Yaşam Büfesinde “Kendin çal, kendin oyna”

“… İspanya Alcante’deydim. Zaman 1993 Mart ayı. Ülkemi temsil etme sorumluluğuyla ilk yurt dışına çıkışımdı. Yirmi bir ülkeydik. Sadece yarım saat sahnede kalacaktım. Bir ayı aşkın sürede hazırlanmıştım. Türkçe metni yazdım. Sevgili Pınar İngilizce’sini yazıp redakte etti. Tüm cümleleri ezberledim. Alfabetik sırayla sahneye çıktık. Ben sondan bir öncekiydim. Sonlara doğru yine bir muzurluk yapmıştım. Bu iş “do it yourself” değildir dedikten sonra horozu sahneye çıkarmıştım. Üç parçalı bir karikatür eklemiştim. İlk parçada horoz heyecanla koşuyor ve şuna benzer bir söz söylüyordu : “we run after new business but leave old customers always satisfied “… “

Merhaba

Kurumum ülkem adına yeni bir açılıma imza atıyordu. Belki de en güzel “sosyal sorumluluk projeleri“nden birinin temeli atılıyordu. Kış yeni yeni ilkbahara dönüyordu. İspanya sahilleri henüz tenhaydı. JPaulK bana rehberlik ediyordu. Önce Barselona’da konakladık. Beni Türkçe’si “yedi kapı” olan deniz ürünleriyle ünlü muhteşem bir restorana götürdü. Oturduğum koltuğun arkasına O.Welles‘in adı kazınmıştı. Ünlü şarkısını anımsadım “I know what it is to be young, but you, you don’t know what it is to be old” diyordu sevimli Orson. Henüz o tarihte “yaşlılığın ne olduğunu bildiğimi” sanmıyorum. Şimdi gerçekten anlıyorum. Özellikle dokuz yıl önce sürpriz bir şekilde by-pass olduktan sonra yaşam bir başka değer kazanmıştı gözümde. Hemen o tarihte misyonumu yeniden yazdım. Dedim ki;

Özümün, ailemin ve sevdiklerimin daha mutlu, daha başarılı ve daha sağlıklı olmaları için kendilerine yardım etmelerine yardımcı olacağım.”

Bunu hep yapmaya çalıştım. Ne kadar başarılı oldum; ne kadar zaman zaman Milton’ın atı gibi yoldan saptım ? bilmiyorum. En azından hep yapmaya gayret ediyorum. Gelelim yukarıdaki öykünün devamına. Alicante toplantısının moderatörü Dr.T.Hoppe‘ydi. Toplantının adı “Avrupa Ülkeleri IPM Konferansı” idi. Adına baktığınızda kamunun yapması gereken bir konuyu görürsünüz. Kurum ileri görüşlüydü. Sektörel gidişi görüyordu. “Birşeyler yapmalı ama ne ... ?” diye ulusal durumları bilmek istiyordu; verileri derlemek, toplamak istiyordu. Dr.Hoppe, kısa bir süre sonra ülkemize gelecek ve sevgili Xavier‘le birlikte “Sultana Projesi” ni başlatacaklardı. Projenin yapısı, amacı ve niyeti mükemmeldi. Ne var ki bu proje içinde yaşadığımız hatalar tümüyle bizim beceriksizliğimizdendir. Henüz SSTC prensipleriyle “Etkili Proje Yönetimi”ni öğrenmemiştik. Ülkemiz koşullarına uymayan elbise içinde bocalıyorduk. Yine de arkadaşımız hem Ege bağcılarına yetmek için hem de yurt dışının isteklerine uymak için olağanüstü gayret gösteriyordu. Daha ilk iki yılında iki uzak ülkede ülkemizi bu projeyle temsil etme fırsatını da kullanmıştı. Onun öyküsünde de iş yaşamı Ege’den GAP’a oradan da Marmara’ya uzandı. Yaşam büfesinde sıraya geçerken karşılatığı zoruluklarla olgunlaştı.

Sahi sizce “olgunluk” nedir ? Nasıl oluşur ? Oluştuğunu nasıl anlarız ? Birgün ilişkiler daha da olgunlaştığında o ülkelerde ne tür zorluklar yaşadığını öyküleştirip paylaşır diye umuyorum.

Şimdi tekrar Alicante’ye döneyim. Sahnedeyken göz ucuyla sevgili J.P.K.’ a bakıyorum. Başarıyı paylaşmanın mutluluğu gülen yüzünden okunuyor. Son slayta geldim ve horozu sahneledim. Önce koşan horozu ve yukarıdaki sözleri gördü grup ve “biz yeni işlerin peşine düşerken eski müşterilerimizi daima tatmin ederiz” anlamı vardı o sözlerde. Ticari bir kuruluşuz ve az da olsa kamusal bir görev görünüm içinde yeni bir işin peşine düşüyoruz. Tarımımızda yıllardır dillere pelesenk olmuş IPM kavramının destekçisi olacağız. Bu kavramın açılımı “bütünleştirilmiş zararlı yönetimi” demek. Kamudaki sorarsanız kimileri “biyolojik savaş” olarak algılar; kimileri de “ilaçsız savaşım” gibi.

Aslında ürünü hastalık, zararlı ve yabancı otların zararlı etkilerinden korumak için tüm önlemleri kombine etmekten söz ediyor kavram. Sorunu tanımlamak, yöntem seçmek ve bunları bütünleştirme becerisi gösterebilmek demek IPM. Sektörüm de genellikle ürkerdi bu yaklaşımdan. Çünkü kendini yeterince geliştirmemişsen bu yolculuğa çıkmayacaksın. Yoksa kaş yapayım derken göz çıkarırsın ve Dimyata pirince giderken evdeki bulgurdan olursun. Duyarlı bir konu. Kritik bir karar aşaması. Global hazırlıklarımız tamam. Bu kavram bir büyük proje düşüncesinin önemli bir bileşeni. Diğer ikisi ise “aplikasyon teknikleri” ve “sağlık“. Üçü de birbirinden güzel kavramlar. Mükemmel bir üçlü. “Çiftçi Destek Ekibi” projeler demeti içinde yola çıkıp ülkesel koşullarda “IPM”e uyacağız; ilaçlı savaşımdaki uygulama tekniklerini iyileştireceğiz ve sağlık koruma tedbirlerini artıracağız. Bu kadar güzel taahhütler olabilirdi. Global şirket birleşmelerinin hengamesi içinde desteklerini yitirmeselerdi nerelerde olurduk Allah bilir ! Yine de Türkiye olarak sonraki yıllarda 8 proje ve 7 proje koordinatörüyle dünyada bir numaraydık. Ne mutlu bize.

Evet Alicante’den altı ay önce Antalya Marco Polo’daki yıllık toplantıda yine zorlamayla sahneye çıkan ben, IPM le FST ler arasındaki bağı ve algıları kırmızı tulumumla kurmaya çalışıyordum. O gün kaderimde bir köşe taşını daha aşmıştım. Hatta fazla cesaret bulup “C… birgün gelecek taşın sert olduğunu, ateşin yaktığını anlayacak” diye otoriteye mektup yazmıştım. Alicante’de horozun peşinden koştuğu piliç ikinci slaytta görülüyor ve üzerinde “IPM” yazıyordu. Üçüncü slaytta ise tatmin olmuş bir tavuk resmi vardı ve onun üzerinde ne yazdığını burada ifade etmeyeceğim. İşte tam bu görünüm sunumumun sonuydu.

Vurucu mesajı vermiştim ve sahneden inme hazırlığına geçtim. Tüm gruba bir sessizlik hakim oldu. Salondan çıt çıkmıyordu. Belki on saniyelik bir süreydi ama bana saatler gibi geldi. Sırtımdan dökülen soğuk terleri hissediyordu. Toplantının gözlemcisi Güney Amerika ülkeleri sorumlusu Dr.Kupferschmidt idi. Ve salonda bir alkış koptu. Böylece Teknik odakla yola çıkışımızın hedefi olan IPM e önem verirken satışın, rekabetin yıkıcı koşullarında ana müşterilerin asla ihmal edilmeyeceği mesajım alkışlarla yerini bulmuştu. tek alkışlanan bendim; ülkemdi. Toplantı sonrası yanıma gelen Dr.Hoppe aynen şöyle dedi “sen artist misin ?”. Övgü ve takdir içi içeydi. Ve ardından öylesine gelişmeler oldu ki O.Welles’in yukarıdaki şarkı sözünün anlamına yürekten inandım.

Öykülerimi paylaşmayı sürdürüyorum. Yorumlar bekliyorum. Sevgiler sunuyorum.

Yaşam büfesinde: Ödül ve Ceza” konusunu da bir sonraki yazımda öykülendireceğim.

Yolunuz hep aydınlık olsun.

Öykücü (mustafa@copcu.com)