Yaşam Büfesinde “Guguk Kuşu Yatırımı”

“… Kuvars hareketini İsviçre saat sanayii keşfetti; ama bu keşfin varolan pazarlarını öldüreceğini sandıkları için onu kullanmadılar. Kuvars hareketini herkes kullanabilirdi, oysa küçük dişli çarkları ve yayları yapma becerisine ancak İsviçreliler sahipti. Bu beceri odağında ısrar ettiler. Düşünceleri doğru, ama stratejileri yanlış çıktı. Japonya ve Hong Kong’taki saatçiler kuvars hareketini hemen kaptılar ve bir yıl içinde İsviçre saatlerinin satışı %25 düştü. İsviçre saat sanayini kurtaran şey…”

 

Merhaba

Geçen gün bir seminer teklifi aldım. Sevindim. Sektörümün dışından gelen bir talepti. Benden “Blue Ocean Strategy” konusunda bir söyleşi istediler. Sevincim bir kat daha arttı. Bu istek beni önce beş yıl geriye götürdü. Kendimi Paris’in doksan kilometre kuzeyindeki bir şatonun ormanlarında yaptığım “sezgi yürüyüşü“nde buldum. Beşyıl önce kurumum kendi kulvarını çizerken, gelişen pazarda “kapasite ve kapabilite” artışı sağlamada omurgalı bir yapıyı bir çerçeveye oturturken beni de seçilenler arasına almış ve Paris’e göndermişti. Bu ustalık yolculuğuna çağırırken bir uyarısı vardı. “Good to Great“i oku da gel diyordu. Paris dönüşünde öğrenme ve gelişme yolculuklarında “metafor“ların rolünü daha iyi anlamıştım. Çerçeve’nin içini kişisel ve kurumsal kalkanlarla zenginleştirirken, önce kendini yönetmeyi öğretirken, Johari Penceresi’nde buluştururken hep yinelediğim temel soruya yanıt arıyordu gönüllü liderler ve koçlar. Bu beraberlikte Jim Amca’nın yumurtası, otobüsü, kirpisi ve volanı ile iş yaşamını sadeleştirmeye ve etkinleştirmeye çalışıyorlardı. Türkiye’ye döner dönmez Çeşme, Abant, Çorlu ve Adana’da yinelediğimiz benzer yerel yolculuklarla öğrenip inandıklarımızı pekiştiriyorduk.

Bu nedenle beni Kim Amca’nın “Mavi Okyanus Stratejisi“de buluşmaya çağıran gruba ilk mesajım “Good to Great” ile yola çıkacağız demek oldu. Çünkü biz beş yıl önce Jim Amca’nın öğretileriyle omurgalı çerçevemizi çizmiş ve bize özgün liderlik modelini yirmibin kişiyle paylaşırken birinci ve ikinci adımları tamamlamıştık. Bir yıl sonra öğrenip paylaştıklarımızı pekiştirmek ve üçüncü adıma taşımak için kendimizi geliştirmeye çalışırken bize önerilen kitap bu kez “Mavi Okyanus Stratejisi” kitabı olmuştu. Aradan dört yıl geçti. Ben kurum değiştirdim. Bu kez nehrin diğer yanından olaylara ve olgulara bakıyordum. Farklılıklardan daha çok benzerlikler görüyordum. Bu nedenle son dört yılda SSTC Öğrenme yolculuklarımın sonuna “Mavi Okyanus Stratejisi“nin ana fikri olan “VIP” kavramını ekliyordum. Kavrama meraklı olan ben duramıyordum. VIP’in bu kez açılımı “Value Innovation Programs” idi. Bu açılım beni doğrudan Bay Bono’nun “Kavram Üretme Merkezi” düşüncesine götürüyordu.”VIP” sadece bir başlangıçtı ve “Inovasyon” un bir başka ifadesiydi. Bir adım ötesinde “ERIC / Eliminate Reduce Increase Create : Yoket Azalt Artır Yarat” yer alıyordu. Hatta beş yıl önce Rio’daki sunumumda daha “Mavi Okyanus Stratejisi” ile tanışmadan tahtaya “CoCI” diye yazmıştım. Bunun açılımı da “Co-Create Innovation/Hep Birlikte Yenilikçiliği Yaratalım” idi. Bunu da 1997 yılında HBR (Harvard İş Okulu Öyküleri) serisinden MIT‘li iki profesörün bir makalesinden esinlenmiştim. Bunlar Prof.Kim ve Renee idi. Bugün ikisi de Fransa’da INSEAD İş Okulu’ndalar (chan.kim@insead.edu) . Dört yıl önce Prag’ta toplanmazdan hemen önce kurumsal öğrenme yolculuğumuzun başvuru kitabıydı “Mavi Okyanus Stratejisi“. Onüç yıl önce bu ikili HBR de “Fair Process/Adil Süreç” yaklaşımını ortaya koyuyorlardı. Bunu da SSTC nin kapanışında işliyorum. İnternette “HBR best of 1997” başlığı ile bu ikilinin “adil sürec“e bakışlarını daha detaylı bulabilirsiniz. Onlar “Fair Process” i üç aşamalı tanımlarlar.Bunlar,

1.Engagement

2.Explanation

3.Expectation‘dır. Şu orijinal tümcelerinde bakışın temelini görebilirsiniz. “People care about decissions you make, but they are even more about the process you used along way“. Demek istiyorlar ki “insanlar kararlarınıza önem verirler; ancak bu kararların oluşumundaki sürece daha fazla önem verirler“. İşte SSTC nin ilk adımın başlarında ve ikinci adım öğrenme yolculuğu sonlarında “iyi satışçı satmaz; satın almasına yardımcı olur” deriz. Çünkü alıcı, sonucun kendi inisiyatifi ile gerçekleştiğine, karar vericinin kendisi olduğuna, eskilerin deyimiyle emr-i vaki olmadığına inanmak ister.

Dün ve bugün Çeşme’nin Eylül güzelliğinde deniz kenarında okumaya daldığımda baktım ki daha da gerilere gitmişim ve ASM (Agronomy Services Manager) leştirilmeye çalıştığım süreçte elimden düşmeyen Edward De Bono Amcanın “Sur/Petition“a yönelmişim. Belki de bu yirminci okuyuşum. Okumaktan öteye karalama defterine dönüştürmem. Bu mükemmel kitap 1991 de yazılmış. Bu kadar mı güzel olur. Yirmi yıl önce bugünlere bakmış ve öngörülerini tam tutturmuş. Bay Bono’yu ilk kez Prof.D.Gökçe‘nin Meksika dönüşü (!) Güneş Gazetesi’ndeki köşesindeki yazısında tanımıştım. Yine Bay Bono’nun “Lateral Thinking/Yanlamasına Düşünme” isimli kitabından bahsederken “tefecinin kesesindeki beyaz taş” örneğini çok beğenmiştim. Bölge müdürüydüm. Kriz yılıydı. Küçük başarılara gereksinim duyuyorduk. En küçük bir fırsatta tarihi Asansör’ün “Ceneviz Meyhanesi”nde kutlama yapıyorduk. Merkez’den beklentilerimiz gelişmiyordu. Boğaz’ın serin sularına bakıp strateji çizenler, Malabadi Köprüsü’nden geçmeye çalışan bir sahracıların bekledikleri “beyaz taş”ı keseye koymuyorlardı. Sabırlıydık. Ancak aktif inatçılığımız da sürüyordu. “Denizin Bittiği”ni düşünenler gemiyi terkediyordu. “Deli dana” sendromu yaşanıyordu. Ben de ön sıralarda saldırırken bu kez Bono Amcanın “Altı Düşünce Şapkası” kitabına göre tamamen siyahlar giyerek, hertür eleştiriye açık olduğum mesajıyla Mersin-Merit’te sahneye fırlıyordum. Herneyse ! Elli yıl önce radyoda rahmetli Feridun Fazıl Tülbentçi vardı, “Tarihten Bir Yaprak” bölümüyle anıları paylaşan. Ben de ona döndüm. Hoşgörüle. Demem o ki; yazımın girişini Bay Bono’nun “Sur/Petition: Rekabetüstü” isimli kitabından aldım. Peki neden aldım ? Birazcık benden talep edilen seminere giriş olsun diye; asıl olanı da dün yaşadığım güzelliklerden dolayı.

Bugünlerde ben çok şanslıyım. Allah nazardan korusun. Adana’ya gidiyorum; karşıma sevgili Dr.MG çıkıyor ve para verip öğrenemeyeceğim pekçok mesleki konuyu hem öğreniyorum hem de video kayıtlarımla öğretilebilir kılıyorum. Bedeli olarak da yürekten teşekkürlerle “geribildirim” vermede paylaşılan görsellere çeviriyorum. Bir bayram yaşıyoruz ki Allah için bu kadar güzel olabilir. Teşekkürlerimi yazıya döküyorum ve anında bir adım öteye yazılı gönül birlikteliklerini yaşıyorum. Dosyalarımı temizlemeye çalışırken bir de bakıyorum ki onyıl öncesi girdiğim bir odanın duvarlarında gördüklerimi sunum- eğitim görseli yapmışım ve adına da “Aramızdan Biri” demişim. Sahibi ile paylaşıyorum ve anında sevgi mesajları alıyorum. Daha ne ister insan !

Şimdi, yazıma başlık attığım “Guguk Kuşu Yatırımı” kavramına da birazcık açıklama getireyim ve neden böyle bir seçim yaptığıma değineyim. Yine Bay Bono’nun kitabından alıntıdır. Belki de bu konudan önce “Kendinden Hoşnutluk” konusuna değinmek gerekir. Bay Bono, kendinden hoşnutluğun dört türünü anlatır. Sonunda vardığı yargı “kendinden hoşnutluk kaçınılmaz düşüşün en önemli nedenidir” der. Bono bey haklı. Bunu çok gördüm; çok yaşadım. Hatta iş deneyimlerimin yakın geçmişinde öylesine kendinden hoşnut olanlar vardı ki tıpkı “kör şişman adamın duvara toslaması” gibi bir sonucu yaşadılar. Bakın Bay Bono yaklaşık yirmi yıl önce bu konuyu nasıl basitleştirerek anlaşılır kılmış:

“…Kendinden hoşnut olan şirketlerin mutlaka felakete gideceği söylenemez; gerçekten pazarda onları ayakta tutmaya yetecek bir köşeleri ya da güçleri olabilir. Ama kendinden hoşnutluk hemen her zaman kullanılmayan potansiyel demektir. Güçlü ve etkili bir şirkete sahipseniz, birçok şey yapılabilir. Bunun için gerekli enerji ve kaynaklar mevcuttur. Belki de sadece ne yöne gitmek istendiği bilinmiyordur. Gelgelim güçlü şirketlerin çoğu risklerden öyle kaçar, bireyler hata yapmaktan öyle korkarlar ki bu dev potansiyel kullanılmadan kalır.”

Buna ait gerçekci bir örneği hem ticari isimleri kapatarak hem de oğullarımla süsleyerek görselleştirip yan tarafta veriyorum. Yirmi yıl bekledikten sonra yeni bir ilacı pazara sunuyoruz. Böylece hem teşkilatın kontrolda sıkıntı çektiği konuya resmen çözüm üretiyoruz; hem de üreticinin belirsizliklere kurban gitmesini önlüyoruz. Gerçek bir soruna ekonomik bir çözüm sunuyoruz. Mükemmel bir lansman programımız var. Pazarın potansiyel değeri beş milyon dolar kadar. İşte tam bu noktada bir soru var aklımda: “Satışçıların algısı güçlü ama Bay Bono’nun yukarıda sözünü ettiği gibi “potansiyeli açığa çıkarma” da ne kadar RAW lar ?” Diğer bir deyişle böylesi özlenen bir çözümün satışını maksimize etmeye ne kadar hazırlar (R:Ready); kendilerini ne kadar yetkin hissediyorlar (A:Able) ve asıl önemlisi ne denli istekliler (W:Willigness) ? Üç yanıt da “evet” osa bir “rahatlık zonları“ndan çıkma hevesleri ne kadar sürecek ? Sahiplenecekler mi ? Her yıl kuyruğuna birşey ekleyip heyecanlarını canlı tutabilecekler mi ? Yollarını çıkan engelleri aşmada güçlü olabilecekler mi ? Gelelim “Guguk Kuşu Yatırımı“na uzanan yukarıdaki açıklamanın devamına.

“…Bir araştırma bölümü on tane yeni ürün ortaya koyabilir; ama bağlı olduğu şirketin stratejisi ve kaynakları belki de bunlardan ancak en uygun ilk dördünün kullanılmasına olanak verebilir. Oysa beş numaralı ürün, başka bir şirketin geliştirmekten büyük mutluluk duyacağı mükemmel bir ürün olabilir. Şirketin gereksinimlerini daha iyi karşılayabilen dört ürün olması, beşincinin kullanılamaz olduğu anlamına hiçbir zaman gelmez. Uygulamada çoğunlukla, işte bu beşinci ürün ve ondan sonrakiler gözardı edilmektedir. Ara sıra, kabul edilmeyen bir ürünün geliştirilmesine katılmış birisi bu ürüne ilişkin tüm hisseleri satın alıp yeni bir girişim başlatabilmektedir.

İşte tam burada “Guguk Kuşu Yatırımı” denen birşeye ihtiyaç vardır. Bilindiği gibi Guguk kuşu, yumurtalarını başka kuşların yuvasına bırakır ve yavrular o yuvada kuş tarafından büyütülür. Bu tip yatırımda, taraflarca kabul edilen bir hisse satın alma anlaşmasına dayalı olarak, bir ürünü şirket çatısı altında geliştirmek için gerekli kaynaklar, şirket dışındaki yatırımcılar tarafından sağlanır. Ürün geliştirildikten sonra ya dış yatırımcıların tüm hisselerini şirket satın alır ve ürünü yeniden şirketin malı yapar veya dış yatırımcılar ana şirketin elindeki tüm hisseleri satın alırlar ve ürüne tek başlarına sahip çıkarlar…”

Görüldüğü gibi, kendinden hoşnutluğun ikiz tehlikeleri vardır. Bunlar,

1.Yavaşça sürüklenme ve düşme

2.Kullanılmayan potansiyel ve fırsatlardır.

Şimdi düşünüyorum da, kurumsal başarı merdivenlerini hızla çıkmakta olduğumuz beş yıl önceki süreçte “adil süreç” içinde, iyiden mükemmele uzanan yoldaki volana el atabilmek için strateji tuvalimizi oluşturma çabalarımızda yol göstericilerimiz kendinden hoşnutluğu aşmamızı sağlamaya çalışıyorlardı. Hatta, sahra gücünü projeli yaşamla etkinleştirmeye çalıştığımız onbeş yıl önceki rekabetüstü girişimlerimizde “Sultana” adeta bir guguk kuşu yatırımıydı. Ne günlerdi ama !

Hepsi bugün daha etkin ve daha etkili olabilmemiz için attığımız adımlardı.

Bugün benzer şanslara sahibiz. Yolumuz aydınlık. Umutlarım yüksek.

Öykücü