Yaşam Büfesinde “BAY TİSİ”

“…Bir sabah küçük çocuk okuldayken öğretmeni seslenmiş:” Bugün çiçek resmi çizeceğiz“. Küçük çocuk çok sevinmiş, resim yapmayı çok severmiş. Her türlü resmi yapabilirmiş: Aslanlar, kaplanlar, tavuklar, inekler, trenler, tekneler,…Mum boyalarını çıkarmış ve başlamış çizmeye. Ama öğretmeni: “Bekleyin, daha başlamayın” diye bağırmış. Ve herkes hazırlanana kadar beklemişler. “Şimdi” demiş öğretmen, “Çiçek resmi yapacağız“. Küçük çocuk sevinmiş. Çiçek resmi yapmayı çok severmiş. Güzel çiçekler yapmaya başlamış: Pembe, portakal rengi ve mavi, rengarenk çiçekler… Ama öğretmeni: “Bekleyin ! Ben size nasıl yapacağınızı göstereceğim,” demiş. Tahtaya bir çiçek resmi çizmiş. Sapı yeşil, kendi kırmızıymış. “İşte böyle ! Tamam şimdi başlayabilirsiniz”. Küçük çocuk öğretmenin çizdiği resme bakmış. Sonra da kendi çiçeğine. Kendi çizdiği çiçeği daha çok sevmiş. Ama bunu söylememiş. Kağıdın öteki yüzünü çevirmiş ve…”

Merhaba

Eylül de yarıyı geçti ve hafif soğusa da havalar Çeşme’de “mor çiçekler”in etkisi altında yazdan daha güzel günler. Dört mor çiçekli bitki var bahçemde. Bunları son yaptığım video montajlarında kullanıyorum. İkisinin adını bilmiyorum. Birinin çiçekleri tıpkı mor menekşeler gibi, tıpkı rahmetli annemin yaşmağına dizdiği iğne oyaları gibi. Diğeri de Bambus arılarının çok sevdiği biraz daha yapısı salkıma benzeyen moru daha koyu ayrı güzellikle bir ağaç. Bugünlerde favorimiz olan Jakaranda ise güz çiçeklerini açtı ve rüzgarla, tıpkı bayrak gibi bir başka nazlı sallanıyor. Nazar değmesin çok hızlı büyüdü Jakarandamız. Daha yaşını doldurmadan, hatta altı aylık olmadan hem bahar hem güz çiçeklerini açtı ve boyu da evin ikinci katını aştı. Dördüncü morumuz ise çocukluğumdan bu yana hep yanımda olan sarmaşık. Çiçeklerini emersen tatlı olur ya ağzın işte o sarmaşık ama bizim buralarda emmezseniz iyi olur; çünkü o bizim foseptik masraflarımızı minimize eden ve etrafı güzelleştiren ayrı bir fonksiyona sahip olurken ağzınıza tatlı gelmeyebilir.

Eylül nasıl bir ay ? 

Diye sorduğumda kendime, verdikleri ve aldıklarıyla fazlaca bereketli bir ay. Hem odak noktamda beni etkileyen, hem etki alanımda öne çıkan ve hem de ilgi alanımda iz bırakan en düşündürücü aylarımdan biri Eylül.

Odak noktamdan baktığımda; 14 Eylül Nezuş’un doğum günü; 19 Eylül Nezuş’u Copculaştırdığım tarih. Dört gün önce Fethi’de kumlarda 48nci yılımızı kutlarken ağzımızın tadı yerindeydi. Aklımız geride değildi. Keyifliydik. Bu hafta Cumartesi günü İrem’in yaşgününü kutlayacağız ki Çakabey’de abla olduğu ikinci sınıfta gerçek 7 yaşına basacak olan İrem’in C12 olarak aramıza katılışı da bize eylülün armağanlarından. İzmir, Soma ve Çeşme’nin kurtuluş günleri de hep Eylülün güzelliklerinden. Bu arada iki yıl önce ablamın aniden vefatı da 20 Eylülün hüzünlerinden. Bıraktığı mesajlar ve Nezuş’un bu mesajlara kattığı yaşam destekleri kıvanç duyduğum konulardan. Amerika’da 11 Eylül, Türkiye’de yeniden yargıya taşınan 12 Eylül de bu ayın etki ve ilgi alanlarımda bıraktığı izlerden.

On gün önceydi. Eylülün ortasına yaklaşırken aylık MOTES Toplantılarını önce POST‘a sonra da MOST‘s çevirip “Performans Yönetimi” ana mesajı ile Netdirekt’te gerçekleştirmiştim. Aynı gün öğleden önce iki genç konuğum vardı: Parantez’den UN ve Noronus’tan MB. Dinamik çocuklar. Girişimci çocuklar. Onların isimlerinin baş harfleri ile adımın baş harfini sıraladım ve ortaya MUM çıktı. Sevdim bu kısaltmayı. Bakalım yarınlar için nelere gebe bu beraberlik gayretleri… Başlattıkları kimi adımların tıkanma yerlerinde arayış içindeler. “Kurumsal Satış Temsilcimiz ve Sosyal Medya Uzmanı“mız EG de çağırıp güzel, faydalı,anlamlı bir toplantı gerçekleştirdik.

MUM’nın ortak paydalarıyla kurumsallaşmaya çalışan iki şirketin (PM ve UX) İnsan Kaynakları sorumlularının kurumsallaşma yolculuğuna katkı sağlama çabalarını eyleme çevirme amacıyla seçilen ana başlıklara baktım. Benim de gündemimde aynı konular var. Daha sıcaklığını yitirmemiş olan SEK/MADS görüşmelerinde eksikliğini yaşadığım “Müzakere Becerileri” nin ne denli yaşamsal öneme sahip olduğunu çok yakından hissettim. Moderatörlüğümü bile olumsuz etkileyen bu konuyu gündemime taşımak isterken MUM beraberliğinde birden ön sıraya çıkıverdi.

Diğer taraftan gerek iki yıldan beri Netdirekt’te, gerekse CINOS’un 24 yıllık tüm sürecinde ve hatta bu ikisi arasında hızlı geçen dört yıla sığdırdığım ABG/P-AS danışmanlıklarımda her zaman gündemde “Performans Yönetimi” ön sıralarda yerini korudu. Ne uzmanlar çalıştı, ne projeler yapıldı, milyon dolarlık bütçeler ayrıldı, nasıl daha verimli olabiliriz ? sorusuna uygulanabilir yanıtlar bulabilmek için.

İlk üç aşamasına yakından tanık olduğum ve ilk ikisinde aktif görev aldığım “Çerçeve Çalışmaları (F1,F2 ve F3)” na ve “10S” in ilk 2 “S”i olan “Self Style/Özgün Tarz”ı oluşturmak için, bu çerçevenin içine yerleştirdikleri omurganın dört omurunda sordukları beş temel soruyu anımsıyorum da hiçbir akademik kuruluşta böyle bir çalışma yapılmamıştır ki pratikte eylemleri doğru yönde hız kazandırabilsin. Bir bölümümüz o çerçevenin içindeyken “denizde yaşayıp da denizin farkında olmayan balık” misali değerini anlamadı. Laf olsun diye katalist oldular, biz istedik diye. Daha sonra hazıra konanlar da süreci adım adım yaşamadan ve AŞ/TA gibi liderlik üstlenip Barselona ve Londra’da katkı sağlamadıkları için önemsemediler.Çoğu da benim gibi Paris’in 90 km kuzeyindeki bir şatonun gün ışığı gören toplantı salonunda emek yoğun çabalar ruhlarına işlemedikleri için kolaylaştırıcı koç olmayı öğrenemediler. Yazık oldu onca emeğe, masrafa ve harcanan zamana. Tutkusuz ve inançtan yoksun olanların anlayabilecekleri bir şey değildir “Omurgalı Çerçeve“nin dört yönünde yer alan dört temel kavramın etkili performansa kattıkları…

Tüm bunları öğrenmek, sahiplenmek, inovasyon olarak kullanmak, hizmet vermek ve güven oluşturmak için kişilerin mutlaka SSTC kültürü almaları gerek. Hazırlığın önemini kavrayıp yola çıkmadan neleri nasıl yapmaları g erektiğini bilmeleri gerek. Önce kendilerini tanımaları gerek. Esas olarak da “YAS”lar yerine “DOS”ları bilmeleri gerek. Daha açık anlatımla “Yanlış Sorular” yerine “Doğru Soruları” sorabilmeleri gerek. Bu nedenle SSTC den sonra mutlaka Neil dostumuzun “SPIN” tekniğini öğrenmeleri gerek. Tüm bunlarla birlikte bireysel hedefleriyle kurumsal hedefleri kısa ve uzun vadede buluşturmaları gerek. Bunun için de işle ilgili “Hayaller”i olması gerek. Hayallerinin TOMBUL’luklarını belirlemeleri gerek. Daha sonra SMART’ik hedeflerle yola çıkarken kendilerine üç temel soruyu da sormayı öğrenmeleri gerek. Bunu alışkanlık kılmaları gerek.Bu nedenle otuz yıllık SSTC ile biz

1.Öncelikle “en iyilerden bir ekip yaratmak” (looking for the best people) için ve

2.Ardından da bu en iyilerden “MAS / More And Smarter” için “içlerindeki potansiyeli açığa çıkarmak” (looking for the best in the people) için yararlandık.

Belki de ilk beş yıl moto mot SSTC nin bize öğrettiklerine bağlı kaldık. Kalem satışı ile ortaya koyduğumuz “durum tesbiti” ya da “başlangıç düzeyi”mizi dört gün, geceli gündüzlü geliştirmeye çalıştık. Belki de ne biz gerçek potansiyel değerimizi ortaya koyabildik; ne de yöneticilerimiz, ilk amirlerimiz ya da karar verici otoriteler “üst sınırı oluşturma” da yeterince inançlı, gereğince olgun davranabildiler. Böylece otuz yıl geçti aradan. İki global birleşme bile aklımızı başımıza derlemeye yetmedi. Şimdi çıkmaz sokaklarda ve kaybolan anahtarı kolay olacak diye ışığın altında arayanlar hiç bir zaman gerçek anlamda “Johari Penceresi”nde buluşmadılar. Seçilmişleri gönderdiğimiz yıldız oyuncu adaylarının ustalık yolculuklarını zenginleştirdiğimiz CCL in 14 kitapçığından dördü “geribildirim” üzerine olmasına rağmen hem vermekte beceriksiz ve hem de istemede isteksiz oldular. Kendilerinden hoşnutlukları sürdü gitti. Halbuki E.D.Bono ne diyordu ? “Kendinden hoşnutluk, kaçınılmaz düşüşün en önemli nedenidir”.

SSTC aslında SSbyTC dir ve tüm öğrenme yolculuklarının ilk adımıdır. Çünkü;

Önce şu “byTC” i diğer bir deyişle, okunan şekliyle  bu yazımın başlığı olan “BAYTİSİ” ye değineyim. İster Netdirekt’te çalışıyor olun, ister Netdirekt’in sahibi olun; ya da CINOS‘un üç aşamasının neresinde olursanız olun, bir şirketin, bir kurumun çatısı altına girmişseniz ya da girmeye adaysanız mutlaka sizde herkesten daha iyi, daha fazla, daha etkili, daha güzel, daha verimli, daha sevimli bir şey vardır size özgün olan… Mutlaka vardır. Mutlaka sizi, siz yapan ve başarı formülümün sağ tarafındaki “10S” in ilk “2S” i olan “Self Style/Özgün Tarz“ınızı oluşturan bir şey vardır. Farkındasınızdır ya da değilsinizdir. Geçen gün toplantı salonunun kapısında boy gösteren eski Netdirekt’li yeni ING’li Zeynep’e herkes sevgiyle bakıyorsa; daha düne kadar Netdirekt’li iken eğitimini sürdürmek için aramızdan ayrılan Selin’e veda toplantısında herkes sevgiyle uğurluyorsa onların sahip oldukları ve Netdirekt çatısı altında ortaya çıkarıp etkinleştirdikleri özgün bir şeyler vardır. İşte ben bunların tümüne “Competence / Yetkinlik” diyorum ki sevgili TA, CINOS’taki son dört yılımda beni “CDM/Competence Development Manager: Yetkinlik Geliştirme Müdürü” olarak kurumun çatısında altında tuttuğuna göre demek ki SSTC ile CDM arasında kurduğumuz bir bağ, bir ilinti vardı.

Bu son dört yılda görevimin gereği adına hazır olabilmek için, oluşturduğumuz eğitim setime bakıyorum da “21 Plus SSTC” olarak 22 konu derlediğimi anlıyorum. Bu nedenle yukarıda başlayıp da yarım kalan anlatım olarak ister “Müzakere Becerileri (Negotiation Skill)” olsun amacımız, isterse “Sunum Becerileri (Presentation Skills)” olsun yola çıkışımız eğer kişiler SSTC almamışlarsa ya da “SSbyTC/Selling Skills by Trained Competence: Eğitilmiş Yetkinlikle Satış Becerileri” konusunu tamamlamamışlarsa çıktıkları öğrenme yolculukları onları ustalık yolunda ilerletmeyecektir. Çünkü sahip oldukları yetkinlikleri ve düzeylerini bilmeden, atmaları gereken safraları anlamadan, bilemeleri gereken baltayı ellerine almadan verilen onca emek dipsiz kuyuya dökülen sular olacaktır. Çünkü hedefi satış gibi “ölçülmesi” görece kolay olan bir hedefle “laf değil eylem /acta non verba” üretme potansiyellerini ve bu yolda adım adım iyileşme gayretlerini gösteremeyen ustalık yolcusu adayların temelleri güçlü olmayacaktır.

İster klasik şekliyle SSTC ile isterse güncellenmiş SSbyTC ile NSbyTC veya PMbyTC  amaçlı öğrenmeler için olsun önemli olan “hazır reçete“ler sunmamaktır. Önemli olan sahip oldukları yetkinlikleri daha etkili kılmaları için SSTC nin prensipleriyle iş yapma alışkanlıklarında “strateji tuvalleri”ni oluşturmalarına yardımcı olabilmektir. Asıl önemlisi de “Yaşam Büfesinde Sıraya Geçtikleri” bu gayretlerini günlük iş yaşamının rutini kılıp, alışkanlık edinip “Yaşam Büfesinde Sırada Kalma” çabalarını hissettirebilmelidir ki bunun için de otorite “İzleme Çalıştayları”nı mutlaka gündeminde önemle tutmalıdır. Bunu yapabilene ne mutlu.

Şimdi mesajımızın vardığı bu noktada yazımın girişindeki küçük çocuğun öyküsünü tamamlayayım.

Helen E.Buckley‘den alıntı olan bu kısa öykü hepimizde var olan “özgün”lüğü nasıl berbat ettiğimizi anlatıyor ve bu nedenle biz SSTC ya da SSbyTC lerde hep kişinin kendi sahip olduklarının farkına varmasını ve özgün tarzını ortaya koyduğumuz prensiplerle etkili, verimli kılmasını istiyoruz (http://www.jacketflap.com/helen-elizabeth-buckley/60878).

“…Bir sabah küçük çocuk okuldayken öğretmeni seslenmiş:” Bugün çiçek resmi çizeceğiz“. Küçük çocuk çok sevinmiş, resim yapmayı çok severmiş. Her türlü resmi yapabilirmiş: Aslanlar, kaplanlar, tavuklar, inekler, trenler, tekneler,…Mum boyalarını çıkarmış ve başlamış çizmeye. Ama öğretmeni: “Bekleyin, daha başlamayın” diye bağırmış. Ve herkes hazırlanana kadar beklemişler. “Şimdi” demiş öğretmen, “Çiçek resmi yapacağız“. Küçük çocuk sevinmiş. Çiçek resmi yapmayı çok severmiş. Güzel çiçekler yapmaya başlamış: Pembe, portakal rengi ve mavi, rengarenk çiçekler… Ama öğretmeni: “Bekleyin ! Ben size nasıl yapacağınızı göstereceğim,” demiş. Tahtaya bir çiçek resmi çizmiş. Sapı yeşil, kendi kırmızıymış. “İşte böyle ! Tamam şimdi başlayabilirsiniz”. Küçük çocuk öğretmenin çizdiği resme bakmış. Sonra da kendi çiçeğine. Kendi çizdiği çiçeği daha çok sevmiş. Ama bunu söylememiş. Kağıdın öteki yüzünü çevirmiş ve öğretmeninkine benzer bir çiçek çizmiş; yeşil saplı, kırmızı renkli bir çiçek. Başka bir gün küçük çocuk kapıyı kendi başına açabilmeyi başardığında öğretmeni “Bugün hamur çalışacağız” demiş. Küçük çocuk çok sevinmiş; hamurla oynamayı çok severmiş. Hamurdan çeşitli şeyler yapabilirmiş: Yılanlar, kardan adamlar, filler, fareler, arabalar, kamyonetler,… Ve hamurunu yoğurmaya başlamış. Ama öğretmeni: “Bekleyin ! Daha başlamayın” diye bağırmış. Ve herkes hazırlanana kadar beklemişler. “Şimdi” demiş öğretmen, “Tabak yapacağız“. Küçük çocuk çok sevinmiş, tabak yapmayı çok severmiş. Çeşitli boylarda ve şekillerde tabaklar yapmaya başlamış. Ama öğretmeni : “Bekleyin ! Ben size nasıl yapılacağını göstereceğim” demiş. Ve herkese derin bir tabak nasıl yapılır göstermiş. “İşte böyle ! Tamam şimdi başlayabilirsiniz” demiş öğretmen. Küçük çocuk bir öğretmenin yaptığı tabağa bakmış bir de kendi yaptığına. Kendi yaptığı tabağı daha çok beğenmiş. Ama bunu kimseye söylememiş. Hamurunu tekrar top haline getirmiş ve öğretmeninkine benzeyen bir tabak yapmış. Bu derin bir tabakmış. Çok geçmeden küçük çocuk beklemeyi öğrenmiş, izlemeyi de. Öğretmeninkine benzer şeyler yapmayı da. Çok geçmeden kendine özgü şeyler yaratamaz olmuş.

Daha sonra küçük çocuk ve ailesi başka bir şehirde yeni bir eve taşınmışlar. Ve küçük çocuk başka bir okula gitmek zorunda kalmış. Bu okul diğer okuldan daha da büyükmüş. Ve dışarıdan içeriye açılan bir kapısı da yokmuş. Oldukça büyük basamaklardan çıkmak zorundaymış. Sınıfına ulaşmak için bir de uzun bir koridordan geçmek zorundaymış. Daha ilk gün öğretmeni, “Bugün resim çizeceğiz” demiş. Küçük çocuk çok sevinmiş. Öğretmenin komut vermesini beklemiş. Ama öğretmen hiçbir şey söylememiş. Sadece sınıfın içinde, öğrencilerin arasında gezinmiş. Küçük çocuğun yanına gelince “Resim çizmek istemiyor musun ?” diye sormuş. “İstiyorum” demiş küçük çocuk “Ne çizeceğiz ?” Öğretmeni “Buna sen karar vereceksin” demiş. “Nasıl çizeceğim ?” diye sormuş küçük çocuk. “Nasıl istersen öyle” demiş öğretmeni. “Hangi renkle boyayacağız ? ” diye sormuş küçük çocuk. “Hangi renkle istersen onunla” demiş öğretmeni. “Eğer herkes aynı resmi çizerse, aynı renkle boyarsa, kimin yaptığını nasıl anlayabilirim ?” demiş öğretmeni. “Bilmiyorum” demiş küçük çocuk. Ve pembe, portakal rengi, mavi çiçekler yapmaya başlamış. Yeni okulunu çok sevmiş. Ön kapıdan sınıfa bir kapısı olmasa bile !…”

Bu öyküyü çok sevdim. Özellikle ikinci paragrafta 1 Mayıs 1985 günü verdiğim kararla özel sektöre geçişimi ve bir yıl sonra SSTC ile tanışmamı anımsadım. Mayısın ilk günleriydi. Sevgili Alev’le birlikte Manisa’da Ahmet’in tarlasındaki bir yabancı ot ilacının tarla gününe gitmiştim. Birden mikrofonu elime tutuşturan Alev “Hadi sen anlat” dediğinde şaşırmıştım. Onaltı yıllık Enstitü iş yaşamımda yabancı ot ilacıyla pek ilgilenmemiştim. Hele hele özel sektörün çok duyarlı bir satış destek eylemi olan “demo ve tarla günü”nün önemini bile o anda yeterince kavradığımı sanmıyorum. Böyle başlamıştı CINOS sürecim ve SSTC prensipleriyle başarı formülümün sağ tarafındaki “10S” in tüm gereklerini yerine getirmeye gayret ettim. Hâlâ da “bilginin de zekatı vardır” düşüncesiyle yardımcı olmaya çalışıyorum.

Nice öğrenme yolculuklarınızın hep aydınlık yollarda esenlikler içinde geçmesi dileklerimle.

Öykücü