“… Hayatta zor işler, kolay işler var; bunları ayıran insan olmak zor. Bilgiçlik taslamak, konuşmak kolay; az ve öz konuşup susan olmak zor. Akıl vermek kolay, iş bozmak kolay; bozuğu onaran insan olmak zor. Niyet etmek kolay, başlamak kolay;bir işi bitiren insan olmak zor...”
Merhaba
“Kolay” ve “Zor” deyişi böylece devam ediyor. Devamını yazımın ilerleyen kısımlarında veririm. Dün gibi bugün yine Balçova’da beklerken yazıyorum. Dünkü yazımdan bir saat sonra eve dönerken sahil bulvarında anlamsız bir trafik kazasına karıştım. Belki de tüm trafik kazaları olup bittikten sonra anlamsız gelmektedir. Kimi zaman sahip olduğunuz ve bazen şükürlerinizi yeterince yinelemediğiniz sevgi yumaklarınızı görebilmek için bu tür kazalar resmin tamamında ayrı bir anlam taşıyor. Anında yakından ve uzaktan gelen telefonlar sıradan geçmiş olsunun ötesinde ufuklar gösterirken akşam yemeğinizin zenginleştiğini de görüyorsunuz. Böyle olunca da ne Çarşamba akşamının “Kuzey ve Güney”i ne de sabahın seher vaktinde Bostanlı sahilinde sabah yürüyüşüne dinç hazırlayan gecenin deliksiz uykusu hasar görmüyor. Bir ara İsabey’in Premium’unu bu defa enocta’lı kadehlerde içsek hevesi gelişse de Kaan ve Eren’in eşliğindeki sofranın ambiansı bunu bu akşam için gereksiz kılıp erteliyor. Daha ne ister insan !
Sadece şimdi “sıfır hipotezi“ne daha çok inanıyorum. Dün “Nisan aşkları” şeklinde çerçevelediğim ve “…den dolayı mutluyum” sözlerini çokca yinelediğim yazımın sonrasında “mutluluk ve hüzün dengesi“nde sıfıra erişme olgusunun ne kadarının kader ne kadarının da kaderin öncülü kullanım hatası olduğunun ayırdına varmak için aklım ve yüreğim çaba göstermiyor. Aslında buna gerek olduğuna da inanmıyorum. Herneyse; geçmiş olsun.
Kolay mı zor mu ?
Üçyıl önceydi. CINOS (Ciba Novartis Syngenta) un iki düzine yıllık ustalık yolculuğunu tamamlamıştım. MAS (Mustafa Artık Serbest) laşmaya karar vermiştim. Aklım SSTC öğrenme yolculuklarında sahip olduklarımı hevesle, içtenlikle çevreme aktarabilmekti. Fırsat kendiliğinden gelişmiş ve PLN ile başlayan Ocak 2009 yolculuğum Şubatta Kemalpaşa taraflarına düşmüştü. Sevgili Mehmet’i ziyaretimde Faruk ile tanışmış ve bir hafta sonra SSTC odaklı yaklaşım bu kez yine bu çerçeve içinde “danışmanlık” rolüne dönmüştü. Kendime bir yıllık süre tanımıştım. Temmuz 2011 e geldiğimizde bu süre yirmisekiz aya çıkmıştı. Özgür ve özgün bence isteklisine öğreten günlerdi. İşte o süreci başlatan mart 2009 un ilk haftasında sevgili Bekir’in odasında üst yönetimle tesadüfen bir araya gelmiştim. Elimde kamera hazırdı. Mükemmel bir SSTC demo uygulaması olanağı vardı. Şirketin özellikleri netti. Zengin portföy; modern üretim tesisi; kalite kontrol laboratuvarı; yaygın satış ağı ve bu ağı destekleyen seçilmiş distribütör desteği; teknik kadro; etkili satış destek çalışmaları… Baktığı kadar gören göz için daha nice özellik saymak olanaklı… Önemli olan tüm bu özelliklerden müşteriler için gerçekçi, geçerli, kabul edilebilir, güncel, yerel, etkili, net bir mesaj, bir fayda türetmek ve hemen ardından da bunu tüm çalışanların dilinde pelesenk etmek gerekiyordu. Hani hep söylenir ya; un var, şeker var, sadece helva yapmak için birazcık usta daha doğrusu SSTC öğretilerini alıp alışkanlık haline getirmiş usta bir bakış gerekiyordu. Beklerde oynayan Bekir, Hasan ve Selçuk üçlüsüne, ileri hatta santrafor etkili Mehmet’e sordum bunlardan nasıl bir fayda türetilebileceğini… Yanıtlarını kaydettim. Söylerken tekleyen kısımları kamera arkası olarak çıkardım ve “neden geldim” başlıklı kısa bir montaj film yaptım. Bu film bugün hâlâ arşivimde SSTC İzleme Çalıştayları adına önemle yerini korumaktadır ki içinde karşıt bir sorunun bana soruluş biçimi de çok anlamlıdır. Ogün yeni tanıdığım ve ikiyılı aşkın sürede o şirket adına en önemli görevi üstlenip kimi zaman en acımasız eleştiriyi yapabilen Bay Selçuk’un bana dönüp de SSTC nin bu temel öğretisinde sorduğu soru işte bugün bu yazımın başlığının nedenidir: “Zor mu kolay mı ?”. Kimi zaman bu ikiliyi tekerleme gibi söylerken sessizce içimden hemen bir uyak gelişiveriyor “yaş mı kuru mu ?” diye ki 1992 Eylülünde çatışmalarımın hedefinde yer alan sevgili Volkan’ın “dirty mind” dediği de bu olsa gerek.
Sözün özü; “zor mu kolay mı ?” tıpkı “avucunuzdaki kelebek” de sevgili A.Şerif İzgören’in dediği gibi “senin ellerinde“. Sana bağlı…Tıpkı dünkü trafik kazasının hemen sonrasında Nezuş’un dediği gibi sararan yüzümden sonra telefon destekleri ve özel akşam yemeği beraberliğinde hemen artan duygusal mutluluğum gibi ki bu duygusal yüklenim beni şimdi yine Görgülügillerin kitabında yer alan “aşk markaları“nın sahibi bay Kevin Roberts‘a götürüyor.
Motivason, duygusallık ve pazarlama üçlüsünde dün ve bugün nasıl şekilleniyor ?
“Bir işi başarmak için önce hissetmek zorundasınız” diyor Görgülügiller Roberts adına. “Pazarlamacılar tüketicinin birşeyi satın almasına yardımcı olmaya çalışıyorlar. Bunun için de duygu şart. İnsanları gerekçeler değil duygular hareket geçirir. Kararlarımızın %80 nini duygularla alırız. Buna karşılık iletişim araçlarının %80 i mantık üzerine kurulmuştur. Bu derin bir çelişkidir” diyor Bay Roberts. Bu kadar yeter. Çünkü şimdi yine duygularım aklımı Lise yıllarında izlediğim P.Newman’ın “Haydut” filmibe götürüyor. Bir Meksika kasabasında işlenen cinayeti her tanık farklı biçimde anlatır o filmde ve sonunda ana mesaj “insanlar olaylar karşısında gördüklerini değil hissettiklerini anlatırlar” .
İşte duyguların bu artan etkisi nedeniyle bir zamanlar A.Maslow‘un “ihtiyaçlar hiyerarşisi” ya da “motivasyon piramidi” nin tabanında %35 ve %45 lik payla toplam %80 önem taşıyan “temel ve fizyolojik güven” ihtiyacı daha on sene önce Kardüz hocanın gösterdiği gibi %20 e düşmüş ve %80 lik payı piramidin üst sıralarında yer alan “sosyal, sevgi ve yaratıcılık” gibi duygu öncelikli gereksinimler yer almıştır. O halde…Yine Roberts’a kulak verelim ve “Mantık insanları sonuca götürür; duygu ise eyleme geçirir ve satın alma amaçlı eylemleri etkili kılmak için pazarlamada olduğumuzu unutmayalım” deyişine dikkat edip sakin Seneca’nın konuşmasından sonra senatörlerin yaptığı gibi “ne duruyoruz hadi savaşa gidelim” diyecek duygu yükünü SSTC öğretileriyle etkinleştirelim. “Kolay mı zor mu ?”… Senin ellerinde. SMART’ını görelim.
“Hayatta zor işler, kolay işler var; bunları ayıran insan olmak zor. Bilgiçlik taslamak, konuşmak kolay; az ve öz konuşup susan olmak zor. Akıl vermek kolay, iş bozmak kolay; bozuğu onaran insan olmak zor. Niyet etmek kolay, başlamak kolay;bir işi bitiren insan olmak zor. Almak kolay, benlik bencillik kolay; alan insan değil, veren insan olmak zor. Merak kolay, seyretmek kolay; bakan insan değil, gören insan olmak zor. Kazanç kolay, servet, zenginlik kolay; Vicdanlı, namuslu patron olmak zor. Yemin etmek kolay, söz vermek kolay; verdiği sözde duran olmak zor. Seçilmek, yükselmek, baş olmak kolay; sahtekar baskıyı kıran olmak zor. Hile, yalan, riya, kalleşlik kolay; doğru olmak içten insan olmak zor. Kan akıtmak kolay, acıtmak kolay; acıyan yarayı saran olmak zor. Nefse uymak kolay, hırslanmak kolay; nefsini, hırsını yenen olmak zor. Yuva kurmak, evlenmek kolay; yuvada huzura eren olmak zor. Yaşam kolay, doğmak, yaşlanmak kolay; insanca yaşlanmak, insan olmak zor.”
Nice zorlukların öğretileriyle geçen yolculuklarınızın ehp aydınlık yollarda kolaylaşması dileklerimle.
Öykücü