Yaşam Büfesinde “Kayınbiraderim Der ki…”

“… Temel namaz kılıyormuş ancak; secdeye varıp dualarıyla namazı sonlandırırken başını sağa çevirip selam verdikten sonra başını bu kez sola çevirip aynı selamı yinelemenin nedenini merak ediyormuş. Hocaya gidip sormuş ve aldığı yanıt şöyle olmuş “Oğlum Temel” demiş hoca ” sağa selam veriyorsun; çünkü sağ omzunun üstünde sevaplarını yazan melek var. Aynı selamı sola da  veriyorsun; çünkü sol omzunun üstünde de günahlarını yazan melek var.” Temel anlamış ve gerekçeleri kabul etmiş. Namaza durmuş. Rüku, secdeyi tamamlamış ve selam vermeye gelince eskiden yaptığı gibi başını sağa çevirmiş ve “Essalamün aleykem ve Rahmetullah” demiş. Başını sola çevirmiş ve “….” demiş…”

Merhaba

Bugün İsviçre’den döndük. Elektronik postalarıma baktım ve umduğumu bulamadım. Demek ki en umutlu olduğum da gönül kapısını kapamış. Sağlık olsun. Ben beklemeyi sürdüreceğim. Odağımda sadece “vermek” var; “almak” adına hiçbir beklentim yok. Belki bir aksilik olmuştur. Belki de tüm kurumsal sınırlara “copcu” ulaşmasın diye özel bir fire-wall koymuşlardır. Ancak “damdaki adam” başlıklı yazıma sevgili Hasan Latif’in bugün okuduğum içten yorumları beni mutlu etmeye yetti. Allah razı olsun; yolu hep aydınlık olsun. Meğer ne güzel şeyler yapıyormuş; ne güzel sosyal sorumluluk eylemleri varmış. Mutlaka geri dönüşü olacaktır. Yine başa dönersem bugün yanıt beklediklerim yaşam için, para için yapmak zorunda oldukları asıl işleri yanında hangi toplumsal katma değerleri yarattıklarına baksınlar ve ona göre gelecek günleri şekillendirme savlarını güçlendirsinler; inandırıcı kılsınlar. Allah yardımcıları olsun.

Yarın torunum Eren (sol baştaki) bir operasyon geçirecek. Dualarımızla sağlıklar diliyoruz. Mutlaka çok iyi olacaktır. Yine de yüreğimiz pırpır ediyor. İnşallah iyileşip Güzelbahçe’de ağaçlara takmadan o isme yazılı özel uçurtmasını da uçuracaktır.

Şimdi gelelim yazımın başlığına… Yazımın başlığını “Yaşam Büfesinde Kayınbiraderim der ki...” gibi koyuşumun birkaç nedeni var. İlk nedeniyle, İsviçre seyahatimde Simgeli Yıldırım’la yakaladığım mükemmel sohbet ve iletişim ağı fırsatının nasıl heba olduğunu anlatmak istiyorum. İkincisi ise yukarıdaki satırın arkasındaki anlamı vurgulamak istiyorum. Gerçekten kayınbiraderimden söz etmek istiyorum. Yoksa sevgili Orhan Boran’ın bir zamanlar standp-up’ında yer alan kayınbirader tiplemesi değil benim ele aldığım.

Kayınbiraderimin çok sevdiğim iki sözü vardır. Birincisi, “hiçbir say boşa gitmez.” der. Buradaki “say”ın “emek” demek olduğunu açıklamanın gereksiz olduğunu sanıyorum. Gerçekten haklı. Bugüne dek hiç bir emeğim boşa gitmedi. Buna “Copculaşmak” kavramı da dahil; “başarı formülümdeki 2P” de dahil. Mutlaka bana fazlasıyla geri dönüşü oldu. Öncelikle sabır gerek ve de biraz da inanç ve ısrar. Kimi zaman geri dönüşler aynı zaman, zemin ve mekanda buluşmayınca “sebep-sonuç” ilişkisini kurması zor olsa da mutlaka geri dönüşler verdiğimden fazlası oldu. Binlerce şükür. Kimi zaman delik kovaya su doldurmaya çalışmamı yadırgasalar da akan sularla sulanıp gelişen çiçekleri görmek bile verilen emeğe değdi.

Kayınbiraderimin ikinci sevdiğim sözü de bu yazının ana mesajını oluşturuyor. Der ki “eşeğe eşek demezsen; eşek, seni eşek sanır”. Bu sözün ne kadar doğru olduğunu da İsviçre gezisindeki Nezuş’un ilişki yönetiminde gördüm. Yapabilmek güzel. Buna biraz dolaylı olarak değineceğim.

Bologna’dan başlayan İtalya, Fransa ve İsviçre günleri çok güzel geçti. Gezinin ilk ve son günü çok yoğun ve yorgun geçse de Lady Travel’a teşekkürler. Öylesine güzel bir gruptu ki kişileri tek tek seçsek bu uyumu sağlayamazdık. Kimi isimleri değiştirirken kimilerini aynen yazacağım. Kimilerine blog adresimi verdim. Okurlar mı bilemem; okurlarsa her tür geribildireme hazırım. Kırk kişi sekiz gün birlikte yaşayınca mutlaka birbirimize etkilerimiz oldu; iyi ya da kötü. Rehberimizi Ayşenur her açıdan mükemmeldi. Elinde ve dilinde kadife gibi yumuşak ve çelik kadar sert bir eldiven vardı. Bilgi birikimi yanında grubu kurallar çerçevesinde tatlı-sert tutabilmesi ve arızasız bir haftayı tamamlamada çok başarılıydı. Kutlarım Ayşenur.

Doktor ağırıklıydı ve de çoğu anestezi uzmanı olunca beraberlik neş’eliydi. Yeni ismiyle Dr.Temel gezinin gülüydü. Hep güldü ve güldürdü. Nezuş’la eş-gelin-kayınvalide odaklı tartışmalarına kimi zaman gruptan da katılımlar oldu. Bir diğer dost da ; meğer sevgili arkadaşım, meslektaşım Prof.Dr.E.D. nin eşiymiş sevgili Tülin hanım ve çevresine ışık saçtı. Sosyal sorumluluk adına yaptıklarını duydukça gurur duydum. Bunca emeğinin karşılığı mutlaka sağlıklı günler olarak geri dönecektir. Yolunuz hep aydınlık olsun sevgili arkadaşım.Tüm gezi boyunca işini de idare eden Aziz’in telefonu kimseyi (beni ve Nezuş’u) rahatsız etmedi. Çünkü telefonun zilini iki kere çaldırmadı. Telefonda konuşurken sesi hep alt perdedendi. Konuşma süresi hep kısaydı. Rehberin konuştuğu ana denk gelen telefon sesinde telefonu açmadı; çağrıyı kabul etmedi. Helal olsun. Hatta ben kimi zaman telefon trafiğinin arası açılınca merak etmeye başlamıştım. Beraberindeki Turgay (!) da dert ortağıydı; problem çözücüydü. Onun telefonuyla Ümit’e ulaştım; bozulan kamerayı onardı. Helal olsun. Doktor Haşim ve eşi Gül sanırım İsviçre’nin güzelliklerini yeni nesle taşıma gayretine girdiler. İletişimimizin gelişeceğini umuyorum. Nasip meselesi.

Şimdi gelelim yazının başlığına neden olan kısa öyküye. Zürich’te bir akşam vakti. Hava güzel. Otelin bahçesinde oturuyoruz. Akşam yemeğine eşlik eden İsviçre’nin Merlot’uyla başım biraz hoş. Herşey bana bir başka güzel görünüyor. Aklım Türkiye’de değil. Ruhum ferah. Fırsat buldukça yeşile ya da göle bakıp sırt çantamdaki kitabımı okuyorum. Bu kez yol arkadaşı olarak seçtiğim kitabım, W.Isaacs‘ın “Diyalog ve Birlikte Düşünme Sanatı“. Bu kitabı 13 Aralık 2006 da EBSO’da düzenlenen “Liderlik Zirvesi“nden çıktığımda satın almıştım. O günü de dün gibi anımsıyorum. Sanırım sevgili Aker ve Göbekli’nin birlikte düzenledikleri son toplantı idi. Vestel Spor’u çalıştıran Ersun Yenal konuşmacıydı. İzmir’den Ankara’ya tayin olan R.Gökmen konuşmacıydı. Güzel bir toplantıydı. Kitabı ikinci kez okuyuşum iki sene öncenin ilkbaharındaydı (Nisan 2007). Tekrar anjio olmuştum. İstirahat ediyordum. Torunum Barış’la Mavişehir parkında kitabı okuyordum. O yıl sonunda MAS (Mustafa Artık Serbest)lacağıma kesin gözüyle bakıyordum. Hazırdım. Tüm hazırlıklarımı BHM (Bitki Hekimi Mustafa) odağında bir sosyal sorumluk çalışması içinde şekillendiriyordum. Meğer kısmette bir yıl daha SZM olmak varmış. Aslında laf aramızda 2004 yılının sonunda pazarlama müdürlüğünü devredince MASlaşmaya gerçekten hazırdım. Son dört yılda SZM olmayı düşünmemiştim. Otorite P.Drucker‘ın öğretilerine kulak vermiş ve beni dört yıl daha kurumsal çatıda tutmayı yeğlemişti. Kötü mü yaptı ? Kesinlike hayır. Çok teşekkürler sevgili TA. Bu nedenle geçen gün satır arasında, dolaylı olarak duyduğum bir otorite baş yardımcısının “sen benim neler çektiğimi bilemezsin” benzeri bir serzenişin hiçbir şekilde benim için uzatmaları daha da uzatma konusuyla uzaktan yakından dolaylı bile olsa bir ilgisi yok; olamaz. Çünkü tıpkı ünlü beyitte dendiği gibi “Bais-i şekva bize hüzn-ü umumidir Kemal; Kendi derd-i gönlümün billah gelmez yadıma” geçen yıldan şikayetim yol üstünde otururken görünmez adam olma sondromuydu ki yazık oldu yapılabileceklere ve yapamadıklarımıza. Belki de diyorlar ki “hesabı var turnanın otuziki deliği var zurnanın“. Ne diyelim ! Sağlık olsun… Eğer kişi gerçekten bu söyleminde bir sıkıntıdan söz ediyorsa önce kendine o üç temel soruyu sormalı. Hangi üç soru mu ? Bu yaklaşımı 4 Mayıs 2009 da Üniversitede yaptığım “Yaşam Büfesinde Sıraya Girmek” konulu konuşmamda herkes için dile getirdim. Dileyene kaydımı veririm dedim ama talep olmadı. Belli ki uzak durmayı yeğlemeleri kurumsal ortak kararları. Her neyse. Gelelim Zürich akşamına.

Güzel bir ortamdayız. Beraberliğimize gezimizdeki bir aile de katıldı. Tanışma ve hoşbeşten sonra konu şeker hastalığına, kişinin sorumluluk bilinciyle doktorların yönlendirişine geçti. Adı Simgeli Yıldırım (SY) olan arkadaşımız düşüncelerini sıralamaya başladı. Şekerden dolayı kulakları iyi işitmediği için olsa gerek (!) dinlemeye özen göstermeden kendi doğrultusunda sohbeti geliştirdi. Doktor İhsan örneğiyle kötü et veren kasabı yandaşlarıyla birlikte nasıl gereksiz yere beyin ameliyatına aldıklarını öykülendirdi. Güvensizliğini sergiledi. Konuşması ton ve renk olarak güzeldi. İnanç ve dinsel temalarla zenginleştiriyordu. Zarf iyiydi; mazruf biraz sıkıntı yaratsa da… Ortak zemine dönebilmek adına tek bir soru sordum “kitap okur musunuz ?“. Amcam ne olduysa bunu sanki hakaret gibi algıladı. Tüm sözlerinin kendine ait olduğunu ve hatta ne şiirler yazdığını söyledi. Gereksiz bir savunmaya geçti. Bir zamanlar Kars’ın genel müdürü olduğuna döndü.  Ortam gerilmeye başladı. Grubumuza grubun neş’e kaynağı Dr.Temel de katıldı. Çocuk eğitimde banyo pratiğine değindi. Grubumuza sevgili Erdinç’in eşi de katıldı. Sohbetin ana temasıyla “Tanrının Doğum Günü” kitabının ikimizin ortak yerinde bulunduğunu görünce arkadaşımın eşinin kitap okuma tutkusunu bir başka sevdim. Diyalog (anlam akışı) ta roller şekillenmeye başladı. Tam da David Kantor’un dört oyunculu sistemi ortaya çıktı (Hamle yapan / Muhalefet eden / Kenarda duran / Taraftarlık eden). Herşeye rağmen güzel gidiyorduk. Ancak nasıl olduysa SY bu kitap isminden sonra konuyu anlamsız şekilde tarikat ve Fethullah hocaya getirince Nezuş’un tepesi attı. Sesi yükseldi. Tanrı ve din konusunda farklılık gösteren, kişiselleşen doğruları bu beraberlikte konuşmak istemediğini öylesine kararlı ve sert biçimde ortaya koyduk ki… Görmek gerekirdi. Doğrudan SY’ı uyardı ve susturdu. Yazık oldu diyaloga; mükemmel bir fırsatı yitirdik. Neden bu noktaya geldi diyalog irdelemek gerek. Güzel bir case study olur. Ancak benim çıkardığım mesaj şu ki “Aferin Nezuş’a; tam da abisinin sevdiğim ikinci sözünün başarılı bir uygulaması“nı gerçekleştird. Birileri dikkatli olsunlar; bu günlerde piyango onlara da çıkabilir…

Yine de yiten fırsata; daha sonra kaçan gözlere,verilmeyen selamlara üzüldük. Her işte bir hayır vardır. Gelelim benim çıkarımıma: Hakedilen yanıtı herkes er ya da geç mutlaka alacaktır. Bu, bugün hala ısrarla yapmaya çalıştıklarımdan dolayı benim için de geçerlidir bu uyarı. Razıyım ve hazırım.

Görelim Mevlam neyler, neylerse güzel eyler.

Öykücü (mustafa@copcu.com)