Yaşam Büfesinde “Besleme”

“…Ben onu tanıdığımda satışın bölge müdürüydü ve bilgi birikiminin altında hırçın, kavgacı bir yapısı olduğunu ilk bakışta anladım. Babam yaşındaydı ve ben ona “abi” demeyi tercih ettim. Afrika’nın kuzeyindeki birkaç gariban ülkede jipin içindeki yılanla birlikte çalıştıktan sonra kapağı Türkiye’ye atmıştım. Tarımda mesleğimin ve uzmanlık alanımın alt bölümü  olan tohumdan bitki koruma sektörüne geçişim kolay olmuştu. Yakınen tanıdığı, iyi bir bildiğim bir Avrupa ülkesinin vatandaşı olan XPY nın çağrısı üzerine 25 yıl önce CG ye transfer olduğumda bir yıl önce ortaya çıkan krizin etkileri gittikçe derinleşiyordu. Tam gerçek performansımı göstereceğim anda bir serüven yaşayıp şirketten ayrılmak zorunda kaldım. Çok geçmedi. Birkaç yıl sonra tekrar kader beni aynı yere ve tek otorite olarak dönmenin yollarını açtı. Çıktığım kapıyı sert kapasam da ben güçlüydüm ve kapı tekrar açıldı. Sözünü ettiğim abime 0 kadar yakın davranmama rağmen beni sinir eden davranışları oldu. Nasıl ya sabır çektiğimi bir ben bilirim bir de Allah ! En sonunda dayanamadım ve odama çağırdım; hem de yeni bir ilacın lansmanı için prova yapılırken. Çünkü o gün beni, konumumu ve emrimi hiçe saydı. Özel konuğum için düzenlediğim grup toplantısında “izninizle ben çıkıyorum” diyerek toplantıyı terk etti. Bu ne cüret ! O kim oluyor ki ! Konuğum gidince telefon edip sert bir dille odama çağırdım ve …”

 

SSTC nin Temel Kuralları her tür zorluğu aşmayı kolaylaştırır; her ola çıkışta rehber olur

Merhaba

Bir dostumun dert paylaşımı olarak anlattığı yukarıdaki öyküye geçmeden önce yazımın başlığı olan “Besleme” sözcüğünün uyardığı anılarımı ve algılarımı dillendirmek istiyorum. Altmış beş yıl önce beş yıllık fakültenin orta sınıflarındayken tanıştım “besleme” sözcüğü ile. İlki “Bitki Besleme” idi ve rahmetli hocam Prof.Dr.Hıfzı Güner‘den aldığımız ve adına “Gübreleme” dediğimiz yaygın inanışla en zor derslerden biriydi. Hocası da buna göre en korkulandı. Ancak benim için öyle olmadı ve her zor ders için söylenen korkuların yarattığı öncül etkilerin ders çalışmaya ekstra etkisi ile hep en yüksek notları aldım (ya 9 ya da 10). Diğeri de “Hayvan Besleme” dersi olarak yem hazırlama, rasyon hesaplama olarak öğrenme yolculuğumda yerini aldı. Onun hocası ise en tatlı olanlardan biriydi ve tek kusuru vardı; onun için cümlenin sonundaki her fiil “etmek” idi. O, “olmak” ya da “yapmak” fiillerini kullanmaz ve hep “etmek” derdi. Şu örneğe baktığınızda göreceğiniz gibi kimi zaman gülümseten durumlar olurdu. Rahmetli hocam Prof.Dr.Şükrü Bulgurlu‘nun o dönemde (1963/68) iki asistanı vardı. Bunlardan biri Kahraman beydi. Ona şuna seslendiği rivayet olunur ders sınavından önce laboratuvar sınavında sıralama yaparken:

Kahraman ben kızları önden edeyim; sen oğlanları arkadan edersin“. Aman lütfen yanlış anlaşılmasın; hemen açıklayayım. Hocamın demek istediği kendisi kız öğrencileri öğleden önce sınava alacak ve asistanının da erkekleri öğleden sonra sınava almasını söylüyor. Her neyse biri bitki diğeri hayvan olmak üzere gerçek anlamda “feed” ve türevi olan “food” için dilime yerleşmişti “besleme” sözcüğü. Bir de evlerde, halk arasında söylenen “besleme” vardı. O da hizmetçi değil ama yine de hizmet etmek için alınmış evlatlık gibi fakir ya da kimsesiz bir kızın varlıklı evlerdeki durumu içindi. Peki gerisi ya da ilerisi ile nasıl oldu da son yıllarda “İnsan Besleme” nin bedenle ilgili olarak (beslenme rejimleri) değil de akılla, fikirle, yürekle ve duygularla ilgili bir “besleme” sistemi olarak “Feedback” in Türkçesinin “Besleme” ile başladığı yolcuğu ülkemde “Bildirim” e dönmesinde neler, nasıl etkileyip şekillendirdi ? Arkadaşımın anlattığını aşağıda öykülendirmeye çalışıyorum.

Genç bir dostum nasıl geri bildirim verdiğini benimle paylaştı. Aşağıda onun ağzından yazıyorum:

Peki İngilizcesi “Feedback” olan sözcük önceleri “Geri Besleme” olarak kullanıma girerken ne oldu da daha sonra “Besleme” nin yerini “Bildirim” aldı ? Bugün bana “Besleme”ye karşın “Bildirim” daha bir sert, daha bir emredici ve daha bir otoriter tutum havası izlenimi veriyor. Aslında benim tarzım için besleme yerine bildirim daha uygun. Benim çalışanlarım öyle SSTC de öğretildiği gibi “ignore negatives / olumsuzu duymazdan gel” den anlamaz. Şımarır. Onlara sert olmak gerek; beslemek yerine bildirmek gerek. Bu konudaki eğitimlerde, öğrenme yolculuklarında “Aman ha…” uyarısı var sakın ola ki “Ben sizin babanızım ben ne dersem o olur demeyin” şeklinde. Benim de aklım karışıyor henüz bu genç yaşımda yöneticilik merdivenlerini hızla tırmanırken . İşte tam gelişmelerin etkisi altında henüz yurt dışındaki CCL ve Insead Eğitimlerinden yeni gelmiştim. Öğrendiklerimin ateşi sönmeden uygulamak istiyordum. Ne güzel de fırsat çıktı önüme. Babam yaşındaki ara yöneticim beni, otoritemi, bir dostumun yanında küçük düşürdü. İsteklerime karşı geldi. Ben ki bugüne bugün madem ki bu ülkede tek otoriteyim ben ne dersem o olacaktır. “Gel” dersem gelecek; “git” dediğim zaman gidecektir. “Gel” dedim ve geldi tıpkı diğerleri gibi. Adama bak bir de benimle pazarlık ediyor sanki ; neymiş “fazla kalamazmış; aşağıda grup toplanmış, yarın ki lansman için görev dağılımının provasını yapıyorlarmış”. İçimden “öpmeyeyim senin lansmanına” demek geçse de önce “tamam bir saat sürecek” dedim. Peki ya sonra ? “Git” demeden gitti.

Arkadaşım tee Ankara’dan gelmiş. Okuldan sonra bu ilk görüşmemiz olacak ve ona hem kendi konumumu ve hem de ekibimin niteliklerini gösterip gurur duyacağım. Bir saatin nasıl geçtiğini anlamadım. Meğer bir saat dolmuş ve babam yaşındaki adam “Bana müsaade” dedi ve şaşkınlığım sürerken çekip gitti. Ben ona gitme izni vermedim ki. Nasıl gider ? Benim otoritemi nasıl zayıflatır ? Ben ona gösteririm. Üstelik CCL den sonra “Geri Bildirim” verme becerimi de göstermiş olurum. Zaten bu adam daha önce de buna benzer şeyler yapmıştı. Biraz başına buyruk. Tamam ekstra özellikleri var ama olmaz ki (böyle de yatılmaz ki). Daha fazla dayanamam. Yarın olmasını bekleyemem. Arkadaşımı uğurlar uğurlamaz odama çağıracağım ve ona öyle bir “Geri bildirim” vereceğim ki görsün bakalım “Besmele“li “Besleme” mi yoksa “Bildirim” mi hangisinin geri gidişi daha etkiliymiş !

Odama çağırdım. Geldi. Elinde bir de defter kalem getirmiş. Ne yapacaksa ? Neyin notunu tutup yine neleri yazacaksa ? Bunu hep yapıyor. Her konuşulanı yazıyor. Buna da kızdım. Daha çok bilendim o odaya girdiği anda. Kocaman müdür masamın arkasındaki kocaman koltuğuma yayıldım. Sol yanımda açık duran bilgisayarıma bakarak oturmasını söyledim. Bir süre yüzüne bakmadım. Onu böylece baskı altına aldım. Ben bunu çok iyi yaparım. Önce bir otoritenin ne demek olduğunu öğrensin; tıpkı Clinton’un masanın kenarına kıçını koyup da karşısındaki rahmetli Ecevit’i küçümsediği gibi yaptım. Ben bunu da çok iyi yaparım. Ben bunları iyi yapmasaydım kuzey Afrika’nın çöl sıcaklarında jipin içindeki yılanla birlikte nasıl çalışırdım. Daha sonra ona durumu net bir şekilde açıkladım: “Seni neden çağırdığımı biliyor musun ?” diye ilk soruyu yapıştırdım. Şimdi düşünüyorum da bu soruma “Evet” mi yoksa “Hayır” mı dedi; geldiğinin nedenini biliyor muydu anımsamıyorum. Çünkü onu dinlemedim, yanıtını merak etmedim bile. Önemli değildi; umursamıyordum. Benim için önemli olan “sen benim isteğime nasıl karşı çıkarsın; sen bilmiyor musun ki benim isteğim aslında emirdir” yargımı ona ceza olarak, metazori kabullendirmekti (acaba Ortozori, Parazori diye terimler de var mı ?). Bu soruyu sorduğumda defterini açıp bir şeyler yazdı. Buna da kızdım. Ne yazıyor ki ! Tekrar sordum: “Neden çıktın toplantıdan ?”. Yok lansmanmış yok bir saatlik gelmişmiş…Pek çok laf salatası. Sen kim oluyorsun ki ? Yüzüne bakmıyorum. Masamın arkasındayım. Sesimi yükseltiyorum. İçimden “Babam yaşında adamsın; olmasaydın ve…” diye daha neler neler geçti; ancak kendimi frenledim. Belki bu duygular yüzüme vurmuş olabilir. Varsın olsun ondan mı çekineceğim (kim korkar hain kurttan). Laf aramızda o bunu hep yapıyor. Geçen sene altındaki bir başka yöneticiyi de onun bu tutumundan sonra işten çıkarmadım mı ? Bunu da söyledim kendisine “Sen zaten hep böylesin” diye sözlerime başlayarak. Hızımı alamadım. Astlarından Ayşe’ye davrandığı gibi Fatma’ya da davransaydı onu da geliştirmiş olurdu. Bunu da araya sıkıştırdım. Bu adamla çalışmak gerçekten zor. Ne var ki hem ucuza geldiği için, hem yerine yurt dışından gelme olasılığı olan bir yöneticiyi varlığı ile engellediği için ve hem de “BoYeBa” olarak her uzatılan hıyara tuzu bendedir diye koştuğu için işime yarıyor. Ama ara sıra canımı sıkıyor. Ona haddini bildirmeliyim. Bu görüşme bazen toplantıdan çıkışına ve çoklukla da onun yapısına, genel davranışlarına odaklı eleştirilerimle bir saate yakın sürdü. Ben konuştum; o dinledi. Ara sıra dinlediklerini özetle bana yansıttı. Sözde aynalama tekniği ile yine bilgiçliğini gösterecek. Bir ara fazla mı yüklendim, acımasızca mı oldu diye bir duygu kıpırdadı içimde ve on yıl önce liderlik ve koçluk öğrenme yolculuğumda onun öğrencilerinden biri olduğumu anımsayarak haksızlık etme korkusuna kapıldım ise de çabuk atlattım. Adama bak; amacı neyse kapıdan çıkmadan önce defterine yazdıklarından görüşmeyi bana “ben diliyle” özetledi ve doğru anlayıp anlamadığı konusundan benden teyit istedi. Yetmedi. Odasına gidince yarım saat sonra “MKLs/Neler öğrendim” başlıklı üç cümlelik bir mail mesajı göndermesin mi ? Bu adamı anlamak çok zor. Bunca uyarı ve eleştiri çabamı nasıl algılamış. Hayret bişe ! Acaba bende mi bir hata var ?

Ve aradan yıllar geçti. Yollarımız ayrıldı. Ben yeniden yurt dışına döndüm. Sektör değiştirdim. Kariyer basamaklarında hızla yükselmemi sürdürdüm. Babam yaşındaki adam emekli oldu. Şimdi nerelerde ne yapıyor bilmiyorum ama o gün ona iyi bir ders verdiğime eminim. Adı ister “besleme” olsun ister “bildirim” fark etmez; ben yapmam gerekeni yaptım. İçim rahat. Bugün olsa yine aynısını yapardım. Herkes yerini ve haddini bilecek. Yumuşak davranmaya gelmez. Yoksa tepenize çıkarlar. Otoritenin sopasını hissetmeliler ki ara sıra verdiğimiz havucun değerini bilsinler. Kızını dövmeyen dizini döver; oğlunu dövmeyen kesesini döver. Bunlara böylesi gerek. Yoksa her başarının ardından isteklerinin sınırı olmaz. Onları böyle şeylerle meşgul etmeli ki akılları zararlı şeylere çalışmasın. Görelim bakalım bir daha benim isteğimden dışarı çıkar mı ?

Genç yöneticinin gurur duyduğu ve CCL den dönüşte hemen öğrendiklerini uygulamak için pekiştirmek için fırsat gördüğü bu geri bildirim öyküsünü bana anlattıklarında ne düşüneceğimi bilemedim ? Bu bir kişisel tarz mıdır (Amasyalı Mehmetin sex stili gibi) ? Ustalık yolculuğunu yaşadığı iş okulunda gerçekten böyle mi öğretilmişti ? Yoksa inadına tersini mi yapıyordu ? Doğrusu böyle olmasa bile bu örnekteki astına bir özel garazı mı vardı ? Hani hep “dinlemenin önemi”ne vurgu yapılan “yönetim becerileri”nde acaba özellikle “dinlememe eğitimi” mi veriliyordu seçilmişlere ? Dün gözüme çarpan internet mesajında ne yazıyordu: “hocası fukaraya veriyor cenneti; bakanı fukaraya veriyor cenneti, zengini fukaraya veriyor cenneti” fukaranın hayatını cehenneme çevirirken… Bunun gibi mi “cennet/cehennem” ve “Ben diliyle DANS etmek” varken sen suçlamalarıyla, top yerine adama oynayarak ne yapmaya çalışıyor bu seçilmişler ? Kendini de karşısındakini de bunca eleştiri stresine sokan yönetici neleri, nasıl yanlış yapmıştır ? Yanlış ya da hatalı olduğunu kabul ediyor mu ? Düzelir mi ? Umutsuz vak’a mı ? Bu bir yapı meselesi mi ? Empati bu işin neresinde ?

Başarılı bir geri bildirim ya da geri besleme için SSTC nin birkaç temel kuralına dikkat etmek yeterli olacaktır. Şöyle ki;

1.Burada geri bildirim veren genç yönetici aslında bir satıcıdır. O halde SSTC nin birinci temel kuralı SMART’a göre hazırlanmış bir “Sales call / Amaç, hedef” ortaya koymaktır. Ne yapmak istiyor ?

2.Bunun için “Ben diliyle DANS” etmeyi öğrenmek başarılı satışçının “satmak değil satın almasına yardım etmek” konusuna önem verdiğini gösterecektir. Bu konuda,

3.Başarılı bir satışçı gibi geri bildirim verme konusunda kendi SWOT’unu yapmalıdır. Güçlü ve zayıf yönleri kadar geri bildim vereceği yer ve zaman konusundaki fırsat ve tehditleri de irdelemelidir.

4.Tüm bunlar SSTC nin ilk günde işlediği “hazırlık” aşamasının önemini anlatmaktadır. Bu konuda tıpkı Pareto Yasası gibi “80/20 Kuralı”na uymalıdır geri bildirim verecek olan satışçı konumundaki genç yönetici,

5.Peki ya yaklaşım ! Odasında kocaman masasının arkasına kurulmuş ve yüzü sol tarafındaki bilgisayara dönük oturmak mı yoksa AIDA’nın ilk harfi olan “Attention/Dikkat” konusunu tekniğine uygun uygulamak mı ? Çok mu zor ? Durum, İhtiyaç, Sorun veya doğrudan konu ile soruya yumuşak girmek daha iyi değil mi ? Bu yaklaşım bir zayıflık mı ?

6.Hep sorarız SSTC nin daha ilk gününde “başarılı satışçının en önemli özelliği ne olmalıdır ?” diye ve beklediğimiz yanıt “iyi bir dinleyici” olmasıdır. İyi dinleyici olabilmek için önce susmasını bilecektir. Ardından soru sormasını bilecektir.

7.Soru sorma becerisini geliştirmek SSTC ile başlayan öğrenme yolculuğunun devamında RAW Sorgusu (3) > MAS Sorgusu (3) ve > GAT Sorgusu (4) ile toplam 10 temel soruyu doğru düzgün, içten ve inanarak sorabiliyor mu ? Ben buna bakarım. Bunun anlamı önce kendine dürüst geri bildirim vermek demektir.

8.SSTC öğretileriyle yaşamın her anında günün doğal ritminde hangi soruları nasıl, ne zaman sormalı diye ustalığını pekiştirmek istiyorsa Neil Amcanın “SPIN Tekniği” ile “Durum / Sorun / Uygulama / İhtiyaç” bölümlerinde çok etkili sorular oluşturabilir geri bildirim vermek isteyen yaratıcı satışçımız.

9.Elin oğlu armut toplamıyor ki herkes bizim genç otoritenin karşısındaki ihtiyar adam (ve deniz) gibi olmaz ki…Bu nedenle geri bildirim veren ve etkili vermek isteyen, yaratıcı satışçı gibi ikna etmek, davranışı düzeltmek için bildirim yerine kişiyi, ruhu, aklı ve yüreği “beslemek” isteyen kişi “responsların ele alınması becerisi” için kaç fırın ekmek yemesi gerekirse yemeyi göze alacaktır. Ne diyor Kerem Copcu “Fark Yaratan Şirketler Paneli”nde “hiçbir emek boşa gitmez; emeksiz yemek olmaz”.

10. Özetle dillendirmeye çalıştığım bildirimden başarılı beslemeye uzanan yolda etkili olmak için yaşam büfesi önünde sıraya girmenin esaslarını öğreten SSTC nin kurallarına ve öğretilerine kulak vermek iyileşme yolunda atılacak ilk adımdır.

Daha sonra sırada kalmak için, sırada öne geçip de empatik olmayı, gönüllü kabullenmeyi ve ustalık yolunda ter dökmeyi kabul edenler için en iyi düstur (yol gösterici özlü söz) şudur: Yaşamda her gün eğitim, herkes öğretmen ve her birimiz sürekli öğrenciyiz”. Zor değil ama yapabilene ne mutlu.

Sağlık ve esenlik dileklerimle.

Öykücü