Yaşam Büfesinde “MASlaşırken…”

“… Her yıl yapılan “En iyi buğday”yarışmasını yine aynı çiftçi kazanmıştı. Yarışmayı izleyen gazeteciler, çiftçiden bu başarısının sırrını öğrenmek istediler. Çiftçi “Benim sırrım, kendi buğday tohumlarımı komşularımla paylaşmakta yatıyor” dedi. Bu cevaba oldukça şaşıran gazeteciler: “Elinizdeki kaliteli tohumları rakiplerinizle mi paylaşıyorsunuz ? Ama böyle bir şeye neden ihtiyaç duyuyorsunuz ki ?” diye sordular. “Neden olmasın ?” dedi çiftçi…”

Merhaba

Hani hep diyorum ya, kırkiki yılı bir soruda damıttığımı yineleyip duruyorum ya, buraya da birkez daha yazayım “Şu GAT dünyada MASlaşmak için RAW mısınız ?”. İşte yaşam büfesinde self servis olan başarılara erişmek için sıraya geçmenin, sırada kalmanın ve sırada öne doğru ilerlemenin öz ifadesi bu… Buna ermek için ister Dr.K.Blanchard‘ın “Bir dakika yöneticisi” olun, ister E.D.Bono‘nun “Altı düşünce şapkası“nı giyin, isterseniz Prof.S.D.Anna‘nın “Tanrılar Okulu“ndan mezun olun…Fark etmez ! İşin sırrı gözünüzün önünde.

Yola çıkarken sor bakalım kendine bu arayışa yönelirken, Rubicon’u geçmeyi göze alırken; uçurumun kenarına en yakın kim duracak “Oyun Teorisi”ni düşünürken ya da aynı bakış açısına sahip olan “Mahkum İkilemi”ni sorgularken;

1.Hazır mıyım ? (Cevher/RAW’in “R” si).

2.Yetkin miyim ? (Cevher/RAW ‘in “A” sı).

3.İstekli miyim ? (Cevher/RAW’ın “W”si).

Kendine dürüstçe verdiğin yanıtlara bak. Buna göre kendine yaptığın yatırımlara bak. Kendine ait duygusal banka hesabının bakiyesine bak. Başarı formülümdeki “2P/Israr ve Sabır” değerlerine bak. Aklını, yüreğini ve ruhunu bu öz sorgulamaya katarak yukarıdaki sorumun ilk kavramı olan “GAT/Give And Take: Ver ki alasın” ya da “Doğa Boşluğu Sevmez” deyişiyle öz dengeni soruştur. Ancak sen bilebilirsin gerçek kapasiteni ve yetkinliğini. Yalnızca senin bildiğin ve gizli tutmayı ya da su yüzüne çıkarmayı yeğlediğin seni sen yapan, seni diğerlerinden ayıran, seni biricik kılan niteliklerini etkinleştirirsin ya da rahatlık zonunda devam edersin; o kısır döngü içinde salsa ya da samba yapar gününü gün edersin. Birgün sistemler daha etkin şekle gelir ve GAT dengesine göre ödül-takdir-ceza üçgeni ortaya konur ve belki de sen bu üstünlüklerini o güne saklarsın. Herşey senin ellerinde… Bir de bakmışsın ki bilerek ya da bilmeyerek Rubicon’u aşmıssın…

Sorumun ikinci kavramı olan MASlaşmayı bu yazımın odağına yerleştirmek istedim. Çünkü bu yazımdan ongün sonra düne bakarak yarınlara uzanma yolculuğuna çıkacağım. Bu da bir öğrenme yolculuğu olacak. Düne bakarak yarınlara uzanan noktaları birleştirmeye çalışacağım. İşimiz ziraat ve ziraat zor zenaat (ZZZ). Sektörümüz sıkıntılı. Her zaman sıkıntılıydı. Pazarın hangi segmentinde olursan ol sıkıntı bir başka biçimde hep senin yanında, hep senin içinde. Bir kurul oluşmuş rekabeti korusun için ama görevi “haksız rekabeti korumak” değil. Bu durumda pazarın dinamikleri içinde önce oyunu kuralına göre oynayacaksın ve ayakta kalmaya, hayatta kalmaya çalışacaksın. Bunun yanında gelişmek ve büyümek zorundasın. İş hayatı bisiklete binmeye benziyor. Durursan düşersin. Daha beş yıl önce on milyon dolarlık bir şirkettin ve şimdi yüz milyon dolarlık varlığınla hızlı büyümenin içindesin. Ne mutlu sana. Kimi zaman kıt kaynakları (finans, emek, zaman) kullanırken müzakere becerilerini, çatışma yönetimi yetkinliklerini geliştiriyorsun. Ya da geliştiremiyorsun ve hatalar yapıyorsun. Hatalardan daha çok öğreniyorsun. Kimi zaman kurumun hatalarını hoşgörüyor; kimi zaman sıkıntılar kaçınılmaz oluyor. Başarıya ulaşıyorsun ve bir de bakıyorsun ki çıta yükselmiş, artık başarının sonuçlarına katlanmak, başarısızlığın sonuçlarına katlanmaktan daha zor hale gelmiş. Anadolu Grubu’nun CEO su T.Özilhan‘ın hataya bakışı şöyle “Hataya toleranslıyım yeter ki prosedür içinde olsun, iyi niyet olsun ve aynı hata tekrarlanmasın“. Avivasa Emeklilik’in yöneticisi M.Eredenk ise “-mış gibi yapmadığı sürece herkesin hata yapma lüksünün ve telafi etme zorunluluğunun olduğunu düşünüyorum” diyor. Eveeet ! İşte işin can damarı. Eylem adamı olmak. İyi yaptıklarını daha çok yapmayı istemek, buna hazır olmak ve bu konuda kendini yetkin kılmak. Bu açılım “MAS’ın M” si olan “More/Daha çok” un karşılığı. Daha çok, daha çok, daha hızlı, daha fazla, daha, daha, daha,.. ve bir de bakıyorsunuz üst sınırınızı aşmışsınız. Önemli olan aştığınızı biliyor musunuz ? Aştığınızın farkında mısınız ? Bu aşımın olası sonuçlarına baştan hazır mısınız ? İşte bu yine Rubicon’u geçmek… Yazımın başlığı “Yaşam Büfesinde MASlaşırken” koyarken güncel kimi köşe yazılarının da etkisinde kaldım. Dün Hürriyet’deki köşesinde M.Y.Yılmaz işin özünü Latince özdeyişle ifade etmiş “Alea iacta est /Ok yaydan fırladı / Zar atıldı !”. Bunu Başbakanın sözlerine bağlamış. Ben aynı yaklaşımı “Rubicon’u Aşmak” sözleriyle daha önce yazılarımda işlemiştim. Tam üç yıl önce bugünlerde Salesmax Dergisi’nin onyedinci sayısında tanışmıştım bu kavramla. “Satışçılar İçin Dünya Tarihi-4” yazı dizisinde Nigel V.Keohane takma ismiyle çok güzel bir makale ortaya konmuştu. Burada sadece bu kavramı açıklamak ve satış ve pazarlamayla bağıntısına kısaca değinmek istiyorum:

“… Rubicon’u geçmek, Roma Senatosuna bağlı askeri kuvvetlere karşı bir savaş ilan etmek anlamına geliyordu ve MÖ 49 yılında kadar da hiçbir asker bunu yapmaya cesaret edemedi. O tarihte Caesar (Sezar) ordusuyla birlikte Rubicon’u geçti ve 3 yıl sürecek zorlu bir savaşın ardından Roma’ya egemen oldu. O günden bu yana Rubicon’u geçmek deyimi, Caesar’ın bu küçük ırmağı geçerken dediği gibi, artık zarların atılmış olduğuna, okun yaydan çıktığına, geri dönülemez bir yola girildiğine, geri alınamaz bir adım atıldığına işaret eder…”

Tam bu noktada 1994 yılında krizi yaşarken bölge müdürü olmanın stresini aşmaya çalıştığım süreçteki yaptıklarımı anımsıyorum. Bir yıl önce iç dinamiklerimize bağladığımız başkalaşım sürecinin sinyallerinde Adana’dan transfer ettiğimiz benden önceki bölge müdürünün deneyimleriyle yeni bir ürün için standart dışı satış destek çalışmaları yapıyorduk. Körün istediği bir gözdü ve Allah bize üç göz vermişti. İstediğimiz kaynağın üç katına olanak tanınmıştı. Denizli, Gölmarmara, Salihli, Fethiye ve Söke’de beş toplantı yaptık; altıyüz kişiye yemekli seslendik. Beklediğimizin çok altında satış yaptık. Yüzelli kilo sattığımız Söke’den yüzelli kere kaçtık. Beden dilimiz inancımızın yetersizliğini gizleyememişti. Ertesi yıl iş başa düşmüştü. Bölge müdürüydüm. Ben ve sevgili TÖ kırmızı tulumluyduk. Raflarda başka ilaçlarımızın stokları çoktu. Önemli müşterilerimizin satın alma dürtüsü “dertten sakınmak” idi (daha doğrusu satın almama dürtüsü). “sahra gücü”ne dönüşerek ilk çalışma yılımızdı. Geç kalmıştık. Ağustos ayına girmiştik. Beşyüz kilo satışı hedefledik. Elli kilo eksiğiyle hedefe ulaşmıştık. Asıl kazancımız öğrenmek olmuştu. Akıllı tarla yönetimini öğrenmiştik. Ertesi yıl 3.5 ton satışı hedefledik; 7 ton sattık. Rahmetli Sadullah’a iki paket ilacı kaptırdık diye hayıflandıysak da (demolarda pintiydik) semeresini görmüştük. Bir yıl sonra 7 t satışı hedefledik ve satışımız 14 tona erişti. Mucize gibiydi. İşin sırrını öğrenmiştik. İtme ve çekme gücümüzü sahrada bütünleştirmiştik. Sistem ve sistemi kuran otorite bunca desteğin içinde yeralan teknik gücü ekstrayla ödüllendirmiyordu. Ayıp ediyordu. Sızlanmadık. Biz şikayet etmeyiz. Yapabileceğimize baktık. Sevgili birinci İbrahim’in öncülüğünde paylaşılan değerleri kendimiz oluşturduk. Elimizde bir hediye çeki vardı. Çekin oluşumuna beş kişi gönüllü katılmıştı. Çekin tutarı diğer dört kişinin aldığının üstündeydi. Aferin bize. Her aşamasında Rubicon’u aşıyorduk; hem de bilinçli olarak. Önemli bir hata yaptığımda değerli arkadaşım ve satış müdürüm İsmet telefondaydı. Haklıydı. Soruyordu. Yanıtlamadan önce “bir fıkra anlatsam dinler misiniz ?” diye sordum. Ne günlerdi ama..

Buna benzer nice pazarlıklar boyunca siz ve muhataplarınız birçok kez Rubicon’u geçersiniz. Bunu “Gümüşçünün eline verdiğiniz altın” konusunda yaşarsınız; yedi yıl savaşlarını ve emeklerinizi düşünürsünüz ve uykularınız kaçar. Ya da “Tenekesiz koşullar” da varlığınızı sürdürebilmek için yeni arayışlarınızı geliştirirken, diğerlerini buna zorlarken yaşarsınız ve karabasanlar içinde kalırsınız. Hatta “dublenin triplesi“ne eriştiğinizde başarıyı kalıcı kılmak ve süreklilik sağlamak adına bütünleşik eylemleri çerçevelendirmek istersiniz; engebeli yollardaki sarsıntılardan heyecanlanırsınız. Öte yandan tıpkı otuz yıl önceki herbigasyon gibi, yılın, iklimin getirdiği ihtiyaçlarla senin önünde koşan çiftçiye yetişmeye çalışırken, zorunlu olarak “talimatların ötesi“ne geçme cesaretini eyleme dökerken hep Rubicon’u aşıyor olursunuz. İşte bu aşımlar seni MASlaştırıyor. Hem iyi yaptığın şeyleri daha fazla yapmaya çalışıyorsun hem de yapmakta zorlandığı şeyleri daha farklı, daha akıllı, daha becerikli (Smarter) yapmanın yollarını buluyorsun ve kullanıyorsun. Her zaman “aferin” almadığın da bir gerçek. Akıllar basıncaya kadar en hafifinden “Hadi canım sen de…” ler çok oluyor yaşamında. Varsın olsun !

Önce MASlaşırken, hedefine uzanan yolda mola verdiğinde ya da ilk yarı soluklanmasında, ikinci yarıda daha da MASlaşabilmek için şöyle biraz geriye bakıp kendine şu üç soruyu sorduğunu duyar gibiyim:

1.Neyi “İYİ” yaptım ? ki daha fazla yapayım (More).

2.Neyi yaparken “ZOR“landım ? ve

3.Neyi “FARKLI” yapabilirim ? ki “Smarter“ımı bulayım.

İşte yurdun dört yanında, zor zenaat ziraatta “Bitkileri Koruma Altına alacak, Çözümler sunarak, Müşterilerin işlerini kolaylaştırıp Akıllı Büyüyerek Gelişme” yolculuğunda geri dönülmez yollara sapabilirsiniz ve sonucun etki alanınızdan çıkmasına neden olabilirsiniz. Bu tercihlerin başarı mı, başarısızlık mı getireceği, başka etkenlerin yanısıra, Rubicon’u geçmekte olduğunuzun farkında olup olmadığınıza bağlıdır. Bir diğer ifadeyle tekar ilk üç sorudaki “Hazır mıyım ?” sorusuna baştan ve güçlü olarak, gönüllü olarak “evet” diyebilmektir. Rubicon’u geçmekte olduğunuz bilnciyle söylediğiniz sözler ve yaptığınız hamleler sizi başarıya götürmeye daha yakındır. Ancak müzakere ve çatışmaların engebeli coğrafyasında Rubicon Irmağının nerede olduğu açıkca görülemez. Rubicon’un Roma’ya ne kadar yakın mesafede olduğuna siz karar vereceksiniz ve gözlerinizi dört açacaksınız. Tıpkı “Oyun Teorisi“nde olduğu gibi; uçurumun ne kadar yakınında durabileceksiniz ? Bu yaklaşım sizi korkutmasın; sizi eylemden alıkoymasın. GAT’ı unutmayın ve verirken almayı umduklarınızın bir bedeli olarak bu ırmağın çevresinde dolaşanların ergeç kazanacağını unutmayın. Kaybolan anahtarı ışığın altında aramakla, güvenli yollarda dolaşmakla rekabet üstü olamazsınız. Açık denizlere açılmadıkça deniz kızını göremezsiniz.

Şimdi yazımın girişindeki öyküyü tamamlayayım:

“… “Neden olmasın ?” dedi çiftçi.”Bilmediğiniz birşey var; rüzgar olgunlaşmakta olan buğdaydan poleni alır ve tarladan tarlaya taşır. Bu nedenle, komşularımın kötü buğday yetiştirmesi demek, benim ürünümün de kalitesinin düşük olması demektir. Eğer en iyi buğdayı yetiştirmek istiyorsam, komşularımın da iyi buğdaylar yetiştirmesine yardımcı olmam gerekiyor…”

Yapabilene ne mutlu ! Böylece sektörel çıta yükselir ve biz farkımızı daha iyi gösterebiliriz. Altı yıl önceydi. Yıllık toplantıda bana “Organik Tarım” konusu verilmişti görev olarak. İlginç bir durumdu. İlaçlı savaşım ve organik tarım; herkesin gözünde ve aklında birbiriyle çatışan, birbirinin yerine göz diken iki alt bölüm gibiydi zor zenaat olan ziraatta. Bu sunumumu süslemeye çalışıyordum. Sevgili KA ile birlikte Cumba’da konunun uzmanı ve otoritesi olan sevgili arkadaşım Prof.Dr.E.E.O. ile sohbet ediyorduk. Herzaman olduğu gibi kameram da açıktı (izin almıştım). Aynen şöyle demişti “Organik Tarım sizi disipline edecek“. Çok doğru. Böylece kurallara uyanlar ya da zorunlu durumlarda kuralları aşma durumunda kalanlar Rubicon’u geçmekte olduklarını bilirlerse “How to live with risk ve love it /Riskle Yaşamayı Sevmek” nin gereğini yapmaya hazır, yetkin ve istekli olacaklar ve MASlaşırken ustalaşacaklardır.

Acaba kim daha fazla, daha hızlı ustalaşmaktadır ?

Profesyoneller için” sloganını çok sevdim. Beni SSTC nin “kazan-kazan” ortak paydasında buluşturdu. Gümüşçünün elinde de olsa altına zarar gelmeden hızımızı artırırken gördüm ki zor zenaat olan ziraatın baş aktörleri olan çiftçiler ustalaşıyor. Bu usta çiftçilere ürün ve hizmet ileten dağıtım kanallarındaki iş ortaklarımız da uzmanlaşıyor. Peki usta çiftçilerin uzman danışmanlarıyla ortaklaşa rekabetin sürdüğü koşullarda biz kendimize ne kadar yatırım yapıyoruz. Biz ürünlerimizi çözüm haline getirirken satışın öncesinde, satış sırasında ve satıştan sonra hangi özgün hizmetlerimizle kendimizi vazgeçilmez kılıyoruz. Zor zenaat olan ziraatı kolaylaştırmak için neler yapıyoruz ?

Rubicon’u geçmeye kendi iş yaşamımın son günlerinden bir örnek vermek istiyorum. Bu örnekteki isimleri gizleyerek vereceğim öykü tümüyle gerçektir.

Otuz yıl önce sera sebze pazarında teknik olarak çalışmaya başladım. Bugün MAS üçlüsünün temeli olan SE isimli ürünün kabulü henüz tam gelişmemişti. Biraz da lüks gibi geliyordu hem bize hem seracıya… Ayakkabı bağı, söğüt yaprağı, keler kuyruğu olmasın uyarısıyla yola çıkışımız eğlenceliydi. Biz acemiydik. Çiftçi bilinçsizdi. Piyasada uyanıklar çoktu. Yandaşlar gerekliydi. Bulduk da. Hocalarımız bu ürünün domateste sağladığı artıları kanıtlamıştı. Ürün pahalıydı. Bir tarım ilacı gibi etkisini hemen gözle görebilmek pek kolay değildi. Israrlı olduk. Daha sonra benzerleri çıktı. İlk olmanın avantajlarını yüksek fiyatla hep koruduk. Yine de portföyümüzde ikinci derecede bir yan ürün olarak yerini korudu. Yirmi yıl boyunca yıllık ortalama 20 t sattık. Ta ki beş yıl önce Fransa’daki tarafsız bir Enstitü (INRA)’nün Fas Domateslerinde yaptığı derin çalışmalar ve sonuçların dayandığı bilimsel veriler umutlarımızı artırdı. Önce kendimizi sorgulamaya başladık. Fas sonuçlarına göre bir hektar (10.000 m2) sera alanında > 200 kg SE kullanılması durumundaki verim ve kalite artışlarının “maliyet/yarar” hesapları çok olumluydu. Rasyoneldi. Bizde ise yirmi yıldır sattığımız SE’nin başarılı kullanımı için, uzman olma yönünde bir ilerleme olmadığını gördüm. Küçük bir test yaptım. Yirmi kişiden yirmi farklı kullanım önerisi geldi ve hiçbiri bir hektar sera alanı için 20 kg ı aşmadı. Demek ki bilmiyorduk. Demek ki hem satıyorduk hem de doğrular için hazır değildik. Peki öğrenip gelişmeye, inançla yayıma istekli miydik ? Aradan yıllar geçti. Köprülerin altından çok sular aktı. Global birleşmeler ne yazık ki inançlarımızı daha da zayıflaştırdı. İsteklerimizi ölçülebilir kılacak formatlar oluşturduk. Güveni baştan sorgular olduk. Kaynak kullanımında MRP II dan günün yakıcı koşullarına dönerken pekçok kez Rubşcın’u aştık. istek, her beklenti için oluşturduğu bir PDP (Product Development Proposal/Beklentinizin Bedelini Görelim) formumuz oluşmuştu. Buna dayanarak yaptığım hesaplarda havsala ötesi potansiyel değerler dikkatimi çekiyordu. Bu rüzgarla 20 tonu önce 50 sonra da 100 tona çıkarmıştık. Bu bence (ya da bana) yeterli değildi. Ben SSTC odağında “öykülerle öğrenme” dosyası hazırladım. SE i kendime ayırdım. SE nin müdürü olmaya heveslendim. Hevesle öğrenme yolculuğuna çıkmaya hazır olanlara şunu sordum:

Hangi ürünün müdürü olmak isterdiniz ? Bu ürünün satışını kaç katına çıkarabilirsiniz ? Bu değere erişmek için neler yapmak istersiniz ?

En iyi öğrenme şeklinin “öğretme görevi” üstlenmekle olduğuna inanarak gönüllü eğitmen adayları aradım. Pekçok gönüllü çıktı. Öğrenme hevesi yüksekti. Ne var ki Everest’in tepesine tırmanmaya çalışanların öncelikleri arasına eğitim giremedi. Tıpkı kırk yıl önce Prof.Dr.İ.Y.ın dediği gibi “eğitim hâlâ üretimin kritik bileşeni olamıyordu“. Ne var ki Rubicon’u geçme çabalarım sadece “görmezden gelme” duvarına çarparak kaldı. Yine de tıpkı A.Öngör’ün kitabının adıyla “benden sonra devam” diyerek ikiyüz sayfalık öğrenme yolculuğu dosyamı geride bıraktığım iki SSTC yardımcı eğitmenine bıraktım. Komşularımın da buğdayları iyi olmalıydı ki sektörel rekabette kalite yükselsin. Şimdi gelelim PDP formuna göre SE için hedefim olan hem de SMART’ik olan 800 t luk öykünün nasıl gerçekleşebileceğinin köşe noktalarına ki bunları da şu üç aşama için adım adım uygulardım:

1.Ortak hedefler

2.Bütünleşik eylemler

3.paylaşılan değerler.

  • XZM (…. lı Ziraatçı Mustafa) olarak yola çıkardım (kurum+meslek+ben; SSTC hazırlık).
  • “Onu herkes biliyor; hem de otuz yıldır benden daha iyi” diye düşünmez, sera sebzede resmi tavsiyesini alırdım (teknik/SSTC etkili görsel kullanımı)
  • “Herkesin benden iyi bildiği SE i anlatmaya ne gerek var ki ” diye düşünmez yoğun bir promosyon programına başlardım.
  • Rakibin Ortho-ortho’nun övülen özelliklerine takılmaz ortho-para olmanın faydalarına odaklanırdım (SSTC fayda analizi).
  • Başarı öykülerini toplardım (öykülerle öğrenmek; öykülerle satmak; öykülerle kalıcı olmak)
  • Kullanım stratejisinin odağına FAS Domatesleri ve INRA nın önerileri”ni yerleştirirdim. Böylece,
  • Seracının 20 den 30 kg/ha a doğru gelişen kabulünü 100 kg/ha doğru zorlardım (ölçülebilir bir başarı kriteri ve Rubicon’u ilk geçme çabası).
  • Önce Antalya seralarına odaklanırdım.
  • PDP formunu doldururdum (40.000 ha; %80 Antalya; %50 domates; 100 kg/ha doz ve…)
  • 800 to hedefle taahhütümüm somutlaştırırdım (dublenin dublesi değil; fevkaladenin fevkinde sekiz kat yüksek hedef).
  • Bunu “güçlü üçlü” paketine (MAS) çevirirdim; bir taşla üç kuş vurmaya çalışırdım (İkinci Rubicon’u geçme girişimi).
  • Kendimi ölçerdim (Şu GAT dünyada MASlaşmak için RAW mıyım ?” diye kendimi sorgulardım).
  • “Etkili Haftalık Programlar” içinde bütünleşik eylemleri şekillendirirken “spil over effect/taşan sütün etrafı bulaştırması” etkisini yaratırdım (üçüncü Rubicon’u geçme gayreti).
  • Mevcut yapıda “yandaş etkisi” arar ve “Kairon/Fırsat Tanrısı”nı yardıma çağırırdım. Bunun için “Haydarın Çadırını”, “Aykutun Otobüsü”nü genelleştirirdim (sahiplerinin sadece söylemde kalan çabalarına sahip çıkıyor olmak da bir başka Rubicon’u geçme girişimi).
  • Ekip kurar; Proje Yönetimini etkinleştirirdim.
  • Kırmızı tulumumu ekibe de giydirir (tıpkı 2003 Antalya’da sahnede BHG ve KA a giydirdiğim gibi; tıpkı Doçentlik cübbesini giydiğim gibi, mesleğim adına çevremde de kaliteli buğday tohumlarının ekilmesini sağlamak gibi).
  • İlk yılın sonunda ÇDE (Çiftçi Destek Ekibi) projelerimde olduğu gibi kalıcı personelle bu işe süreklilik kazandırır ve bayrağı teslim ederdim.
  • Her yıl kuyruğuna birşey ekler; heves ve heyecanların sönmesine izin vermezdim.
  • AIDA nın başına ve sonuna “N/İhtiyaç” ve “S/Tatmin” değerlendirmelerini de ekler ve NAIDAS la güncel ve yerel olmayı hep sağlardım.

Neden olmasın ?

Siz hangi ürünün müdürü olup da neler yapardınız ?

Hangi hayalinizi TOMBULlaştırıp SMARTik hedefiniz kılardınız ?

Bu hedefe ulaşırken Rubicon’u bilerek aşmaya hazır olur musunuz ?

Siz yeter ki isteyin …

Bugün dünden daha fazla şansınız var…

Şans hazırlıklı beyinden yanadır…

Nice Rubicon’u geçme girişimlerinizin hep aydınlık olması dileklerimle.

Öykücü