Yaşam Büfesinde “Seçenek Öldürmek”

“…Köyün birinde yaşlı bir adam varmış. Çok fakirmiş ama kral bile onu kıskanırmış… Öyle dillere destan bir beyaz atı varmış ki, kral bu at için ihtiyara neredeyse hazinesinin tamamını teklif etmiş ama adam satmaya yanaşmamış.. “Bu at, bir at değil benim için; bir dost, insan dostunu satar mı ?” dermiş hep. Bir sabah kalkmışlar ki at yok. Köylü ihtiyarın başına toplanmış: “Seni ihtiyar bunak, bu atı sana bırakmayacakları, çalacakları belliydi. Krala satsaydın, ömrünün sonuna kadar beyler gibi yaşardın. Şimdi ne paran var, ne de atın” demişler. İhtiyar : “Karar vermek için acele etmeyin” demiş. “Sadece at kayıp deyin, çünkü gerçek bu. Ondan ötesi sizin yorumunuz ve verdiğiniz karar. Atımın kaybolması bir talihsizlik mi yoksa şans mı ? Bunu henüz bilmiyoruz. Çünkü bu olay henüz bir başlangıç. Arkasının nasıl geleceğini kimse bilemez“. Köylüler ihtiyara kahkahalarla gülmüşler. Aradan 15 gün geçmeden at, bir gece ansızın dönmüş…Meğer çalınmamış, dağlara gitmiş kendi kendine. Dönerken de vadideki 12 vahşi atı peşine takıp getirmiş…”

Bayram soframız (04062019) ve arife günü Duru’nun çiçeklerle süsleyerek babaannesine yazdığı mektubun dile gelmesi…

Merhaba

Lao Tzu’nun beyaz at öyküsü devam ediyor (http://www.infethiye.net/turkish/notlar/lao-tzu-bir-hikaye.htm). Ana mesajı: “karar vermeden acele etmeyin“.  Bu düşünce tarzı “geç kalma korkusu”nu da akla getirmez mi ? Böylece “tamam veya devam” deme ikileminde daha bir fazla “fear of the lost / Kaybetme Korkusu” yaşanmaz mı ?  Karar anında “decide/seçenek öldürmek” insana daha bir fazla zorluk yaratamaz mı ? Bunları takıntı yapmak akla ziyan değil mi ?

Bugün bayram erken kalktı çocuklar. “@BİDE Beşlisi” den Aslıhan katılamadı bayram soframıza, uyku ve uyanıklık periyotları yemek zamanına denk düşmediği için. Eray ise ABD’lerindeki yolculuğundan henüz dönmemişti. Ben bu satırları yazmaya başlarken sanırım İstanbul’da İzmir uçağını bekliyor. Salimen dönmesi için dua ederken “Copcuların Yaşam Mimarları”ndan Keremgillerde Sürmene Bıçağı ile kesilen parmağa atılan dikişin acısı; İrem’de merdivenden inerken burkulan ayak bileğindeki bandaj ve Eraygillerde de yine Sürmene Bıçağı ile kesilen parmaktaki sargı bu bayramın izleri oldu. Bir de bayram soframızda başta Ümit Amcasıyla çekişen ve her şeye yetişen “En Küçük Copcu: Duru“nun her koşulda baskın, taşkın akılla yaptıkları çektiğim kısa filmin yansıttıkları olacak. Hele bir de arife günü komşu oğlu Eray’la çizdikleri ve yazdıkları ve Duru’nun sevgisini zenginleştirerek dillendirmesi vardı ki bir ömre değer. İşin daha güzel olan yanı bu yazdıkları doğruca babaannesine okumasındaki duruşa bakarsanız ne kadar içten olduğunu ve nasıl bir iç zenginliğe sahip olduğunu görürsünüz. Daha ne ister insan. Bu kadar doygunlukla sarhoş gibi olunca bakkala Sözcü almaya giderken neden düz çizgiyi tutturamadığıma şaşmıyorum. Sanırım bu denge sorunu geçici bir durum değil. Yetmiş dörtte normal görünüyor gözüme.

Duru’nun mutfağa ilgisi tıpkı babaannesi gibi ve beraberce yaptıkları trileçe bizim için “kraliçe” oldu. Tadı da bir başka lezizdi. Bayram soframızda klasik ana menümüz kurban kestiğimiz yıllardan ve ebeveynlerimizden bize kalan geleneksel kavurma idi. Standardı sarmısaklı yoğurtlu ise de isteyen yoğurtsuz ya da sarmısaksız yoğurtlu yiyebiliyor bizim soframızda. “Kulak Çorbası” nın hazırlanışı (hamur hazırlama, özel kesim ve mantılama) biraz zahmetli ise de gerek “Damak Tadı” ve gerekse “Göz Zevki” için bu zahmete değiyordu. Her ikisi de zor yılların öğretilerinde rahmetli annemden Nezuş’a miras kalan birer beceri. Hep söylediğim gibi, doğuştan sahip olduğumuz, Allah’ın bizi biz yaparken behşettiği “Yetkinliği” Nezuş merak, emek ve inançla yoğurup “Beceri“ye dönüştürmesini bilen ustalıklara buluşturdu  1964 den bu yana geçen, geçmekte olan 55 yıl… Her ne kadar bedeli zaman zaman (ve bugünlerde hemen her zaman) uykudan uyandıran boyun ve diz ağrılarına dönüşse de, duyarlılık kazanmış böbrekler nedeniyle artık ağrı kesici al(a)mıyor olsa da yarın olsun yine yapar sahip olduğu inanç ve inatla (Nezuş’un “Tutku“ya dönüşen 2P si hepimizden daha güçlü). Filmde görüldüğü gibi soframız C11Plus (Bülent&Belgin) ile her zamanki gibi zengindi. Dualarımız “herşey daha güzel olacak” umudumuzu da güçlendiriyordu.

@BİDE > BEC2019

Aklımdan çok kere geçti. Dillendiremedim. Bayram soframızda keyif kaçırırım diye korktum. Halbuki önceki yazımı “BEC2019″ için “Copcuların Z Kuşağı Erkekleri” için 19 yaşın heyecanlarında Sabancı-İstanbul ve Groningen-Hollanda günlerinde “Neden üniversite tahsili ?” sorusuna kişisel görüşleri almak ve ana mesajım olan “Üniversite Günlerini Zenginleştirmek” vurgusunu yapabilmeyi çok istemiştim. Her zaman söylüyorum: “Ben rahmetli babam kadar cesur değilim“. Babam doğru bildiğini, doğru bildiği zamanda, doğru bildiği tarzda her zaman söyledi ki onun gözünde tek erkek evlat olarak apayrı ve kırılgan bir yere sahip olmama rağmen. Gece mektebi mezunuydu. Ömrü tütün tarlalarında, kahveci, köfteci ve bakkal olmanın esnaf ilişkilerinde ve 52 yaşından sonra YSE de gece bekçisi olmanın öğretilerinde geçmiş ve çocukluğumun çatışmalarında “cahil” diye algıladığım bir adamdı. Bugün yaşamın dayatarak öğrettiklerinde cahil olduğunu hiç düşünmüyorum. Hani başarı formülümün çıktılarındaki “10S” in ilk “2S” i olan “Self Style” var ya işte onun da “Tarzı” bana hiç uygun değildi çocukluğumda, ergenliğimde ve ergenlikle iç içe giren evliliğimin ilk on yılındaki aynı çatı altındaki ortak yaşamda. Yaşamın dayattıklarında neler vardı babam için ? Kırklı yıllardaki ikinci dünya savaşına girme olasılığına karşı alınan önlemlerin ona yansıması olan karneyle ekmek, yol vergisi veremediği için Soma-İstasyon arasındaki şosenin yapımında ırgat olarak çalışmak, iki defa askerlik yapmak; partili (!) zenginlerin evlerinde baklava, börek yenirken evindeki unun fazlasına (!) devlet tarafından el konulmak…İşte bunlar ve şimdi aklıma gelmeyen niceleri onu ellili yıllarda fanatik bir DP li yaptı. Çok iyi anımsıyorum; ellili yılların sonuna doğru “Kahrolsun Makarios” sözleri ile babamla birlikte trene binip Bornova’ya gidip Makarios’un kuklasını yakanlara katılmıştık. İşte zor yılların öğrettikleriyle ve “Yaşam Gölünün” karşı kıyısını çok yakında görüp de “Bizim ailede hiç bir baba, dede olduğunu göremedi” diyerek torun görememek korkusu ile Tepecik’te enginar bahçesi yolunda beni Nezuş’la yan yana görür görmez hemen “seni evlendirelim” dedi. Körün aradığı bir göz; Allah verdi iki göz…İkiletmedim. Üniversiteye yeni başlamış işi olmayan 19 yaşında bir kara kuru oğlan ile daha özgür, bizden daha Avrupalı (Nezuş’un aslı Saraybosnalı Boşnaktır) genç kızın evliliğine nasıl öyle karar verdiler; seçenek öldürdüler hâla şaşarız. İşte babam hem eleştiride hem de sevindirici karar vermede benden çok daha cesurdu. Peki ya biz (Copcuların, Copculaşanların X ve Y Kuşağının “Yaşam Mimarları“) azıcık baskı içeren yaklaşımlarla ve sabır ve sebatla doğru bildiklerimizi dillendirebiliyor muyuz ? Bence “Hayır”.  Neden ? Koşullar mı ? Duyduğumuz güven mi ? Önemsemediğimiz için mi ? Bugüne kadar yaşama kattığımız “Fanus Etkisi” mi ? Tüm bu sorulara yanıtımız “hayır” olabilseydi, bugün özellikle “BC” için bambaşka limanlarda olurduk. İyi mi olurdu; kötü mü ? Bunu  kimse bilemez. Ancak “Kader Ağları“nı öyle güzel örmüştü ki 2015 yılında MBC 2016 yılının soğuk bir kış gününde Ankara’da buluştuğunda…

MBC & BA 2015 Ankara

Mesleğinde, işinde başarılı olan birisiyle bir gün geçirin. Gördüklerinizi, algılarınızı size verdiğimiz forma göre istenen bilgilerle destekleyerek bize bir proje olarak sunun” benzeri bir görev, ödev verdi okul BC’e 2015 yılında. Seçilen kişi ebeveynlerden olmayacaktı. Yoksa “CC” daki emekle yoğrulmuş ve sonuç odaklı eylemlerle grubun içinde farklılıkla öne çıkmış babasını konu alabilirdi. Böyle olmayacaktı. Ancak bugün MEST’leşirken yarattığı “COPCUs Tekniği” ile estetik cerrahide iz bırakan profesör hekim olan Eray Amcasını ya da “Uykusuz Gecelerle” kendini sorgulamayı bilen ve NETsgillerde beklentiyi aşan ticari başarılara erişen Kerem Amcasını konu almasına engel yoktu. Ne var ki özellikle annesi zor bir yolu seçti. Tüm bu kolay seçenekleri devre dışı bırakıp popüler olan, yazar, konuşmacı, TV de yarışma sunucusu, global düzeyde “Melek Yatırımcı” organizatörü (!) BA’ı seçti. Sayın BA ile buluşmak öyle kolay olmadı. Önce yanıtsız kalan iletişim, “2P“lik “İnat ve Israr” ile “olumsuz gibi” yanıtlandı. Daha sonra kısa bir zaman aralığında Ankara’da bir başka programın “Yan Ürünü” olarak kabul gördü. Böylece ben ve BC (MBC) Ankara’ya yollandık. Öylesine mükemmel bir beraberlik oluştu ki BA, BC’i “Amerika Büyük Elçiliğine” program dışı kabul ettirdi. BC’e orada kendini anlatması, konuşması için fırsat yarattı. Ben onları otelde bekledim. Dönüşte bizi ailesiyle birlikte özel ve güzel bir yerde öğle yemeğinde ağırladı. BC’nin görüşmelerdeki yorumlarını aldı. BC’nin hem İngilizcesini çok beğendiğini ve hem de yorumlarını, gözlemlerini değerli bulduğunu dillendirdi. Hele bir de BC’nin BA için yanında getirdiği lego hediyesini görünce çok sevindi. Kendisinin de bir lego tutkunu olduğunu söyleyerek BA&BC ortak alanını genişletti. Üstüne üstlük bir zamanlar legoyu eğitime katma ya da legolayla eğitim çerçevesinde Danimarka’ya yazılar yazdığını söyledi ki BC de azıcık ilgi gelişseydi o yazılarını tavan arasından çıkarıp BC ile bu yolu etkinleştirebileceği gizli mesajını (biz buna “ima” deriz) da verdi (http://www.copcu.com/2015/12/28/yasam-bufesinde-halki-koklamak/ ). Ben rahmetli babam kadar cesur değildim. Olsaydım eğer ebeveynlerinin sessiz kalışına aldırış etmez ve ben “Musto Dede” olarak bu yolda BC i zorlardım. Bu gibi “Keşke Anlarında” içimde bir ses “Nerde bende o yürek…” diye söylenir ve 1994 Ocak ayında Singapur yolculuğu arifesinde İstanbul’da, Yeşilköy’de Holiday Inn’in odasından yola bakışımı ve karanlıklar içinde Yedikule’ye doğru gözden kaybolan Eray’ı düşünürüm. Eğer BC&BA2015Ankara fırsatı gereğince değerlendirilebilseydi, bugün dünyanın dört bir yanına “Başarıda Tanrı Parçacığı” benzeri bir etkiyle BC nin BA nın yanında, asistanı benzeri bir duruşla apayrı bir yeri olurdu .  Öte yandan şunu da göz ardı etmemek gerek; biz bu seçeneği öldürürken gidilmeyen yoldaki hangi tehlikelerden sakındığımızı da kuşkusuz bilmiyoruz. Her işte bir hayır vardır diyelim ve biz şimdi çizdiğimiz yolda ilerlerken açık ve aydınlık umutlarla önümüze bakalım. Görelim Mevlam neyler, neylerse güzel eyler.

Öykücü