıyla bir anda ne olduğunu şaşırır. Ayağına kramp giren genç adam birkaç dakika içinde kendini suyun üstünde tutacak son gücünü de tüketir. Panik içinde can havliyle bağırmaya, yardım çağırmaya başlar. Suyun yakınlarında bir yerde, tarlasında çalışmakta olan bir köylü çocuğu, feryatları duyunca hemen işini bırakıp sesin geldiği yöne doğru koşar. Çırpınmakta olan bir yabancı gören genç köylü hemen suya atlayarak delikanlıyı boğulmaktan kurtarır. Delikanlının babası, oğlunun mutlak bir ölümden kurtulmasına vesile olan genç köylüyle tanışıp teşekkür etmek için evine davet eder. Sohbet sırasında cesur köylüye gelecekle ilgili planlarını sorar. “Babam gibi bir çiftçi olacağım” diye isteksizce cevap verir genç adam. Baba, vefa borcunu ödemek için aradığı fırsatı bulduğuna düşünür. “Başka bir şey mi olmak isterdin ?” diye sorar genç köylüye. “Evet” diye başını önüne eğer genç İskoç. “Hep doktor olmak isterdim ama böyle pahalı bir eğitimi babam karşılayamaz…”

Merhaba

Bugün Nisanı ortaladık. Çeşme’de hem hava soğudu hem de fırtına var. Yine de Ildırı’da balıklar güzel. Eray Amerika’da; Ümit biraz önce Pakistan için uçağa bindi. İnşallah salimen gecenin ikisi gibi varmış olacak. O yaşlarda çekiliyor bunca emek yoğun gelecek yatırımlarının bedeli. Kerem’de İzmir’in hava sahasını kablosuz ağla örmek, ağın enerji ihtiyacını Bergama’nın rüzgarından çıkartmak, Japonya’nın Mitsui’sine Amsterdam üzerinden erişmek ve benzeri nice güzellikler için sıklaşan günde kırksekiz saat çalışmanın da mutlaka bir ödülü olacaktır. Hiç bir emek boşa gitmiyor.

Yazımın başlığındaki Latince sözcüğü bir zamanlar Martin Luther King söylemiş ve “ora et labora” nın anlamı “ibadet et ve çalış” demekmiş ki ben bunun gerçek yansımasını üç oğlumun yoğun çalışmalarında ve hep korudukları inançlarında görüyorum. Onlar hep çalışıyorlar ve inançlarını ibadetlerini de eksik etmiyorlar. Daha ne ister insan ! Binlerce şükür.

Hep söylüyorum ya kırkbeş yıllık mesleğimin kazandırdığı bilgi, beceri ve deneyimlerimden arıttığım teki bir soru tümcem var; “Şu GAT dünyada MASlaşmak için RAW mısınız ?” diye sorarken ya da kişilerin kendilerine sormasını isterken odağımda yer alan ana fikir ” veren el alan elden üstündür” ya da “gülün kokusu veren ele bulaşır” veya “ver ki alasın” inancı yer almaktadır. İşte yazımın girişindeki gerçek öykünün başlığının “Hayatını aldıklarınla kazanırsın ama verdiklerinle inşa edersin” deyişi olduğunu anımsıyorum. Bu başlığı neden hak ettiğini de öykünün devamında net olarak anlamış olacağız.

Birkaç saat önce Ümit telefonla veda ederken, kısa süren Türkiye günlerindeki duyduklarının etkilerini paylaştı. Sürpriz değildi. Gerçekten inanıp her zaman güven sınırlarını korumak istediğim gibi ” hiçbir dost göründüğü kadar gerçek dost değildir” in birer yansıması olan geri kalanların davranışlarına bakınca…

*********

Yukarıdaki yazıya 15 Nisan 2013 de başlamışım. Yarım kalmış ve sistem onu”taslak/draft” bölümünde koruma altına almış. Bugün sakinleşen günlük yaşamın sessizliği içinde yeniden elime düştü. Devam edip tamamlamaya karar verdim. Yaklaşık bir yıl önce Ege’de yazlaşan baharın kışla karışık ilk günlerinde yukarıdaki yazıyı kaleme alırken beni etkileyen Pakistan serüvenine çıkan Ümit’in belirsizliklerinden duyduğumuz sıkıntılardı; hüzündü. Bir yıl ne kadar da hızlı geçiverdi. Ümit Pakistan’a alıştı. Katkı sağlamak, iz bırakmak, gelişmelere yardımcı olmak gibi duyguların hazzı ile geri kalmış ülkede yaşamanın sınırlamalarına alışmıştı. Bir yılı daha varken “bir yıl daha kalır mısın ?” teklifleri bile hoşuna gidiyor gibiydi. Uzaklardan hem “COPCUlaşmanın harcına” katkılarını artırarak sürdürüyor hem de adına PAKÜMİT Kesesi dediğim anlamlı birikimlerle biz ebeveynlerine gurur veriyordu. Binlerce şükür.

Bu yılın Nisan ayının ilk günleri de her açıdan çok güzeldi. Önceki yazılarımdan birinde değindiğim gibi 04.04.1964 de tanıştığım Portofino’dan bu yana Roberta’sız da olsa tam 50 yıl geçmişti. Keyfimiz doruktaydı. C13 grubu olarak gerçek anlamda mutluyduk. Bir hafta içinde yeme-içme alışkanlıklarımızın sınırlarını birazcık zorlayarak da olsa Bay Döner’i İsabey Bağları’ndan alıp Bostanlı Kent’e getirmiştik. Bu dolambaçlı yolculukta yanımızda Fransız kökenli ikili kupaj olan Premier’e yirmilik yeni seri eşlik ediyordu. Keyfimiz doruktayken Hasan Usta Bolu’dan serin ve tatlı bir esinti gönderiyordu. Evimiz Kent’ten bir kilometre uzakta olmasına ve vaktin de akşam üzeri olmasına rağmen arabamı Kent’in yanında sabaha  kadar körfezin dalgın sularına baksın diye bırakmıştım. Tam da elli yıllık olmanın keyifli gecesinin sabahına doğru başlayan kanama ve sonrasındaki MedikalPark’lı yaşam korkulu anlarımız oldu. Bir koşu gidip arabamı almak gerekti. Dermatoloji, KBB derken Dr.İlker bile paniklemişti. Kanama her yerdeydi. Hematolojiye kamp kurmak gerekti. Kan değerleri çok ama çok düşüktü. Bağışıklık sistemi çöküyordu. Ne ve kim olduğu bilinmez düşmanlar trombositleri yiyordu. Dalak suçlu değil görünüyordu. Hâla sürmekte olan ve dualarla dolu olan iyileşme sürecinde alınan önlemler akla “sorundan daha sorunlu çözüm” sıkıntısını düşürmeden edemiyordu. Sevgili Eray ve arkadaşları hem işin ustasıydılar hem de dostlarımız. Emin ellerdeydik. Bu sabah sevgili Eray’ın teşekkür iletisi aynen şöyleydi:

“MedicalPark’ taki sevgili ailemiz,

Hepiniz Sezen Aksunun kalbim Egede kaldı şarkısını bilirsiniz, Şule hocam ve ben de kalbimiz MP İzmirde kaldı dememek için ayrıldığımızdan beri tüm ameliyatlarımızı hastanemizde yaptık, öğle yemeklerini kaçırmamaya maksimum özen gösterdik 🙂

Cumartesi gününe de böyle başlayacakken ağır grip geçiren annemin ağız içinde yaygın kanama alanları olduğunu öğrendim.Hemen hastanemde buluştuk. Sevgili Ceylan hocam ilk gördü, çok değerli kardeşim İlter Hocam hemen görüntülemeye yardımcı olup olayın ciddiyetini anlamamızı sağladı, olağanüstü ilgi ve desteği ile hematolojiden Serkan hoca tüm becerisini göstererek tedavimizi sağladı ve bizi korkutan ITP i çok kolay kabullenmemizi sağladı. Ona çok şey borçluyuz

KİT ünitesindeki tüm arkadaşlarım ve labaratuvardaki tüm dostlar olağanüstü ilgilerini bizden esirgemedi. Meğerse ve şükür ki ayrılmamışız.

Copcu ailesi olarak hepsine çok ama çok teşekkür ederiz.

Sağlık başta olmak üzere pek çok değeri kaybedince ne kadar önemli olduğunu anlıyoruz; bu sektörde de olsak. Ancak biz MedicalPark İzmir ailesinin bir bireyi olmanın gurur ve mutluluk kaynağı olduğunu hep biliyorduk. Hep hissettik.

Ailem adına, bir kez daha MedicalPark İzmir’deki tüm aile üyelerimize şükranlarımı sunuyorum.

Tarkan hoca da artık maillerinde kullanır oldu ama benim ki alışkanlıktan: İyi ki varsınız...

Sevgi ve saygılarımla,

Eray COPCU

Prof. Dr. Eray COPCU , MEST”

Evet, sevgili dostlar geçen yıl bu günlerde Martin Luther King’in sözleri “ora et labora/ibadet et ve çalış” sözleri ile başlayıp da nedense yarım bıraktığım yazımı bugün tamamlamak nasipmiş. Bu arada “nasip” sözcüğü dile düşünce Mayıs ortasında Gaziantep’e yapacağımız ziyareti iptal etmek zorunlu oldu ve “nasip değilmiş” hüznünü ve sevgili Tuğba’ya karşı mahcubiyeti yaşadık. “Biz” diyorum; çünkü Alev-Fatoş ile birlikte arabayla yola çıkacaktık. Konya Dündar Otelde gidiş ve dönüş için rezervasyonumuzu bile yaptırmıştık. Ne diyelim ? İnşallah bir başka bahara !

Yılın ilk günlerinde Gaziantep buluşmamız planlanırken ve katılım isteği çok düşük olunca samimi dostlara bir de ben sesleneyim istemiştim. Sevgili Erol (Yalçın) u aradım: “Daha geçen sene buluştuk. Bu kadar sık olmasaydı…” benzeri bir şeyler söylemişti. Şimdiye bakıyorum da şans penceredeki kırlangıç gibi ve belki de bir başka seferi olmuyor.

“…Kış bastırmak üzereydi. Kırlangıçlar güneye doğru yola çıkıyorlardı. Yalnız adam pencerenin arkasından onlara bakıyordu. Kırlangıcın biri camın önünde durdu ve adama seslendi “Beni yanına al. Kış boyunca sana arkadaşlık ederim“. Adam istemedi. Yalnızlığından mutlu görünüyordu. Kırlangıç yoluna devam etti. Kış bastırdı. Adam yalnızlıktan sıkılmaya başladı. Kırlangıcı özledi. Teklifi kabul etmediğine pişman olmuştu. Üzüldü. Derken bahar geldi. Adam o kırlangıcı göremedi. Diğer kırlangıçlara sordu. Onlar da görmemişlerdi. Adamın bilmediği kırlangıçların altı aylık ömürleri olduğuydu…”

Ya bizim bilmediklerimiz ! Yetmişe doğru da olsa, eğer gerçekten 35 yolun yarısı ise, gölün karşı kıyısına çok fazla bir şey kalmamışsa, Gaziantep beraberlikleri ile hasret gidermelerinin pek fazla olmayacağı yaşam büfesinde öne geçme gayretlerimizin hep aydınlık yollarda keyifle, sağlıkla sürmesi dileklerimle.

Öykücü