“…Eski Anadolu, onun davetine, her şekilde, her kıyafette bir takım adamlar göndermişti. Bektaşi Şeyhleri, Konya Çelebileri, Medrese Uleması, ayaklarında Eti çarıkları, Asuri kılığında şarklı ağalar toplanmışlardı. Okulun yetiştirdiği kimseler, dağın, kırın ve geleneğin yetiştirdiği kimselerle beraber toplantı halindeydiler. Kürsüye çıktı ve davasını anlatmaya başladı. Bugün ki Türkiye iyi söylenmiş bir söz üzerine kurulmuştur. “Fırtına Kuşu” elinde kendinden başka bir kuvvet olmaksızın bu grubun karşısına çıktığı vakit ona kim inanırdı, eğer sesinde inancı yansıtan büyük iman olmasaydı. Kelimeler ağzından çıktıkça, arkada bir şey kurulduğu anlaşılıyordu. Konuştukça bir bina inşa ediyordu. Her kelime kayaların içine oyulmuş çukurlara temel taşları gibi iniyordu. Kumral adam, mavi gözleri arasından ara sıra dinleyenlere bakıyordu. Aramızdaydı, sesinde eski bir milletin en iç kuvvetleri coşuyordu. Dinlemiyorduk, görüyorduk, konuşuyordu, yapıyordu.”Fırtına Kuşu” kayanın üstünde kanatlarını açmış , iki gök parçası bakan gözlerini süzmüş, haykırıyordu. Bu ses, ruhu derhal etkisi altında bırakıyordu. Söz Adamı, “Eylem Adamı“nın yolunu açıyordu. Memleketi kurtarmadan önce kalpleri üzüntüden kurtarmak gerektiğini bilen “Fırtına Kuşu” önce kalpleri kazandı…”
Merhaba
Neredeyse iki ay olacak, yazamadım. Umutlar hepsinin önündeydi. Mutluyum. Tartışmalar ve bilinmezler yaşadım. Daha da mutlandım. Kendime döndüm ve yaşam büfesinde sırada kalmaya çalışırken maratonun kaçıncı kilometresinde olduğumu sorguladım. Yirmialtıyı geçmişim ve umutlandım. Bu arada öylesine anlamlı ve kritik günler geçirdi ki ülkem…
Yazımın girişini Dr.A.N.Baykal‘ın “Yöneticiler İçin Yeni Bir Bakış, Mustafa Kemal Atatürk’ün Liderlik Sırları” isimli kitabından aldım. İki yıl önce MAS (Mustafa Artık Serbest) olarak “Bitki Hekimleri Sosyal Sorumluluk Proje“me ruh vermeye çalışırken kitabın yazarından yazılı izin almıştım bu tür bir alıntıyı yapabilmek için. Aradan geçen iki senede ben yön değiştirdim ve projem yine ertelendi. Maratonun 26ncı kilometresini geçtiğime göre yeni arayışlarda olmam doğal. İki seneden vazgeçtim; son haftaya bakıp “Fırtına Kuşu“nun seksen yıl önceki duruşundan bugünlere odaklanıyorum.
Neler olmadı ki !
Dokuz Eylül İzmir ve İzmir’liler için çok özel bir anlama sahiptir. Ben Lise yıllarında yedek parçacıda çalışırken fiyatı beğenmeyen ve pazarlık etmek isteyek müşteriye rahmetli Halit abi” Fuar zamanı gel” derdi. O zamanlar fuar zamanı 20 Ağustos-20 Eylül arasında bir ay sürerdi ve 9 Eylüle odaklanırdı. Bu yıl 9 Eylül Ramazan Bayramı’nın da ilk günüydü. Çeşme bir başka şenlikliydi. Biz “One Dozen Copcus” plus’landık ve pekçok kuzenle zengin bahçe birlikteliğinde bimerla renklenen perdede torunlar, çimlerin üstünde “çingene”mle çoşan orta kuşak, hayranlıkla izleyen bizler hep özlediğimiz coşkudaydık. Gece yarısını çoktan geçtiğinde denize giden orta kuşağın ilki ve sonuncusu; daha sonra İrem’i de alıp sürücülüğü üstelenen üçüncü kızımızın kumrucu sefası sabahın dördüne ermişti. Helal olsun. Birgün sonra biz hâlâ önceki gün ve gecenin mutluluğunu hatmetmeye çalışıyorduk. Ertesi gün iki haber çok önemliydi. Onbir Eylülde Amerika’daki medyatik papaz dediğini yapacak mıydı; oniki dev adamımız Sırp Sındığı Savaşı’ndan galip çıkacak mıydı… Muhteşem bir gün geçti. Ve ertesi gün gelip çattı. Çeşme’den İzmir’e geldik. Oyumuzu kullandık. İçimiz rahattı. Umudumuz düşüktü. Bir de yerli Gandhi’nin “tercihini kullanamayan başkan” olarak tarihe geçeceğini öğrenince kahrolduğumuz bir gündü oniki Eylül. Otuz yıl sonra bunu mu görecektik? Seksen yıl önce “Fırtına Kuşu” bunun için mi kürsüdeydi ?
Bu gece Adana’daki otel odamda elimdeki ikinci kitap da Sayın C.Alkış‘ın “26.Kilometre” isimli kitabı. Pekçok sayfasını karalayarak son sayfasındaki nota bakınca iki saatte okumuşum. Hem de Türkmenistan seyahatim öncesi yoğun yaşadığım bel fıtığı ağrılarını çekerken. Aklıma takılan soru bu kitap, kitabın adı ve 26 ncı kilometrenin anlamı o gün mü daha güçlüydü yoksa şimdi mi ?
Bu soru neden takıldı aklıma ?
Bugün (14 Eylül) Nezuş’un yaş günü ve ondan ayrı Adana’dayım. Gündüz kutlamasının devamını sevgili Kerem ailesiyle ve tüm Copcular adına akşam Kent’te sürdürdü. Allah razı olsun. Bugünle 12 Eylül pazar referandumu arasında 13 Eylül tarihi var. Her pazartesinin rutinleşen öğretici toplantılarından biriydi. Notlarım çok. Sözler cesurdu. İthamlar vardı. Sınırlar genişlemişti. Kimi zaman acımazsızlık artıyordu. Bu konuda yorum amaçlı analiz hakkımı şimdilik saklı tutuyorum ve ikinci kitabın bir kısmından alıntı yaparak gu geceyi kapatmak istiyorum.
Sayın Alkış’ın özgün sözleriyle “İnsanlar ağaçlara tek tek bakmaktan ormanın bütününü göremezler. Ormanın bütününü görmek için yıldızlardan bakmak gerekir, ancak onlar hep şunu unuturlar: samanyolunun bütününü görmek için de ormanda bir ağaç olmak gerekir. Her pozisyon diğerini uzaktan daha iyi görür. Bundan dolayı vizyon için kanatlarımız olmalıdır; yeri geldiği zaman ormanı görmek için yıldızlara çıkabilelim, yıldızları görmek için ormana inebilelim diye…”
Hemen ardından tıpkı Mısır’da 2004 deki sunumumda sözünü ettiğim “BeE & Me” sunumumda “passion/tutku” ya dikkat çektiğim gibi ifade etmiş bay Alkış. Diyor ki “Bir insanın yaşayıp yaşamadığını merak ediyorsanız onun kalbini dinlemeye kalkmayın; hele nabzını ölçmeye hiç denemeyin. Eğer bir inasnın mücadele ruhu bitmişse onun yaşayıp yaşamadığının artık hiçbir önemi yoktur…“
Sonuç; ister 11 Eylül sonucunda dünya ikincisi oluşumuzun devamı için, isterse 12 Eylülde yarım kalan değişimin devamı için ve de 13 Eylülde ele alınan umutların gerçekleşmesi için mücadele ruhu “Fırtına Kuşu” misali sürmeli; sürecek. Eylülün bereketine inanıyorum ve umutlarım yüksek.
Adana’dan selam ve sevgilerimle.
Öykücü