Yaşam Büfesinde “Üç Prensip”

“…Doğru yolda ilerlediğimizi anlamanın tek yolu, yolun bireyselliğimize ne kadar uyduğuna bakmaktır. İster okumayı öğrenmek, ister iyi bir atlet olmak, ister bir şirket yönetmek olsun, genellikle belli bir amaca giden yolun dışarıda bir yerlerde olduğunu, ormanda bizden önceki yolcuların geçtikleri izleri takip etmekten geçtiğini düşünürüz. Hayatta başarılı olmanın en iyi yolunun açılmış olan yoldan ilerlemek olduğunu varsayarız. Ancak yollar prensibi her zaman kendi yolumuzu açtığımızı ve ilerledikçe onu şekillendirdiğimizi söyler; verdiğimiz her karar veya deneyimlediğimiz her olay bizim için olasılıkları değiştirir. Bu emeklemeyi öğrenmekten, bir pazarlama kampanyası düzenlemeye kadar her şeyde geçerlidir. Bu durum ilk başta ürkütücü gelebilir. Çünkü bize yol gösteren işaretlerin yardımdan çok engel teşkil edebileceklerini ileri sürer. Bu bilindik işaretlere güvenemeyeceksek, nasıl ilerlediğimizi bilebilmek için neye bakabiliriz ? İşte bu nedenle yollar prensibinden en iyi şekilde yararlanabilmek için, dalgalılık prensibi ile profillerimizi ve bağlam prensibiyle de “eğer-ise imzalarımızı” anlamamız gerekir. Çünkü doğru yolda ilerlememizin tek yolu, yolun bireyselliğimize ne kadar uyduğuna bakmaktır…”

 

Öykülerle öğrenmek (1995, 2005 den 2018 e): Yüksek Performanslı Ekip olabilmek

Merhaba

Yeni bir hafta başlıyor. Ocak 2018 in son haftasını yaşıyoruz. Yeni yılın bir ayı nasıl da hızlı geçiverdi. Bugün hava serinliğini korusa da güneşli ve baharı erkenden müjdeliyor. Henüz Ege’de, İzmir’de, Karşıyaka’da, Mavişehir’de gerçek ayazlı bir kış yaşamadık sayılır. Buna karşın Çeşme günlerimiz pek fazla olmadı bu yıl çocuklarımıza daha fazla yakın yaşayabilmek için. Dünya hâla dönüyor ve Afrin’deki savaşta (!) çıkar ortağı saydıklarımızın oyunları içinde bir ömür tükeniyor. Güneydoğuda savaş sürerken, başta İstanbul olmak üzere yurdun büyük kısmında rutininde giden yaşamda bireyler başarı için acep hangi yolları kullanıyorlar ? Kitabın bir yerindeki bölüm başlığı “Başarıya giden isimsiz yolu izlemek” yazılı; bir diğer bölüme başlarken de “Hepimiz daha az kullanılan yolda yürürüz” yazmış bay Todd (http://www.toddrose.com/). Sevgili Utku Paris-Amsterdam hattında Brugge keyfiyle ve umarım hayran kaldığımız, tadına doyamadığımız Volendam sahil kasabasına da uğrayarak (https://www.holland.com/global/tourism/destinations/more-destinations/volendam/volendam-3.htm)  yeni yıl tatilini sağlık ve esenlik içinde geçirirken ben de hediye ettiği “Ortalamanın Sonu” nu bitiririm. Bu kitaptan yaptığım alıntı ile başladığım bu yazının kapsamında hangi yakın ve uzak anılarım depreşiyor ?

Yakın anım, geçen hafta Netgillerle yaptığım “NETRAW1” Ocak 2018 genel görüşme toplantısının açılışındaki iki bölümlü mesajımın aklımdaki ve ruhumdaki izleri. Uzak anım ise 1994 kriz yılı ve ardılındaki iyileşme döneminde (1995/96) ve ilk global birleşmenin gök taşı etkisi yarattığı sersemlik döneminde yerel yönetici olarak yaptığım sınırları aşan eylemlerin izleri. Biraz daha geriye gideyim de 1986 yılında Les Barges’daki öğrenme yolculuğu ile elimdeki kitap (2018) arasında yeniden kurulan “Median Bağı“nı biraz daha açayım. Bunu neden istiyorum ?

Önceki yazımın (http://www.copcu.com/2018/01/26/yasam-bufesinde-ortanca/) bir yerine “VMD/NMD” olarak giren “median” iki haftalık öğrenme yolculuğumda ne işe yarıyordu ? Öğrenme yolculuğunun çerçevesi “tarımsal savaşım uygulamalarını iyileştirmek” ya da “etkinliği artırmak” idi. Bunun için birkaç değişkene bağlı olan “ilaçlamanın kalitesini iyileştirmek” istiyorduk. Buna göre ilaçlama aletlerini, yöntemlerini seçiyor; buna göre çevre koşullarına uygun, uyumlu kılıyor ve asıl önemlisi ilaçlama memesi (sizin bildiğiniz memelerden değil; nozzle > içi boş huni veya yelpaze) seçimi ile birlikte özellikle basıncı optimize etmeye çalışıyorduk. Amacımız hedefte (örneğin bitkinin yaprağında) uniform bir kaplama sağlamaktı. “Suya Duyarlı Kağıtlarla” hedefteki kaplamanın kalitesini değerlendirmek için ilaçlı su damlacıklarının birim alandaki sayısı (NMD in “N” si olan “Number”) ile hacmini (VMD nin “V” si olan “Volume”) hesaplıyorduk. Beklentimiz hedefi kaplayan ilaçlı su damlacıklarının 80-100 mikron çapında olanların sayısını artırabilmekti. Damlacıklar ise 20 ila 200 mikron arasında değişiyordu, kontrol edebildiğimiz ve edemediğimiz faktörlerin etkisi altında. İşte bu değişim sınırları arasında biz “ortalama (mean)” değeri değil, “ortanca (median)” değeri ve bu değerin baskınlığını, çokluğunu arıyorduk. O zaman tam olarak yolun ötesini görüp de ruhuma kazıyamadığım median (ortanca)ı 32 sene sonra “ortalamanın sonu” ile daha iyi anlıyordum. Bu kadar mı ?

Sanırım 1995 (veya 1996) yılının Temmuz ayıydı. İstanbul’da ünlü bir otelin butik toplantı salonunda toplanmış sekiz kişiydik. Mükemmel bir sunucu olan bay D.Fuog’un sunumunda yeni bir ilaç vardı. Emici böceklerin tükürük bezlerine etki ederek alışılmışın dışında çevre için daha fazla emniyet sözü veren bu ilacın (PMN) tanıtımı, yerleştirilmesi ve asıl önemlisi son kullanıcı çiftçi tarafından başarılı kabul edilmesi bir tek şey istiyordu: Sabır. CINOS‘un ilk evresindeydik. Ülkesel kriz aşılmış gibi görünüyordu. Biz batanları elimine edip toparlanıyorduk. Yeni bir yola çıkıyorduk. Bir yanda Bursa’nın domatesleri, diğer yanda Akdeniz Bölgesindeki seralar ve hatta  Gümüldür’deki narenciye bahçelerinde yeni ilaçla köprüler kurmaya, ormanda yol açmaya çalışıyorduk. Biz hızlıydık. Bu hızımızı CINOS’un ikinci evresinde de sürdürdük. Biz sabırlıydık. Çiftçi ilk anda bize inandı.  Gümüldür’de bir gece eğitimine katılmıştım. Yılların narenciye yetiştiricisi Bay Ahmet aynen şöyle dedi: “Tamam sizin ilacınızı kullanacağım. İşe yararsa köşeyi dönerim; yaramazsa …. yerim”. Ürpertici bir ifadeydi. Samimiydi. Ben bir daha devamını görmedim. Döndü mü; yedi mi ? bizzat görmedim. Ancak kulaklarımızı çınlattığını hissettim. Çünkü; ne yazık ki tarlada böcekler cirit atarken sabrı önermek için “asr duası” bile yeterli olmuyordu http://www.namazsitesi.com/sureler/asr-suresi.html). Çok güzel de bir slogan seçmiştik: “Ağzını bağlar”. Hem ilk andaki etkisi ve hem de etkinin gerçek dinamiği açısından anlamlı bir vurguydu. Ancak seradaki domates üreticisi “Bey kusura bakma ama senin ilaç böceğin ağzını bağlıyor ama kıçını açıyor” oldu. Çünkü ölümden önce emici böcek yaşama tutunmak için neslini artırma gayretine girip daha fazla doğurganlıkla son demlerini yaşarken çiftçi bunu (haklı olarak) artış ve yaşamın artan gücü olarak görüyordu. İşte bu ilacın İstanbul’daki tanıtım toplantısında bir sözcükle tanıştım: Trailblazer (https://www.seslisozluk.net/trailblazers-nedir-ne-demek/). “Öncü” demek olan bu sözcük iki ayrı anlam taşıyordu. İlki, elindeki pala ile balta girmemiş ormanda kendine yol açan öncü, sadece kendine geçmek için değil, kendinden sonra gelecek olanlara da yol açmış oluyordu. Ben bu tür davranışları “Pulcu Puş” eylemlerinde çok yaşadım. Nasıl mı ?

Çiftçi Ahmet ağa her zaman bir destekle, güvendiği bir kaynağın tavsiyesi ile ilacını alıp kullanır, ürününü böceklerden ve hastalıklardan korumak için. Kamu görevlisinin ya olanağı yoktur ona ulaşması ve doğrular için yardımcı olması için, ya da hevesi. İlaç satıcısı ise rekabet kendini zorlamadıkça kendi doğrularına göre davranır özellikle düşük kârlılıkta varlığını sürdürebilmek için. En iyisidir Tire’li ilaç satıcısı ve çiftçilerin danışma kapısı olan SK ve ilginç olanı, SK ziraatçı da değildir. Yıl 1986… Günlerden salı. Tire’nin pazarı. İki satıcı vardır Tire’de baskın olan: SK ve AA. İkisi de çok iyidir. Güvenilirdir. Her iki dükkan da müşteri doludur. Ben kırmızı tulumumla SK ın dükkanında bir köşede izleyiciyim. Özel sektöre yeni geçmişim ve satıcı-kullanıcı ilişkilerini izliyorum; öğrenmeye çalışıyorum. Henüz Ege Bölgesinde tütün popüler bir üründür. Yamaçlardaki kır (besin maddelerince fakir, sulanmayan) topraklardan, ovaya (zengin topraklara) inmiştir daha fazla üretim ve verimlilik için. Ovaya inen tütünün, zengin toprakları görünce verimliliği iki katına çıkmış, yaprakları büyümüştür. Bu büyük yapraklar da kuruyunca sarıdan uzaklaşıp kahverengileşmektedir. Altın sarısı renk istenmektedir. Kahverengi tütünler daha ucuza satın alınmakta ve hatta kimi zaman satın alınan bu tütünler yakılmaktadır. Kurutulduğunda tütünü sarı renkli kılabilmek en önemli amaçtır. Kapıdan giren tütüncü Ahmet satıcıya seslenir:

S… bana bir sarartma ilacı ver“. SK raftan bir ilaç alıp verir. SK dürüsttür ve gerçekten de tütünde onaylanmış kullanma izni olan bir hastalık ilacı vermiştir (MRT). Aslında her ikisi de sararmamanın bir hastalık olmadığını bilirler. Ancak Enstitüde olduğu gibi hatalarla veya doğa koşullarıyla çözümsüz duruma erişmiş olan bir ürün için pratikte “sök, yak, göm” diyemezsin; dersen eğer aforoz edilirsin. Bir çözüm sunmalısın; gerçek ya da değil. Bunu SK vermezse komşu satıcı AA verecektir. Kimse vermezse çiftçi Ahmet çok daha kötüsünü yapıp ot ilacı bile kullanacaktır sarartmak için. Çiftçi Ahmet kapıdan çıkarken geri döner ve sorar: “S… bu iyi sarartır mı ?“. SK satıcı olarak bizim yıllardır öğretmeye çalıştığımız SSTC nin pratik ustası olmuştur. SK kritik karar anını çok iyi bilmektedir ve SK sorar : “Sen iyi sararsın mı istiyorsun ?“. Olumlu yanıt alınca ikinci bir ilaç daha verir. Nasıl kullanacağını anlatır. SK dürüsttür, SK ustadır. SK güvenilirdir. SK ın verdiği her iki ilaç da (RBG) türünde tavsiye edilmektedir; sarartma için olmasa da…İşte bu ve benzeri önerileri görüp öğrendikten sonra, özel sektörün koşullarına uyum sağladıktan sonra, doğrular için köy ve kahve toplantılarında kırmızı tulum ve tulumbayla yıllarca “pulcu puş“luk yaparken bir şey öğrendim: Çiftçi ile satıcı arasında köprüler kurdum. Çiftçi doğruları öğrendi. Ancak köprünün üstüne bir kapı yapıp da kapının anahtarını elimde tutamadığım için prensipleri öğrenen çiftçi daha sonra satıcının önerdiği çözümleri kullanıp benim reçetemin dışına çıktı. İşte bunlar da birer “trailblazer/öncü” davranışları oldu. Yolu açtım. Geçen yolcu daha sonra bildiğini okudu. Bugüne dönersem neler görürüm, özellikle geçen hafta yaptığım toplantının esintilerinde ?

Netgiller de eylemlerinde, ürünlerinde, sundukları faydalarda kendi ayak izlerini korudukları, kendilerini sürekli güncelledikleri (update), yeni çözüm yolları, patikalar yarattıklarında (upcreate), her zaman bir üst kulvarda ilerlediklerinde (upgrade) ve asıl önemlisi sahip oldukları yetkinliklerle becerilerini geliştirip (upskill) de Dr.C.Vinkenburg‘un “7 DANS” ından kendilerine uyan biri ile başarıya ulaşma yollarını bulduklarında, (http://www.gender-summit.eu/index.php/contributors2014/speakers2014/262-vinkenburg)

*2018 yılının “performans yılı” olmasının kalıcı etkilerini,

*Disiplin Kültürü içinde keyifli öğrenmelerini yıl sonundaki adil paylaşımla kutlayacaklardır.

Sözün özü, siz yeter ki isteyin ve…

Siz yeter ki “Dalgalılık Prensibi” içinde başarılı olmanın boyutları arasındaki zayıf korelasyonlardan, sizi siz yapan yer ve zaman faktörleri ile “Bağlam Prensibini” kendi bireysel özellik ve durumlarınız için “Yollar Prensibi” ile çözümlerinizi disiplin kültürü içinde eyleme geçirin. Yolunuz açık ve aydınlık olsun.

Öykücü