“…Gerçek o kadar önemli ve o kadar değerlidir ki, her zaman bir koruyucu ona eşlik etmelidir, o koruyucu da yalandır (W.C.)…”Çılgın Biçakçı” öyküsünde Sokrat ise, her zaman doğruyu söylemeyi emreden etik buyruk ile pratikte beraberinde getirebileceği olumsuzluklara dikkat çekip Platon Devleti’nin kurucularına kendi kökenler hakkında yalan söyleme izni vermiştir (Bugün bu izni fazlasıyla kullananlar var ve de arlanmadan)…Bundan otuz yıl önce, emekli olduktan sonra Avustralya’ya yerleşen Peter Wright adında bir MI5 gizli ajanı anılarını yazmaya başladı. Wright, altmışlı yıllarda, dönemin MI5 Başkanı Sir Roger Hollis’in bir Rus ajanı olduğundan kuşkulanıldığı ve Wright ile aynı fikirdeki bazı meslektaşlarının Britanya Başbakanı Harold Wilson’ın da bir Rus ajanı olduğundan şüphelendiği yıllarda kıdemli bir MI5 yöneticisiydi. Komploları ve muhtemel darbeleri varın siz düşünün. Wright kitabına Spycatcher (Casus Avcısı) adını verdi…”
Yaşam Mimarları ve Seven Ergenler (BE-2017) “Çok şükür, bin şükür seni bana verene…”
Merhaba
Bugün çok karmaşık bir gün benim için. Dün akşam üzeri elimizde aşure kabı ve kabak böreği ile İrem’i okuldan aldık. Pınargillere gittik. ABİDE’mizin (C13ZKuşağı) ilk erkek temsilcisi olan sevgili Barış, 17 nci yaşını dolduruyordu. Baba Ümit, üç yıl Pak.landıktan sonra geçen yılın başlarında Tac.lanmıştı. Üstüne üstlük bir da Bypas.lanmıştı. Uzaklardaydı. Ancak şimdi iletişim kanalları ve olanaklarımız uzakları yakın ettiği için ilişkilerde bir sıkıntı yoktu. Yine de “Ergenlik” için en kritik yaş dönemiydi 17 benim açımdan 1962 yılını düşündüğümde. İngilizcede 13 den 19 a uzanan yaşlar için rakamların sonlarına eklenen “teen”lerden “teenage” olarak doğmuştu dilimize “Ergenlik”. Neden 17 yaşı benim bakışımda kritikti ?
Önce İngilizceden “7” karşılığını “Seven” olarak alıp da 17 yaş ergenliğine “Seven Ergen” demek geçti içimden ve bunu da yazıma konu başlığı yapmayı düşündüm. Hatta bunu “Copcuların Z Kuşağı”nın iki erkek temsilcisinin de bu yıl 17 yaşını dolduracaklarını düşünüp çoğul kılıp “Seven Ergenler” demek istedim. Biraz daha açarsam Barış (Ocak 2000) ve Eren (Mayıs 2000) ikilisini düşünüp “Seven Ergenler BE (Olmak)” gibi basiti karmaşıklaştırmayı bile istedi iç sesim (sanki basiti karmaşık kılmak hünermiş, matah bir şeymiş gibi). Sonra vazgeçtim ve nedense iki yıl önce emekli bir yabancı basın( ve yönetici) sözcüsünün rahmetli ve sevgili Mehmet Ali Birand’ı anma töreninde yaptığı konuşmadaki “Casus Avcısı” davasına dönüverdi pusulam. Bu dönüşümde büyük olasılıkla konuşmanın başlığında yer alan “İsraf Triosu” etkili oldu (Yetenek/Tutku/Arzu). Bu “israf” sözcüğü de “Gerçek/Yalan” bakışlarıyla elimden düşmeyen Martin Cohen‘in kitabındaki “İkilem 7” nin öykülendirilmesine çıpaladı zihnimi. Sör Robert Armstrong “Casus Avcısı” davasında mahkemeye sunduğu görüşünde “Ortada yalan yoktur. Sadece hakikat tutumlu kullanılmıştır” diye veciz bir söz kullanmıştır. İlginç ! Hakikatı tutumlu kullanmak …Bugünlerde hemen herkesin ekranlarda yaptığı da bu değil mi ? Yazımın girişindeki kırmızılı kısmın tamamı için şu linki kullanabilirsiniz (Peter Preston; http://platform24.org/etkinlikler/projeler/883/peter-preston–yetenek-israfi–tutku-israfi–arzu-israfi–).
Yazımın başlığındaki “aptus” sözcüğüne nasıl ulaştığım da apayrı bir konudur ki sadece emekli Peter beyin konu başlığı “yetenek”den etkilenip 20 ve 10 yıl gerideki iki anıma bağlanmıştır zihnimdeki ağların iplikleri. İlkinde (~1997) İstanbul’da bir lansman toplantısında sözcük haneme yeni giren “trailblazer” sözcüğüdür. Rakibimiz yine hızlı davranmıştır. Bizden üç yıl kadar erken yeni bir ilaç grubunun (neonic) ilk temsilcisini pazara sunmuştur. Üstelik otoritelerce kabulü pek de kolay olmayan yeni bir uygulama biçimiyle : “Tohumunu ilaçla, ek/dik ve ekim/dikimden dört ay sonra bile gelişen bitkilerini böcek zararından korumuş olursun. Uçuk bir fikir gibiydi (hatta absürd). Öyle bir konu ki ilaç bitki içinde (iletim demetinde) taşınsın ve fakat yenen kısımlarına gitmesin ve yiyenlere zarar vermesin”. Biz henüz bu yaklaşıma kuşku ile bakıp da bir başka çözümle oyalanırken sahnede yer alan (sanırım Daniel Fuog) yabancı uzman araştırıcı (daha çok pazarlamacı) “trailblazer” sözcüğünü kullanmıştı. Ben o güne dek ya kumaşından ceket için bilirdim “blazer”i ya da hep tatlı bir esintiyi (meltem) anımsatırdı bana. Meğer elinde palasıyla cangılda (balta girmemiş orman) kendine yol açan öncü demekmiş bu sözcük. Ne var ki asıl dikkat çekilen konu açtığı yoldan arkasından gelecek kişilere de kolaylık sağlayacağı idi. Böylece “bırak rakip ilk olarak yeni yoldaki dikenlerle yıpransın ve biz daha hazırlıklı olalım ve tepkilerin karşılanabilmesi ilk sarsıntıları aştıktan sonra gireriz, daha iyi olur” mesajıyla yüreklere su serpilmesiydi. Aradan geçen zaman bu sözü ne kadar haklı çıkardı; ne kadar ilk giren olma(ma)nın kabul kapılarında değişim ve dönüşüm gücünü kullanabildik tartışılır. “Trailblazer” dan “aptus” a nasıl geleceğiz ?
İkinci örnek (2007) birincisinden on yıl sonra açılan yoldaki ilerlemenin bir ardılı mıydı ? Zaman ve mekan bu kadar uzak ve farklı olunca (CINOS’ta NOlaşmaktan SYNleşmeye dönmüştük ve yeniden bir yabancının komutası altında patinaj yapıyorduk) “Kelebek Etkisi”ni görebilmek çok kolay değildi. Sürem dolmuştu. Avrupa’dan gelen üst yönetim ekibine hem ülkemdeki üst/orta yöneticiler grubu tanıtılıyordu hem de yeni otorite ekibiyle üst yönetime şov yapıyorduk. Aslında yine bir dayatmayla “MOB”laşmaktaydık (Mutually OBligatin / Gönllü Mecburiyet). Ben de sahne almak istedim ve herkese verilen sadece beş dakikalık sürede CDM (Competence Development Manager / Yetkinlik Geliştirme Müdürü) rolümle bir mesaj vermeliydim. Tek bir slaytla DOD1 (Do Or Die / Yapmazsan Ölürsün-Rekabet Etmek) den DOD2 ( Differentiate Or Die / Farklılaşmazsan Ölürsün -Rekabet Üstü Olmak) e geçişimizi öykülendirip “Attitude / Tutum” dan “Aptitude / İçten Gelme Yapabilme Becerisi” ni anlatmaya çalışmıştım. Sanırım onlara bile fazla gelmişti bu ince çizginin oluşturduğu anlam farkını anlayabilmek. Sözcüğe bakarsanız “aptitude” nin genel olarak “yetenek” anlamında kullanıldığını ve “capability; ability; talent; readiness / quickness for learning and understanding; intelligence” gibi anlam zenginliğine sahip olduğunu görürsünüz. Sözcüğün kökeninin de Latinceye, Orta Doğu ve Fransa’ya dayandığı görülmektedir. Latincesini çok sevdim. Çünkü yalın ve dilime çok uygun: Aptus.
İşte tam bu noktada “aptus” la “talent/yıldız oyuncular” buluştu Copcuların Z Kuşağında, “Seven Ergenler” de ve Peter beyin “Yetenek İsrafı / Tutku İsrafı / Arzu İsrafı” ndaki “israf” sözcüğü ile “Casus Avcısı”ndaki “Hakikatın tutumlu kullanılması” buluşuverdi. Hem de öyle bir zamanda oldu ki günün, bugünün gerçek olgularına dönerken zorlandım. Neden mi ?
Biz dün akşam Barış için pasta keserken, gelen telefon mesajına göre Y Kuşağımızın kızların(mız)dan sevgili Özgen’in Minik Teyze’nin vefatını öğrendik. Üzüldük. Rahmet diledik. Tam bunu özümsemeye çalışırken sınıf arkadaşım sevgili Alev’in eşi Ata Güner’in vefat haberini aldım. Allah rahmet eylesin, mekanı cennet olsun. Biz de 72 i doldurup da yaşam gölünün görünen karşı kıyısına attığımız kulaçlarda sevgi, huzur, keyif ve esenlikler ararken, dilerken ve fazlasıyla (umduklarımızı aşan) bulduklarımızla şükrederken yolumuza devam ediyoruz.
Açık ve aydınlık yollarda buluşmak umuduyla.
Öykücü