Yaşam Büfesinde “MIND”

“…Şu öğütlerimi yaz kafana … / Düşüncelerinin ağzı, dili olmayacak; / Aşırı hiçbir düşüncenin ardına düşmek yok. / Teklifsiz ol, bayağı olma / Dostlarının arasında denenmiş olanları / Çelik halatlarla bağla yüreğine. / Ama her zıpçıktı, acemi çaylak arkadaşı da / El üstünde tutup elini kirletme…”

Merhaba

Ağustos ayı bloğumdaki yazılar açısından çok verimsiz geçti. Yaz rehaveti olsa gerek. Aynı gerekçeyi geçen gün bir iletimde,bir satış sorumlusuna da yazınca, ilk amirinden yanıt geldi. Yarın bu konuyu ele alıp DANS etmeye çalışacağız. Ritmi tutturmak için gerekirse Johari Penceresi‘nde de buluşacağız.

Yazımın başlığını neden MIND koydum ve ne demek istedim ?

Basit bir sözcük olan “MIND”  birkaç kez iş yaşamımda “key word” oldu. Hele bir de basamakları hızla tırmanan genç yöneticiyle limoni bir havada Mısır’da yapılacak sunumda ortak kavrama ulaşmaya çalışırken sonuna bir de “SET” alıp yine karşımdaydı bu sözcük. Bana sorulan sorunun yanıtı “MIND-SET” in yeni bir “Bakış Açısı” olarak kabullenilmiş oluşu, Mısır öncesi gerilen ilişkileri yumuşatmaya yetmedi. Yine de profesyonelce dokuz yıl önceki başarıyı grupça kutlamaya gölge düşürmemişti. Pazarlama Müdürlüğünü bırakıp emekli olmaya hazırlanıyordum. Meğer daha beş sene daha sürecekmiş CINOS sürecimin son evresi. Ne günlerdi ama … O gerginlikte ve grubun “MIND-SET” odağında ana mesajım “BEE” idi ama “arı”değildi. Çıta yükselmeye devam ediyordu. Ertesi yıl (2005) Rio’da yine sahnedeydim ve buz kez “CoCI/VIP-ERIC” kavramlarıyla “MIND-SET“i karıştırmayı, çomaklamayı sürdürüyordum. Sekiz yıl önce sunumlarıma çerçeve çizerken seçtiğim iki lider vardı. Bunlar, yurt dışından rahmetli Steve Jobs ve erken vefatıyla yüreğimi buran sevgili Prof.Dr.A.Kırım’dı. Her ikisinden de “Inovasyon” odaklı olarak yararlanıyordum.

Neden “MIND” sözcüğü dokuzyıl geriye götürdü ve bugüne geri getirirken hangi ortak kavramları zaman yolculuğuna çıkardı ?

Bir kere 1 Eylül 2013 ün, bugünün MIND’ının geçmiş zaman MIND‘ı ile uzaktan yakından bir ilgisi yok. Bugün ki Türkçe dört sözcüğün baş harfleri ve Ağustos’ta, Çeşme’de bizi ve mutluluklarımızı simgeliyor. Mayısta Antalya’da 68 lilerle başlayan yılın ayrıcalıklı oluşumları Ağustos’ta C13 ün en genç bireyleri ile bahçe-deniz mutluluklarını programlı kıldı. Yaşam Büfesinde sıraya girmek amacıyla yaşam becerilerini “satış amaçlı çerçeve” içinde öğrenmeye karar verip yolculuğuna çıkanlar, sırada kalma becerisini gösterirlerse, bunu hissettirirlerse karar vericiler onları üçüncü evreye davet eder. Artık bundan sonra yükselen çıtanın üstünde geçme gayretleri daha bir verimli, bereketli, kazançlı olur. Zor iştir. Ancak “emeksiz yemek olmaz“ın gerçek bir göstergesidir sırada öne geçmeye çalışırken.

Bugünün MIND‘ı, “Mustafa / İrem / Nezuş / Duru” birlikteliğinin yetmişe doğru giderken anıları süsleyen sevinçleridir. Kimi zaman koşuşturan, çoklukla akılla süslenen, Fethinin yanından, Şantiyenin Copacabana benzeri sahilinde yer alan, Marina’da kitaplaşan beraberliği daha bir çekici kılan NALİMEKS’ten “CKE” daha doğrusu “COKE” un otel serüvenine yarın resmen başlayacak olmamdır. Umutlarım ve korkularım, tıpkı Eylülün hüznü ve güzelliği gibi gelgitler içinde olsa da…

MIND‘ı oluşturan kırık ayak bileğinin nedenselliği; üç haftanın video kayıtları; İngilizce çalışırken, amaç odaklı heyecanların artışı; tercihlerin ötesinde su yüzüne çıkan gerçekler, vb daha pek çok şey aklımın kıvrımlarında birer mutluluk nedeni. Hani bazen anılardaki bir küçük obje birdenbire yüreğinizde bir kıpırtı oluşturur ve nedeni bulmaya çalışırken o küçücük anın tılsımı yok oluverir ya işte öyle bir şey. Onbeş yıl önce Nezuş’la karayolunda Malatya yollarına düştüğünde Kayseri’den sonra Pınarbaşı’ında önce yolun sola dönen virajındaki kaya parçası zaman zaman aklımda şekilleniyor ve her ne hükmetse beni sevindiriyor; ya da seksenli yılların ortalarında özel sektörlü olduğum ilk günlerde akşam üzeri Çivril’e doğru gelirken gün batışına izdüşümü düşen yol kenarındaki tek ahlat ağacı tüm yorgunluklarımda cap canlı duruyor bana ne anlatmak istiyorsa…

İşte bunun gibi Mayısta 68lileri toplarken birden gelişiveren Şükrü/Sam muhabbeti de daldan dala atlayan konularla ve çoğu da “değiştiremeyeceğimiz” ciddi memleket meseleleriyle “cesaret/sabır/bilgelik” üçlemesiyle yetmişe doğru akıl antrenmanları oluyor. Bu etkileşim daha sonra deniz kenarında Haydar-Mine eşleriyle sohbete de yansıyor. Eskilerin kahve muhabbetleri gibi Eylülde sakinleşen Çeşme’nin deniz kenarı görüşmeleri.

MIND‘ın odağında yer alan Irem (C12)’in video karelerinde kardeşinin annesi rolleri, Nezuş’la namaz kılma ritüelindeki amcası Ümit’e özel dua edişleri; İngilizce alfabe spel edişindeki sesin güzelliği ve asıl önemlisi son üç hafta bizi TRT Nağme’den Power Türk’e çevirmesi…Böylece son günlerde Soner Sarıkabadayı’yı ve “Kutsal Toprak” şarkısını da öğrenmiş oldum.

Bugün ayrı bir öneme sahip. Otuzbeş yıl önce (01.09.1975) bugün bir (MN + Erol) Ayvalık’tan dönerken Hayriye ablamızın trafik kazasında vefatından dolayı çaresizce çırpınıyorduk. Bugün onun üzüntüsü ile kahvaltımız azıcık gözyaşlıydı. Daha sonra alıştığımız program ve evimizdeki küçük konuğumuzun neşesinin yokluğunun artan hüznü de eklenince artan gözyaşları boğazımızda düğümlendi. Üstelik bir de hava soğumaz mı ? Ürperiyoruz. Suskun, durgun ve biraz da kabuğuna çekilmiş görünümdeyiz. Dün gece Urla’da veda zamanı Nezuş’un düşmesi binlerce şükür ki ciddi bir sonuç yaratmadı. Verilmiş sadakamız varmış.

MIND‘ın İrem’inin İngilizce çalıştığı kitapçıkta bir sayfa vardı. Evin bireylerini ayrı odalarda neler yaptıklarını anlatıyordu. Buna ait taradığım sayfayı bu yazımın görseli olarak veriyorum. Orada birkaç mesaj var. İlki kitabı yazıp programa alanların ne yapmak istediklerine dair kuşkularım. Göreceğiniz gibi anneyi oturma odasında televizyon seyrettirirken, babayı mutfağa sokup yemek yaptırıyor. Şimdi bu yaklaşımı İngilizce öğretme adına kafalara işleyen düşünce; masum mu ? Dikkatsiz mi ? Duyarsız mı ? Yoksa bir amacın peşinde mi ? Bugün, bununla farkına varmadan tıpkı ellili (altmışlı) yıllardaki “Piknik” filmine (Kim Novak) yerleştirildiği söylenen, gözün göremediği  hızlı akan karelerle yeme iştahını artıran kötü amaç gibi burada da bir şeyler mi oluyor ? Yoksa sevgili EK’ın “Volkan neden ayrıldı ?”  sorusuna “Kornişon yetiştirmeye gitmiştir” açıklamam üzerine dik dik bakıp sertçe “Mustafa bey siz de öküzün altında buzağı aramayın” deyişindeki gibi bir durum mu var bende ?

Gelelim ikinci ve asıl değinmek istediğim mesaja; yazar bu kez MIND‘ın İrem’ine soruyor yazar: Sen bu evin neresindesin ve ne yapıyorsun ? Yanıt hızlı ve net. Hiç düşünmüyor. Ne annesi ile birlikte televizyon seyretme rahatlığında, ne kardeşi ile beraber banyoda oyun oynama hevesinde; ne de yatak odasında abisinin yaptığı dansa katılmak istiyor. Çok net kendini mutfağa yerleştiriyor. Bunda iki temel neden var. Birincisi öne çıkan, aşırı baba bağlılığı, diğeri de hep ortaya koyduğu mutfakta bir şeyler yapma, yaratma hevesi. Nezuş’la birlikte börek açıp, kek yapıyor, kurabiye yapıyor.

Böyle bakınca, hele bir de COKE’un onun için somutlaştırdığım otel seçeneğini dillendirdikçe daha bir fazla Nezuşlaşıyor. Onu Nezuş’la özdeşleştiren üç temel özellik var benim algılarımda:

1.Sonuna kadar giden, istediğini elde edinceye kadar tüm karşı çıkışları etkilenmeksizin görmezden gelen inatçılığı tıpkı Nezuş;

2.Dost canlısı olup her zaman her yerde hemen bir arkadaş edinmesi ve hep gezgen oluşuyla tıpkı Nezuş ve

3.Mutfak tutkusuyla, bir şeyler yapma, yaratma hevesiyle tıpkı Nezuş.

Görelim Mevlam neyler; neylerse güzel eyler. Allah yolunu ve bahtını açık etsin; ABİDE’mizin herbireyine sağlık ve esenlikler içinde hep aydınlık yollarda nice öğrenme yolculukları, ustalık yolculukları nasip etsin.

Yazımın girişindeki şiir, Hamlet’ten alıntıdır ve devamını vererek yazımı bitirmek istiyorum:

“…Şu öğütlerimi yaz kafana … / Düşüncelerinin ağzı, dili olmayacak; / Aşırı hiçbir düşüncenin ardına düşmek yok. / Teklifsiz ol, bayağı olma / Dostlarının arasında denenmiş olanları / Çelik halatlarla bağla yüreğine. / Ama her zıpçıktı, acemi çaylak arkadaşı da / El üstünde tutup elini kirletme. /

Kavga etmekten sakın, ama ettin mi de / Öylesine etki korksunlar senden. / Herkese kulağını ver, sesini verme. / Herkese akıl danış, kendi aklını sakla. /

Kesenin elverdiği kadar giyin, / Zengin ama gösterişsiz olsun giydiğin. / Sakla vücudunun en güzel yerlerini sevdiğine. / Ne borç ver, ne de borç al; çünkü borç vermek / Çok kez hem paranı yitirmektir hem de dostunu. /

Her şeyden önce de kendi kendinle doğru ol. / O zaman gece gündüze varır gibi, / Sen de aldatmaz olursun kimseyi… / Dualarım, öğütlerim seninle olsun…”

Güzel söylemiş Bay Shakespeare.

Sizin de MIND‘larınızı şekillendiren nice sevdiklerinizle hep aydınlık yollarda geçsin Yaşam Büfesinde sıraya girme, sırada kalma ve sırada önce geçme mücadeleleriniz ve tercihleriniz hep güzelliklere götürsün sizi.

Öykücü