Yaşam Büfesinde “Korku Çemberi”

“…Yaklaşık beş yüz kişi vardı. Çoğunluğu (%70) hanımdı. Yaş ortalaması 35 in altındaydı. Herkes davetiyeli idi (ben hariç). İki seans olarak gün boyu sürdü. Öğle yemeğini çevredeki bir sandviççide yedim. Herkes kendini sohbete verdi; meditasyon yaptı. Keyfini çıkardı. Mutlu mesut geri döndü. Komşu arkadaşlıkları oluştu kendiliğinden. Ben en önde, hem kaçak yolcu hem elinde kamera “anlatmak için, öğretmek için öğrenmeye çalıştım”. Bay Robin mutlaka bu görüntümü sevmedi. Üç yıl sonra benzer video kaydını Antalya’da veda toplantısında yaptığımda Acar hoca hoşlanmadığını açıkca söylemişti. Farkındayım. Biraz önce çatıya çıkıp “Yaşamdan Ders Almak” kitapçığını ararken Robin ve Acar’ın üçer kasetlik video kayıtlarına dalıp gittim. Mesajları anımsamaya çalıştım. Yaklaşık beş saat süren Robin beyin konferansından çok keyif aldım. Ona ait bir görüntü ve mesajı aynı yıl Prag’ta yaptığım sunumda “İki kel,iki kıl” çerçevesinde dillendirmiştim…”

Merhaba

Bugün Ramazanın ortası sayılır. Sakin ve Ağustos böceklerinin baskın olduğu güzel bir pazar sabahı. Bu hafta özel konuklarla iftar yemeklerimiz birbirinden güzeldi. Yaşı doksana yaklaşan Mehmet Ali abi ve eşiyle olan yemeğimizde veda vakti geldiğinde açılan sohbet Kançeşme, Alman Kulesi, Cico Berber, İsmet Uç’un kahvesi, Camlı Kahve, Hamam Sokağı, Behlül vb ortak anılara takılınca gecenin bir vakti olmuş ve Nezuş’un sahuruna çok az zaman kalmıştı. Dün de Eray’larla iftarımızda sohbet Poteplika, Kulak çorbası, Çığırtma gibi yerel yemeklerin keyif veren sohbetleri eşliğinde bir başka güzeldi. Biz burada, Çeşme’de kâh Fetinin yanındaki denizde ve ada yürüyüşünde, kâh çimlerde ve hamakta yetmişe doğru olan günlük yorgunluklarımızı bir biçimde, huzurla giderirken elli dereceyi aşan sıcakta Pakistan’da bunlar için ödenen bedelleri düşünüp dualarımızla destek olmaya çalışıyoruz. Hep dediğimiz gibi “Her işin bedeli var. Hiçbir emek boşa gitmiyor ve emeksiz yemek olmuyor”. Binlerce şükür.

Bu arada elektronik postalarım oldukça azaldı. Hem filtrasyondan dolayı hem de ben seçici davrandığımdan ve sadece “postacılık (fyi)” edenlerle ilişkiyi geliştirmeye çalışmadığımdan dolayı. Sürmekte olan ve her adımında bir “katma değer” bulunan Sam’in iletilerinden çok şeyler öğreniyorum. Her şeyden önce Sam’in sahip olduğu “hazine“nin farkına varıyorum. Erken bulunan ve fakat kadri kıymeti bilinmeyen beş yıllık arkadaşlığın aradaki kırk yıllık boşluktan sonra bu yıl yeniden şekillenen ve “paylaşılan dostluk” a dönüşen iletişimlerin en son kırıntılarında neler görüyorum ?

“… 15.07.2013 SK dan MC a/ ….Kaldı ki türkçe *uralo-altaic* denen ve kalıbı bambaşka olan bir grup içindedir. Bu gruba, son zamanlarda Fince, Macarca yanında *Basque* lisanı da ilave edilmiştir. İşte Anadolu çocuklarının, okul sıralarında bir yabancı lisan öğrenmekte bocalamalarının ana sebebi  bu kalıp içinden çıkmakta güçlük çekmeleridir. Mesela Hollanda veya İsveç-Norveç’te  bir aile içinde, kalıp aynı olduğu için, almanca-İngilizce-Fransızca-İspanyolca-Yunanca-İtalyanca ile birlikte 3-4 lisanda dertlerini anlatmaları her zaman görülen bir vakıadır. Çok selam ve sevgilerimle…

Sevgili Sam, internette dolaşan ve 68li grubumuzun da sadece postacılıkla devreye girdikleri dil öğrenme tartışmasına bir uzmanın görüşlerine yorum getirince sözcüklerden etkileniyorum. Ben de bir şeyler söylemek istiyorum. Ama öyle Sam gibi Kanada’nın zor koşullarında kırk yılda (ve kuşkusuz öncesindeki fakülte yıllarında) zor koşulların zorunlu öğrenme yolculuklarında damıtılan benzer bir birikime sahip olmadığım için “seni gördüm, seni duydum, seni önemsiyorum, vb” mesajları iletmek için kendimce bir yol seçiyorum ve

“…aynı gün, geç kalmadan yanıt yazıyorum ve

Sevgili Sam

Yanıtlarken “dil” değil meramım. Aşağıdaki ileti trafiğine bakıp ( 4 Temmuz Celal, aynı gün Yunus Emre ve on gün sonra 14 Temmuz’da Şengün) iletişimde sadece “postacılık” yapanlara takılıyor aklım. Ta ki sana gelinceye kadar; sen bugün bu iletinin trafiğine girince bana ek olarak “sujet-verbe-complément” kalıbını(n adını) öğretirken “İngilizce” demişsin ki ben buna bakıp Fransızca’ya benzetiyorum. Aslında ben ne yapıyorum? Sam’in bana gönderirken içine “değer” kattığı mesajı okuduğumu ve bana yansımları olduğunu ifade etmeye çalışıyorum.

Belki diğerleri bana/bize bakıp “boş gezenin boş kalfası” yakıştırması da yapıyorlardır. Yapsınlar; yetmişe doğru giderken hiçbir şey sürpriz gelmiyor insana. Selam ve sevgilerimle…”

Gördüğünüz gibi iletişim sürsün istiyorum ve iletinin içinden bir yer seçip yeni bir odak yaratmaya çalışıyorum (” İngilizce demişsin ama bence o Fransızca gibi ve amacım da “mesajlarına önem verip dikkatlice okuyorum görüyor musun ?” demek istiyorum).

Gerçekten de hiçbir emek boşa gitmiyor ve Sam aynı gün yanıt yazıyor. İçtenlikle diyor ki;

“… Son e-mail’imde ingilizce kalıbını tarif ederken  kalıbı *sujet-verbe-complément* olarak Fransızca yazmışım. Tekrar okuyunca farkettim. Özür dilerim, sen derhal anlamışsın, zaten. Benim tek aradığım şey, fikir teatisi. Yunan ve Romalı  filozofları fikir teatilerini hamamlarda terleyip yıkanırken yaparlarmış. Adamlar ne deha imişler ki bugün bile , ölmez eserlerini tekrar tekrar okumaktan bıkmıyoruz. İnşallah bir gün oturur, çocukluk anılarımızı yaad ederiz. Benim çocukluğum izleri de hala aynı tazeliği ile hafızamdadır. Çok selam ve sevgilerimle. Sam (nedense, bu ismi 1979’dan beri benşmsedim)…”

Konu çocukluk ve dünden yarınlara uzanan yolda beraber olabilmenin olanaklarını aramak olunca (ki yaşam büfesinde sıraya girme çabaları sürdükçe ve Sam pek yakında yeniden Florida-Key West’e dönecek olunca bu özlem sadece satırlarda kalacak demektir) mesajlarımı yoğunlaştırmaya çalışıyorum ve sadece bir gün sonra;

“…Merhaba Sam

Çocukluk anıları gündeme düşmeye başladığında “bugün, dünden güç bularak yarına uzanmaya çalışıyor” demektir (bence). Sanırım “upclose and personal” filmindeydi ve R.Redford şöyle diyordu “Yaşadığınız hergün hak ettiğinizin bir fazlasıdır”. Şimdi bakıyorum da Pazartesi-Cuma arasında günlerin nasıl geçtiğini anlamıyorum. Hafta sonlarında “C13 (13 Copcu)” beraberlikleri sahip olduğum değerleri ve bunları korumak ve geliştirmek adına neler yapabileceğimle dolu dolu geçiyor. Dilimden düşmeyen “binlerce şükür ve daha ne ister insan !”.

Grubumuza bakıp bir yargıya varıyorsun ve bu arada “çiftçiyle iletişimde başarılı olmak” konusunu da bir kriter gibi düşünüyorsun. Bu açıdan aşağıdaki fotoğrafı ekledim (Nevşehir patates tarlalarında bir demonstrasyon sonrası tarla günündeyim 2000). Kırk yılı aşkın sürede etkili olarak uygulamaya çalıştığım “ziraat mühendisliği”mde arabamın bagajında “tulum ve tulumba” hiç eksik olmadı. Böylece içerik ve kapsam kadar uslub ve stile sözcük ve ses gücü yanında,  beden dilini etkin olarak katmaya çalıştım. Selam ve sevgilerimle, yolun hep aydınlık olsun Sevgili Sam….”

ve anında Sam’den yanıt geliyor;

“Resimden gurur duydum, Mustafa. *ziraat mühendisi*yim deme cesaretini alan bir meslektaşımın tarla-iş tulumunun her zaman yanında olması lazım. Ve aynı zamanda *hitabet kabiliyeti*ni de geliştirmiş olması lazım, 70 yaşlarının çooooooook öncesinden…………………… *Erdoğan*ın o zirveye çıkıp kendini dinlettirecek kitleleri etrafına * koyun sürüsü* gibi toplamasının sırrı da oradadır. Teknik olarak adam haklı, *Ben sandıktan çıkan milli iradenin temsilcisiyim* diyor. Milli irade uyanmadıkça da bu memleket ve millet böyle yönetilmeye devam edecektir. Selam ve sevgilerimle. Sam…”

ve şimdi iletişimde “anahtar sözcük” seçiyorum ve “uyanmak” sözcüğüne karar veriyorum (17.07.2013).

…Sevgili Sam

Çok sevdiğim iki İngilizce sözcük var: Awaking ve Awareness

Benim anlamak istediğim şekliyle “gafletten uyanmak ve farkındalık geliştirmek” ve kabul etmek gerekir ki aşağıda sözünü ettiğin malum şahıs (ki ben ona yalan söylediği zaman burnu uzamadığı için son yazılarımdan birinde “Oriyental Pinokyo” demiştim) karizmatik bir yapıya sahip. Onun liderliğinde iyi bir geleceğe gidiyor gibi görünmesek de el mahkum. Kahrolduğum husus karşısında etkili bir muhalefet yok; cemaatlerin çatışması da pek su yüzüne çıkmıyor ve USA’daki hoca efendiyi de (şimdilik) idare ediyorlar. Görelim Mevlam neyler; neylerse güzel eyler. Selam ve sevgilerimle…”

ve Sam katkılarını, katma değerlerini odak noktasında sürdürüyor.

“… 1923’te ancak temelı atılabilen cumhuriyet ve demokrasi anlayışları, çok partili sisteme girişle birlikte, sahte demokrasi tellallarının ortaya çıkmasıyla  yozlaşmaya başladı. *Awaking* ve *Awareness*  mefhumlarını anlamaktan aciz Anadolu halkına bu konuda en büyük aydınlatma kaynağı olacak *Köy Enstitüleri*ni yıkan bir avuç yobaz bu gün  iktidarda olan sahte demokrasi tellallarına zemin hazırladılar. Güya, islamiyet propagandası yapan hoca hazretleri de genel merkezini, bize gavur diye öğretilen bir ülkenin Pensylvania eyaletine yerleştirmistir. Madem bu hazret bu kadar müslüman da, neden Mekke-Medine veya Kudüs’ten vaızlarını verememektedir ? *Hypocrisy* iste burada başlıyor. Ve Anadolu halkı da burada bu iki ingilizce kelimenin değerini anlamadıkça, * bir somun ekmek ve bir bardak soğuk su *ya  *Allaha şükür* demeye devam edecektir.

Bugünkü bir TV haberi  : *Iğdır’da bir caminin 500 metre karelik halıları çalınmış*. Anadolu halkı bu haberi * Allah’ın, uyurken ayağındaki pantalonunu çalmışlar * diyebilecek  *awaking ve awareness* seviyesine yükselmedikçe, sahte demokrasi tellalları dünyanın her tarafında ve yönetimlerinde en yüksek mertebelerde cirit atmaya devam edeceklerdir. Neymiş, halkçı ( komünist ) sistemlerde din hürriyeti yokmuş…. Aslında ise, sahte din tellallığı yok !! İrem torunumuz, yerden göğe kadar haklı , o soruyu sormakta. Biz masum insanlara çocukluktan itibaren neler öğretilmiyor ki !! Kaldı ki islamiyet adına, yüzyıllardır, şeyhülislam dediğimiz dini liderler, Allah adına, ne masum insanların kellelerinin kesilmesi fetvalarını vermişlerdir. Haydi, hayırlısı, çok selam ve sevgilerimle…”

Sam gerçekten de bir hazine. Bu görüşmeleri burada kesiyorum. Çünkü amacım bu iletişimin şekillendirdiği çerçeve içinde sürüp giden görüş paylaşımı beni 2007 yılında Amsterdam’da yapılan mesleğimle ilgili bir konferansta ortaya konan “Korku Çemberi” ne ondan bir yıl önce İstanbul’da Borusan’ın konser salonunda beş saat süren Bay Robin Sharma‘nın “awaking yourself” isimli sohbete götürdü. İlkinden bir slayt yaptım. Bugünlerde özelleştirdiğimiz seçilmiş müşteri ziyaretinde Kurumsal Satış Sorumlumuzun (EG) sahrada oriyentasyonunun bir yerinde bulunsun için. Yaz rehavetine karşın Ç….taş (TA) ve L..y T…vel’de kabul gören görüşme taleplerimiz yanında yirmibeş yıllık dostluğun (AT) “çok meşgulüm abicim,uygun olduğunda haber vereceğim” de açık/gizli mesaj : Başından savmak ve belki de TE in etkisiyle…İşte bu uzayıp giden suskunluk süreci beni 2007 de Amsterdam’da yapılan konferansta ortaya konan “Korku Çemberi” slaytına götürdü.

Robin’le Amsterdam toplantısı arasındaki ortak sözcük “korkularımız“.  TA ın önermesi ile başlayan yeni bir dostluk ve hangi korkuların tetiklediği AT ın geri adımına baktığımda 07.09.2006 da İstanbul’da Robin aynen şöyle diyordu …Liderlik sizinle başlar. Bunun için önce korkularınızla yüzleşin, üzerine gidin ve korkularınızı aşın. Korkuya doğru koşun ve çocuk olun. Liderliğin en önemli özelliklerinden biri çocuk olmaktır. Çocukluk korkusuzluktur ve kolay iletişim kurmaktır. Dışarıdaki yaşam için içsel mutluluktan ödün vermeyin…”

Sevgili Sam yolun hep aydınlık olsun; sağlık ve esenlikler içinde kal.

Öykücü