Yaşam Büfesinde “Ortadaki Düğüm”

“… Adam beni çıldırtıyordu. Kendisine ne zaman birşeylerin belirtilen tarihte ya da bütçe dahilinde yapılmasının mümkün olamayacağını söylesem, bana, satış bölümünde olduğu dönemde kendisinin bunu başardığını söyleyerek, tavsiyeler vermeye başlardı. Hiçbir anlamda bana müdahale etme hakkı da yoktu. Kendisiyle bu konuda defalarca konuştuğum halde anlamıyordu. Tahminen yaşamımı kolaylaştırmaya çalışıyordu; ancak buna ihtiyacım yoktu. Bir patronla ilgilenmek yeterince güçken, ikinci bir patronla baş edemezdim…”

Merhaba

Sayın Hünkar Özyaşar’ın “İşler Çığırından Çıkınca” isimli kitabından ( http://www.netkitap.com/kitap-isler-cigrindan-cikinca-usta-yoneticilerden-az-zamanda-cok-is-basarmanin-sirlari-hunkar-ozyasar-yakamoz-yayincilik-2.htm ) ödünç aldığım yukarıdaki satırlar, bir satış görevlisinin sonradan ürün müdürü olan eski bir satışçıyla yaşadığı deneyime aittir. Bu kitabı, artık gitmeye hazır olduğum; Bay AU dan sonra valizlerimi toplamaya başladığım 15 Ağustos 2008 de almışım ve sabahın serin rüzgarında yürüyüş sonrası Çeşme’nin deniz kenarında okumaya başlamışım. Hertarafını kırmızılamışım. İçe bakışla rollerimi “BHM > STM > MAS” diye uydurduğum kavramların çerçevesinde tanımlayıp algılarımı kitabın sözcükleriyle bağıntılamışım. Kitabın orta yerinde “Geleceği bugünden satın almak” ve “Özgürlüğün Dört Aşaması” yaklaşımlarını özel sevmişim. Sydney’deki 2000 olimpiyatlarında yüzücü-mayo ilişkisine SSTC nin “özellik-fayda” açılımıyla notlarıma eklemişim. Hünkar beyin kitabına Ekim 2009 daki yazımda da değinmiştim (http://www.copcu.com/2009/10/03/yasam-bufesinde-dort-asama/).

Kitabı okumaya başladığım gün Kazakistan’a giden yeğenimin ardından ebeveynlerin umutla söyledikleri “Oh ! Bee !” sendromunda satır aralarına sıkıştırılmış defoların sinyallerini not etmişim. Yüreklerde gizli kalmış kıyaslamaları dillendirirken zor Bozkurt kışlarında el uzatıp erişilmeyen abinin sıkıntılarına uzak kalmanın isyanlarını bastırmaya çalışan sessizliğimi yine kitabın son sayfasına kırmızılarla yazarak ruhumu sakinleştirmeye çalışmışım.Son söz olarak da “no gain without pain/acı yoksa kazanç da yok” diye yazmış ve henüz MASlaşmadan “ustalık yolculuğu“ma kılıf uydurmaya çabalamışım.

Ya iş hayatında sessizliğin gücüyle yapabildiklerimiz veya yitirdiklerimiz !

Bu yıla başlarken, “Akıllı Büyüyerek Gelişme” serüveninde kurumsallaşma çabalarına hız vermek isteyenlerin odağında “Performans Yönetimi (PY)” vardı; hâlâ da var. Aslında son üç yılda yoğunlaştıkları bu amacın uygulamaya aktarılması için zaman sınırlı eylem planlarının birincil öncelikle sürekli gündemde kaldığını görüyorum. Umutlarım artıyor. Bu nedenle bugün (06.02.2011 Mavişehir’de Pazar) son günlere özetle bakıp PY amaçlı bir mesaj oluşturmaya çalışacağım.

Son iki yazımın tarihlerine bakıyorum ve 22 Aralık’tan 4 Şubat’a birbuçuk aylık bir sürenin verimsizliğine takılıyorum. “Neden böyle oldu acep ?” diye kendimi sorguluyorum. Aralık 2010 nun son günlerini ve yılbaşını Roma’da geçirmenin yorgunluğu mu ? Barış için “Bir Düzine Copcu” olarak Bursa’ya gidip Şelale’de mutlu olmanın avuntuları mı ? Ada-Mer-Ant. üçgeninde GA odaklı beraberliklerde faydayı maksimize etme adına güncel ve yerel görseller hazırlamanın uzun günlerimi alan yoğunluğu mu ? Yoksa hepsi mi ? beni blogumda verimsiz bırakan !

Şimdi ve öncelikle yazımın başlığı ile Bursa seyahatimizde sürekli yinelediğim “İrem&Musto Dede” şovundaki ip ve düğüm öyküsüne değinmek istiyorum. Bu öykü geçmişteki Havuzlu CINOS‘un performans yönetimine (PY) farklı bakışında yoluma çıkmıştı. Etkisiz eleman gibi olsa da RJ li günlerde PY uğraşlarına tanık oluyordum. İstatistik biliminde hep kullandığımız “çan eğrisi ile kurumsal ortalamayı sürekli yükseltmeye çalışırken PY de kaçınılmaz haksızlıkları yaşıyorduk. Tıpkı bugünki Hürriyet’in IK ekinin başlığında yer alan “Performans zammı ters tepiyor” sözünde olduğu gibi mutsuz çalışanlar yaratıyorduk. Her bölüm ve özellikle (nedense) en tepedeki, totemlerin ışık-gölge oyuncusu havuzda %25/60/15 oranlarını tutturabilmek için kimilerini harcıyordu. Hem papazdan korkup hem de yağlı yemeğe çalışan ve yüreklerine yaptıklarının inancını yerleştirememiş olan CINOS’çular Darwinci Jack Amca’nın cesaretine de sahip değillerdi. Bu nedenle yaptıkları ne İsa’ya ne Musa’ya yaramıyordu. İşte o günlerin birinde tüm gelişmelerden konumu gereği doğal olarak haberdar olan ve ışık-gölgecinin iş ortağı sevgili XY den bir elektronik posta aldım. Unutulmaz bir mesajı paylaşıyordu. Diyordi ki “kopan her şey bağlanır; arada bir düğüm kalır“.

Ben hâlâ öykülerin gücüne inanıyorum. İşte en son örneğim.

Ocak 2011 ortalarında otomatik sıfır Mercedes’e kurulup Bursa’ya giderken aklım bu tümcedeydi. Rahmetli babama özenip PY de etkinliği artırma arayışlarına katkı sağlamak için yukarıdaki görselin bir karesine benzer şekilde sınırları zorlamıştım. Bana bakan gözlerde hüzün olacak mı diye endişelerim vardı. Bu nedenle önce bu anlamlı söze görsel efekt katabilmek ve masum dillerden seslendirebilmek için sevgili Pınar’dan bir ip istedim. Anında ve tam beklediğim nitelikte ip gelince koparma gücümü test ettim ve küçük bir ön koparma aşaması yapmam gerekli oldu. Yol boyunca sevgili İrem’e bu sözü bir masal öğretisi, bir şiir görüntüsü vererek yineledim. Yetişkinler ne yapmaya çalıştığı anlamadılar. Yine de bu anlamsızlığa saygılı idiler. İrem’i öne sürüp, Ümitgillere sürpriz yaptık. Herneyse ! Sürpriz şoku aşılınca Pınar’ın verdiği ipi hızla asıldım ve sordum: “Ne oldu İrem ?“. yanıt netti “Koptu “. Sonra düğümledim ve yine sordum: “Ne yaptım İrem ?“. Tam beklediğim yanıttı “Bağladın”. Devam ettim “Peki arada ne var ?”. Tek kelimeyle “Düğüm”. Bakalım işin özünü kapmış mı ? Vurucu soruyu doğru sormalıydım ki yol boyu süren şiirsel çabalar bir düzine Copcu’nun algılarına “cuk otursun”. “Peki İrem ne oldu şimdi; ne anladın sen bu işten ?“. Umduğumdan da öte ciddiyette ve herkesin duyabileceği bir ses tonuyla “Kopan herşey bağlanır; arada bir düğüm kalır”. Bravo İrem; teşekkürler İrem.

Dün CINOS’ta bugün Akıllı Büyümek Gerek diyenlerde ve ülkemizdeki pek çok ciddi kuruluşta (ve hatta bugünlerdeTıp Fakülteleri’nde bile !!! ) etkili PY konusunda neler yapılıyor; yapılmak isteniyor; yapılmaya çalışılıyor ?

Hürriyet IK dan aynen aktarıyorum: “Pekçok şirkette performans değerlendirme yapılıyor ama pek azı bu süreci başarıyla yürütüyor. Sırf yapmış olmak için yapılan, yüksek performansı ödüllendirmeyen uygulamalar, çalışanda hayal kırıklığı yaratıyor. Motivasyonu düşürüyor; şirkete olan inancı sarsıyor; çalışanlar şirkete olan bağlılıklarını yitiriyorlar…Atılan taş ürkütülen kurbağaya değmiyor...” Sayın Yener Turgay‘ın dediğine eklemeler yaparsam;

1.Herşeyden önce PY sistemi basit ve etkin olmalı.

2.Sıkı hedef saptamaları adil süreçle olmalı ve ana performans göstergelerinde net olarak yer almalı.

3.Sistemin önemli bir parçası olan “yetkinlikler” konusu da önemli olanlardan; görev için gerekli olanlardan seçilmeli.

4.Çalışanlar PY sistemi değerlendirmeleri sonucunda edinecekleri faydaları baştan bilmeli.

5.Bu işin bir planlama ve değerlendirme olmaktan çok liderlik ve koçlukla etkili kılınmış işin yapıldığı yer ve zamandaki gerçek bir bir süreç yönetimi olduğunu her iki taraf da bilmeli ve beklentileri sergilemelidir.

6.Bu nedenle PY sisteminin odağında iletişim ve daha açık ifadeyle “geribildirim verme ve alma” hak ve ödevinin yer aldığı bilinci ile bilgi, beceri ve tutumlar geliştirilmelidir.

Zor hedefler nasıl belirlenecek ve ne işe yarayacak ?

İşte tam bu noktada bu ayki Capital Dergisi’nden esinlenerek Leadership IQ nun kurucusu ve CEO su olan Mark Murphy‘nin “Sıkı Hedefler” isimli kitabından biraz alıntı yapmak istiyorum (http://www.hardgoals.com/mark-murphy-author-of-hard-goals-and-ceo-of-leadership-iq/)

Bu hafta Ada/Mer/Ant üçgeninde zevkli sunumlar yaparken “patronun vizyonu” olarak dikkat çektiğim bir slayttaki 2015 in net hedeflerinin ne de güzel “zorlu hedefler” olarak tanımlanabileceğini şimdi daha iyi anlıyorum. Kimilerinin dudak büktükleri ve fakat bugünlere gelişin net öyküsüne baktıklarında daha bir dikkatli düşünmeleri gerektiği başarılara baktığımda Bay Murphy’nin şu açıklamalarını daha iyi kabulleniyorum. Diyor ki ;

“… Sıkı hedefler dünyasında elinizden gelenin en iyisini yapmak yeterli değildir. Ama ne kadar zor, yeterince zordur ? Pekala sıkı hadefiniz, geçmişte yaptığınız büyük işlerle ilgili hissettiklerinize uymuyorsa zorluğun derecesini artırın. Beyninizi sarsın, yüksek performansa sahip olduğunuz mesajınızı iletin; farklı bir mesaj iletebileceğinizi ve hedefinizin herkes için gerekli olduğunu iletin. Çünkü hedefiniz ne kadar zorlu olursa, hissedilmesi o kadar gerekli hale gelir ve göstermeniz gereken performans o kadar iyi hale gelir…” Çünkü;

1.Zor hedefler sizi dikkat göstermeye zorlar.

2.Zor hedefler sizi öğrenmeye zorlar.

3.Zor hedefler güven aşılar.

4.Zor hedefler yaptığınız şeyin önemli olduğu mesajını iletir.

5.Zor hedefler sizi en iyisini yapmaya zorlar.

Nice zor hedeflere ulaşma yolculuklarınızın hep aydınlık olması dileklerimle.

Öykücü