…Yıl 1986. CINOS’un ilk evresinde ikinci yılım. Özel sektöre uyum sıkıntılarım sürüyor. Kırkından sonra yön deÄŸiÅŸtirmek, yol deÄŸiÅŸtirmek zor iÅŸmiÅŸ. Antalya, Sera Otelde toplandık. SD, Avustralya’dan yeni yurda dönmüştü ve yıllık finansal tabloları ve stok yönetimini anlatırken pek iyi olmayan Türkçesi ile daha çok Amerikanca konuÅŸuyordu ki otorite (AÜ) yabancı anne ve yabancı eÅŸe sahip olmasına raÄŸmen daha bir fazla öz Türkçeciydi ve onu uyarmaktan geri durmuyordu: “Ona emarpi deÄŸil, merepe diyeceksin“…ki söz konusu olan “Kaynak Planlama Yönetimi” sözcüklerinin İngilizce baÅŸ harfleri olan “MRP” idi ki çok geçmeden BMI, MSMP, MMC gibi pazarlama kavramlarıyla tanışacaktım ..”
RMZ72 PreSSTC Sahra Gücü : Manyas-Gönen Amerikan Tipi Tütün Tarlalarında MRP
Merhaba
Öyle ya da böyle söylemek çok mu önemli ? Herkes ne demek istendiğini çok iyi anladığına göre sözcüklerin seslendirilmesi bu uyarıyı hak edecek kadar önemli miydi ?
ÇeÅŸme’de deniz ve kenarı hem sabah hem de akÅŸam üzeri, gün kavuÅŸurken bir baÅŸka güzelleÅŸti AÄŸustos baÅŸlayınca; nedendir bilmiyorum. Belki de ruhumdaki dinginliÄŸin etkisidir algılarımı ÅŸekillendiren. Elimdeki son kitabı da bitirdim deniz kenarındaki çevre temizliÄŸinden sonraki bir saatlik okuma seanslarında. Geçen gün İzmir’e gittiÄŸimde sahaftan almıştım “Örümcek Kadının Ağı” isimli kızılderili masallarıyla ÅŸekillenmiÅŸ kitabı. Yazarı Susan Hazem Hammond’muÅŸ. Bakalım internette hakkında neler yazılı ?
“…Bu kitaptaki öykülerde kadın yaratıcı, doÄŸaüstü güç, evrendeki deÄŸiÅŸtirici kuvvet olarak dile getirilmektedir. Hepimizin hayatını etkileyen birçok mesele, kadın gözünden yansıtılmaktadır. Bu öyküler birer tohumdur. Mesajlarının yeÅŸereceÄŸi toprak ise sizlersiniz. Örümcek Kadının Ağı, içinizde yaÅŸayan belli belirsiz duyguları harekete getirecektir. İçsel keÅŸifleri için bir çerçeve oluÅŸturmak isteyenler, her öykünün sonuna eklenmiÅŸ çok yararlı sorular ve öneriler de bulabilirler...”
Yazımın giriÅŸindeki yaÅŸanmışlığa gelince; yine ve yeniden yukarıdaki anı, bugün tekrar neden yazıya döküldü ? Yakın çevremde gördüğüm “kaynak planlama becerisi” düşük olanlar yüzünden mi ? Yoksa internetteki bir paylaşım sonrası gelen bir uyarıdan mı ? Ya da aldığımız nefes dahil tüm kaynakların sınırlı olmasına raÄŸmen sanki “bana bir ÅŸey olmaz” ya da “hazıra hazine dayanır” inadına tanık olmanın verdiÄŸi rahatsızlıktan mı ? Bir zamanlar hesapsız harcamaları savunmakla kalmayıp bununla öğünen ve bize bakıp “Siz ÅŸimdi kendinizi ÇeÅŸme’de yaşıyor mu sanıyorsunuz ?” diye alay etmekten geri kalmayan zamanın behrindeki varlık sarhoÅŸluklarını savunurken “Allah yaÄŸ yakana yaÄŸ, bal yakana bal verir” demekten de geri kalmayanların bugünlerine bakıyorum da yaptıklarıma ve yapmadıklarıma şükrediyorum. Peki ya ÅŸimdinin varlık sarhoÅŸluklarının yarattığı korkular… Üst düzey yöneticilik yapmış iki yakın dostumun daha düne kadar sahip olduklarını nasıl tükettiklerine bakınca 2009 yılında bir iÅŸ görüşmesinde söylediÄŸim sözler aklımdan elime düşüyor: “Çok parası olanın çok paraya ihtiyacı oluyor; çok param yok ve çok paraya ihtiyacım da yok. Para için hiç bir iÅŸinizi yapmam, yaptığım iÅŸin parasını alırım” demiÅŸtim. Bu sözlerle baÅŸlayan beraberliÄŸimiz bir yıl için planlanmış olmasına raÄŸmen 28 ay sürmüştü. Ta ki Temmuz 2011 de Kırıkhan’da 47 derece sıcaklıkta pamuk tarlasına kırmızı tulumla girip de Adana’ya dönüşte Emir Royal’da “Ne iÅŸim var buralarda ? Ne yapmaya çalışıyorum ? Hani para için hiç bir ÅŸey yapmazdın ? Bu yaptığın ne peki ?” diye kendimi sorguladıktan sonra yazdığım bir ileti sonrasında beraberliÄŸe son veriÅŸime kadar süren bu süreçte de beklentilerimi aÅŸan öğrenimlerim ve kazanımlarım olmuÅŸtu. Ardından PLN ve AS ile periyodik beraberlikler, Utku ile farklı sektörlerde (boya, ambalaj, tekstil) SSTC çerçeveli öğrenme yolculukları derken 2012 Temmuzunda NETgillerle baÅŸladı “Dibine ışık veren mum olabilmek” ve ustalıklara katkı saÄŸlama gayretlerim. Åžimdi yazımın giriÅŸindeki 1986 yılının yaz baÅŸlarına dönmek istiyorum. Neden mi ?
Geçen gün Facebook’ta sevgili Nejdet (CINOS’un ilk evresinde İçAnadolu Bölge Müdürü idi) benim kırmızı tulumlu bir NevÅŸehir patates tarlası fotoÄŸrafımızı paylaÅŸmış (1997 yılı olsa gerek). O günlerde bir tarım ilacının tarla performansını daha doÄŸrusu çiftçi koÅŸullarında “doÄŸru kullanım izleme çalıştayını” bütünleyen bu fotoÄŸraf dillendirilirken ilacın adını da yazınca “Neden ticari adını yazıyon ? Reklam mı yapıyon ?” tarzında bir uyarı da almıştı sevgili Nejdet. İşte o ilacın ülkemizde ilk ruhsatlandırma giriÅŸimlerindeki iki yılımda yaÅŸadıklarıma, görünenlerin ötesindeki anılarıma deÄŸinmek istiyorum bu yazımda. Neler yaÅŸandı ?
Bornova ZMAEnstitüsünde on beÅŸinci yılımı doldurmuÅŸtum. Mesleki doyumum yetersizdi. Adıma bir laboratuvar açılmış ve ÅŸef olmuÅŸtum. DeÄŸerli müdürüm Dr.Kâzım TürkoÄŸlu‘nun destekleriyle TÜBİTAK TeÅŸvik Ödülü aldıktan sonra Bakanlık benim asistan masistan parçası olma durumumu düzeltmiÅŸ ve nihayet doktoram bittikten beÅŸ yıl sonra bana hak ettiÄŸim kadroyu vermiÅŸti. Ancak geç kalmıştı. Annem vefat edince (1984) daha bir özgür düşünce yer etmeye baÅŸlamıştı arayışlarımda yaÅŸamın dayattıklarıyla… Nisan 1985 in son haftasında Enstitü AraÅŸtırma Komitesi BaÅŸkanıyken sevgili Alev odama geldi. Elinde bir Bond çanta ve bir de araba anahtarı vardı. O Bond çanta hâla çatıda durur. İki gün sonra istifa edip CINOS’un ilk evresinde Ege Bölgesi Teknik Danışmanı olmuÅŸtum. Yazıma eklediÄŸim slaytlardan derleme kolajda görüldüğü gibi “Cenaze Kaldırmaya” geldiÄŸimi hemen anladım. CINOS ilk evresinde “SaÄŸlık Müesseleri”nden “Ciba-Geigy” e dönüşerek büyümeye çalışırken Ankara’da rahmetli Talip Abi olmasına raÄŸmen ciddi baÅŸvuru hataları yapmış ve geliÅŸmeleri pratikte, bölgelerde, sahrada yeterince etkin yönetememiÅŸti teknik ekip (HD; Dr.ÜD; TT). ÖrneÄŸin;
* BaÄŸda külleme için TLT mi yoksa TPS mı olsun diye karar verme sıkıntısı yaÅŸarken CINOS’un ilk evresi otoriteleri, rakiplerin atı Üsküdar’ı geçeli dört sene olmuÅŸtu. Bizimkilerin baÅŸvurusu ise “sistemik ilaçsa hayır” yanıtı ile duvara toslamıştı. Bu durumu düzeltmek gerekti ve “Lokal sistemik/Translaminar etki” tanımı ortaya çıktı arkadan dolanabilmek için…
* Mildiyö hastalıkları için RMZ isimli karışım ilaç için durum daha bir fazla içler acısıydı. Rahmetli Dr.MG hıyarda Yalancı Mildiyö için ilacı yetersiz etki ile ret etmiÅŸti. İşin ilginç yanı bize hiç bir favörü olmayan rahmetlinin cenazesini kaldırmak yine bizimkilere nasip olmuÅŸtu…Laf aramızda hastalığın adına bakıp da hıyardaki mildiyönün neden yalancı olduÄŸuna aklınız takılmasın. Onun yalancılıkla uzaktan yakından bir ilgisi yok. Hele bir de bugünün yalancılarına bakınca… Bu ürün ve hedef hastalık için Bornova ZMAE’de “Komser Osman” ve arkadaÅŸlarıyla ÖdemiÅŸ’teki tarla denemelerinden sonra “Kuru Köfteci Hüseyin” de çok öğle yemeÄŸimiz olacaktı resmi tavsiye almak için desteklerini saÄŸlamada gerçek tarla performansını yakalayabilmek yolunda…
* Zeytinde Marmara Birlik’in yıllardır kullanmakta olduÄŸu SPC için Yalova Enstitüsü kapılarını aşındırmak; baÄŸda kabul edilmeyen PLT ile özellikle RA’ı yeniden deneme yapmaya ikna etmek deveye hendek atlatmaktan daha zordu.
* Tütüne gelince…Benden bir yıl önce uzaktan kumanda ile Ege’de karar vericilerle kontak kurmuÅŸ olan sevgili Dr.ÜD yanlış sularda gezinmiÅŸti. Ruhsat amaçlı denemeyi Bornova ZMAE uzmanları (Dr.AK ve Dr.EO-ki daha sonra Celal Bayar Üniversitesine transfer olup profesör olacak) yapacak olmalarına raÄŸmen o, Ege Üniversitesi koridorlarında dolaÅŸmış ve hocaya İsviçre seyahati sözü vererek etkisiz elemanlarla vakit geçirmiÅŸti. İşin bir kaç boyutu vardı. Amerikan Tütün Åžirketleri bizim o ilacımızı mutlaka istiyorlardı. Hemen hemen her yıl Yunanistan’dan kaçak olarak getirtip Burley/Virjinya Tütünlerinin üretim alanlarında kullanıyorlardı. Bu konuda Ankara’da kulis yapan üç yabancı ÅŸirket vardı: Philip Morris (PM), Reynolds ve British American Tobacco. Ankara’da bakanlık iliÅŸkilerinde dikkat çeken isim ise rahmetli Altemur Kılıç‘tı. Ben daha sonra Ege’de Dr.Yuda ile Dr.Akın’la beraber olacaktım “Adil Süreç” ile sonuca ulaÅŸma giriÅŸimlerimde…
İlk ziyaretim PM in tütün gereksinimi karşılayan İzmir’deki Herman Tütün‘e olmuÅŸtu. Orada hem Dr.Yuda beyi hem de İzmir Atatürk Lisesi mezunu levantenlerden Frederick Kramer’i tanımıştım. Marmara Bölgesinde (Manyas ve Gönen) tarlalara gittiÄŸimizde ise meslektasımız genç Cumhur ile M.Mennell ve R.Fazen ile tanışmıştık. M.Mennell aynen şöyle diyordu : “Bu tütünleri RMZ den baÅŸkası mildiyöye karşı koruyamaz”. Ben henüz enstitülü olmanın etkilerini üzerimden atamamıştım. Ege Bölgesi koÅŸullarında tütünde Mildiyö (Downy Mildew) ya da çocukluÄŸumdan beri bildiÄŸim adıyla “Maviküf (Blue Mold)” sadece fideliklerde önemlidir; kurak olan tarla koÅŸullarında pek görülmez inancım ziraat mühendisi olarak da baskındı. Bu nedenle Bay Mennell’in sözleri bana fazla ticari gelmiÅŸti. Böyle olmadığını, taşın sert, ateÅŸin yakıcı olduÄŸunu yakında anlayacaktım.
Ne var ki Tütün de Zeytin gibi, Turunçgiller gibi ilaçlı savaşım konusunda çok duyarlı bir üründü. Daha doÄŸrusu ruhsatlandırma otoriteleri hem merkezde masa başında ve hem de pratikte araÅŸtırıcı ve uygulamacı kuruluÅŸlarda çok duyarlıydı tütünde ilaç geliÅŸtirme çalışmalarına yeÅŸil ışık yakmak… Çok zor denemeye alma kararı alıyorlardı. Söz konusu ilacın diÄŸer geliÅŸmiÅŸ tütüncü ülkelerde ruhsatlı olması ilk koÅŸuldu ve Avrupa ülkelerinde tütün ön sıralarda olmadığı için ruhsatlı ülke bulmak kolay deÄŸildi. Tarla denemelerinde sonuçların etkili bulunması yeterli deÄŸildi. Kalıntı analizleri yanında, tat, içim analizleri yapılıp içim kalitesini bozmaması gerekiyordu. Bu testler ise Tekel’in sorumluluÄŸunda ve daha çok kiÅŸisel degüstasyon kriterleriyle deÄŸerlendiriliyordu. Tam bir “Tripod Management” olayı söz konusu idi. Hepsi aşıldı. Neler kaldı belleÄŸimde, bohçamda, heybemde ?
Bu tür konularda, özellikle ikna ve iletiÅŸim becerilerinde usta olmak için SSTC’ye katılmam için daha iki yıl var olduÄŸunu bilmiyordum. Çünkü SSTC den haberdar deÄŸildim. Dolayısıyla “Yaklaşım Teknikleri“ni bilmiyordum. Soru sorma becerisi yerine bildiklerimi ortaya koymaya çalışıyordum. İyi bir dinleyici deÄŸildim. Sunum becerilerini gerçek anlamda etkin kılmak, bir formata sokmak, bir tarz yaratmak için 1997 yılını beklemek ve Merih hanımla tanışmam gerektiÄŸini de bilmiyordum. Hele hele Dr.Kern’den “Pazarlama ve KonuÅŸma EÄŸitimi” konusunda öğreneceklerimden bihaberdim (habersizdim). Bu nedenle itirazlarla baÅŸ etmek, mülteri responslarının ele alınması gibi müzakere becerilerinden yoksundum. Altı yıl geçmesi ve global birleÅŸmenin ikinci evresinin ayak seslerinin duyulması gerekiyormuÅŸ Hardmeyer, Coleman ve Duble Peter‘dan “Liderlik ve Koçluk EÄŸitimi” almam için. İlk yılın sonunda İsviçre’de “Aplikasyon Teknikleri EÄŸitimi“ne katılacaktım ve Ciba’nın Les Barges ÇiftliÄŸinde on beÅŸ günde, Enstitüde on beÅŸ yılda öğrendiklerimden daha çok ÅŸey öğrenecektim. Henüz bu öğrenmelerden yoksundum. Henüz “VMD/NMD” gibi ilaçlamanın kalitesini hacim ve sayı olarak ortaya koyacak “Ortanca (Median)” sözcüğünü bile bilmiyordum. Tüm bunlardan yoksun olarak ve henüz doçent olmamışken 1986 ve 1987 yıllarında tütün gibi duyarlı bir üründe, RMZ gibi kabul kriterleri oluÅŸmamış bir ilaç için kimlerle dans ediyordum ?
Enstitüden en yakın arkadaÅŸlarım Dr.AK ve Dr.EO bilimsellik ve dürüstlük sınırları içinde ellerinden gelen her tür yardımı veriyorlardı. Yabancı ÅŸirketlerin tarladaki sorumlusu genç mühendis Cumhur babasının Rodezya’daki görevi nedeniyle bu tür tütüne benden daha yakındı ve bize yardımcıydı. On beÅŸ günde bir fidelikten baÅŸlayan çalışmalarımız 1986 ve 87 yıllarının Nisan-Eylül ayları arasında düzenli seyahatlerle birinci öncelikli programımdı. Ortak amacımız tütünde gerçek bir mildiyö, maviküf ilacını çiftçinin koÅŸullarında uygulanabilir kılmaktı. Yine de çok dikkatli olmak gerekiyordu. Görünenlerin ötesinde küçük konular önemli oluyordu. Neler mi ?
Enstitü yıllarımda tarla çalışmalarında en büyük sıkıntı araziye çıkmak için araç bulmaktı; benzin sıkıntısı ortamında araç için yakıt bulmaktı. Buna baÄŸlı olarak konaklama yeri bulmak da ciddi bir sorundu. Kamu kuruluÅŸlarının misafirhaneleri ne kadar kirli olursa olsun bize yer verdiklerinde bayram ediyorduk. Özel sektörde bunlar çoktan aşılmıştı. Araç hazırdı. En iyi otelde kalmana kimsenin itirazı yoktu. Yemek konusuna gelince istersen cebinden öde ve yemek parasını aylık olarak al, istersen yediÄŸin yemeÄŸin fiÅŸini götür karşılığını al, her ikisi de geçerliydi. Karar senindi. Ancak daha bir yıl önce enstitüde aynı sıkıntıları yaÅŸayıp da ÅŸimdi özel sektörlü olmanın konforunu böyle bir ortak çalışmada paylaÅŸmak bana pek doÄŸru gelmiyordu. Çıtayı yükseltmek iç dünyalarında bir çatışma yaratabilirdi. Şöyle düşündüklerini varsayıyordum: “Biz bunca ter dökeceÄŸiz. Zaten verdikleri deneme ücreti devlete para kazandırmıyor. Onlar keyif çatacaklar. İlaç satılınca para kazanacaklar vb…” yargılarından korktum (Belki de yersiz bir korkuydu; belki de ÅŸimdilerde de varlık sarhoÅŸluklarından korkum da yersizdir. Eskilerin bir sözü buraya biraz budayınca uyar mı ? “Alışmadık g*tte don durmaz” ki uysa da yazdım uymasa da). Bu nedenle araç, konaklama ve beslenme sıkıntıları hâla yaÅŸayan Enstitü arkadaÅŸlarımla Gönen’in Yıldız/YeÅŸil Otelleri yerine Tahirova Alman ÇiftliÄŸi‘nin misafirhanesinde kalmayı yeÄŸledim her seferinde. Burada da sıkıntı ÅŸuydu: Otelde kalsam ve 1986 yılı için 250TL otel faturası versem sıkıntı yoktu; ancak misafirhanede kalıp da hepimiz için 40TL fiÅŸ götürdüğünde ödeme sıkıntı oluyordu. Aynı ÅŸekilde öğle ve akÅŸam yemeklerini Gönen’deki köftecide yiyip bedelini almak kolaydı. Ancak belediye parkında çiÄŸdem (ayçiçeÄŸi) çitlemek ve çay içmek için verdiÄŸim on lirayı gider makbuzu ile almak sorun oluyordu. Henüz özel sektörlü olalı bir yıl geçmiÅŸti ve iÅŸin pushtluklarını öğrenmem için zaman gerekiyordu. Öğrenebildim mi ?
 S216
Yine bu düzenli seyahatlerden biriydi. Bu kez sevgili Dr.GD (daha sonra doçent oldu) de katıldı aramıza. Görüşleriyle bize katkı saÄŸladı. Özellikle ilaçlamaların etkilerini saptamada, hastalık ÅŸiddeti deÄŸerlerini doÄŸru belirlemede EPPO 0-5 Skalasını uygulanabilir kılma gayretlerimize destek oldu. Bu seyahate ben de oÄŸlum Kerem’i almıştım. Kerem altı yaşındaydı. AkÅŸam yemeÄŸini Tahirova Alman ÇiftliÄŸinin biraz ilerisindeki bir benzin istasyonunun restoranında yemiÅŸtik. Grubumuza sigara içenler vardı. Firmacı olarak sigara alıp ikram etmek gerekirdi. Gidip Samsun 216 aldım. O günlerde popülerdi ve üst gruptaydı. Ben bir aralar sigara içmiÅŸtim. Özellikle Allah selamet versin, kulakları çınlasın çok sigara içen Mustafa Öğüt’le aynı odayı paylaÅŸtığım Enstitü günlerimde paket bile taşıdığım olmuÅŸtu. Daha sonra pek içmedim. Ara sıra kıramadığım durumlarda tüttürmüşümdür. Hiç bir zaman sevmedim; sevemedim. Daha sonraları da adeta nefret ettim. Sigaralı ortamlardan hep kaçındım. Buna raÄŸmen 2000 yılında by pass oldum. Her neyse Gönen’e geri dönelim. Gidip benzinlikten Samsun 216 sigarası aldım. Ben de bir sigara içtim. Eve döndüğümde Kerem “Babam 216 içti” diye herkese duyurdu. Belki de bu son içtiÄŸim sigara oldu.
Vehbinin Kerrakesi (https://www.pusulahaber.com.tr/anlasildi-vehbinin-kerrakesi-8509yy.htm)
Bunca lafı neden ettim ? Neden tütüne bu kadar önem verdim ? Meslek yaÅŸamımda tütün en önemli tarımsal ürün müydü ? ÇocukluÄŸumun anılarında (Soma/Ellili yıllar) tütün çok yer mi kaplıyordu ? Babam bakkal, köfteci ve kahveci olmazdan önce tütüncüydü ve anneme babamın “haydi hanım eskilerden bahsedelim” diye diyalog geliÅŸtirme giriÅŸimlerinde “biz uzun tarlaya tütünü askerden önce mi sonra mı dikmiÅŸtik ?” ya da “Hatırlıyor musun biz o sene Aksekili İbrahim’den daha fazla kaliteli almıştık...” sözleri mi tetikledi bunca anlatımı ? Ya da ok yapmak için veya kasnaklı yıldız uçurtma yapmak için İstasyon Yolunun sağında kalan tütün fideliklerindeki kapancalardan saz söküp almam mı tütünlü anılarımı pekiÅŸtirdi ? sorularını kendime sordukça “Anlaşıldı Vehbinin kerrakesi” sözlerini duydum iç dünyamda. Belki de hiç ilgisiz, ilintisiz bir çaÄŸrışım oldu bu açılım. Buna raÄŸmen sözlerimin arasına yine Sümbülzade Vehbi girdi ki özellikle zor yıllarda “rücu ÅŸiirleri” ile aklımdan hiç çıkmadı. Sahi hangi tarım ürünleri mesleki yaÅŸamımda ağırlıklı olarak yer aldı ve hangi anılarla öğrenme yolculuklarıma katkı saÄŸladı ?
Enstitü yıllarımda (1970/85) Hububat Hastalıkları Laboratuvarı’nda çalıştığım için ilk sırada buÄŸday vardı. Rutin ilaç denemeleri bir yana bu proje çalışmalarına katma deÄŸer yaratmak için “Ürün Kayıpları”nı deÄŸerlendirme gayretlerim; elde ettiÄŸim sonuçları kongre ve simpozyumlarda sunma çabalarım pek çok anı ile belleÄŸimde yerini aldı. Özellikle Alman Beynelmilel Kalkınma TeÅŸkilatı’nın ikinci el hasat makinalarını Türkiye’ye kakalama giriÅŸimlerinin bir parçası olan simpozyuma gece otobüs yolculuÄŸu ile katılıp ertesi gün, sunumumdan hemen sora sözde uçakla dönme anısı da o günün yaÅŸam biçimimde ayrı bir etkiye sahiptir. Septorya yaprak lekesine önem çekmek için oluÅŸturduÄŸum basit (ve amprik) bir ürün kayıp formülü de bir süre literatürde yerini aldı. Böyle bakınca mesleÄŸimin ilk 15 yılımda buÄŸdayın yerini %50 ağırlıkta olarak görüyorum öğrenme yolculuÄŸumda. İkinci sırada Çeltik gelir. Önce doktora çalışması için beÅŸ yıl ve daha sonra da su sıkıntısı yaÅŸanınca sulama rejiminde arayışlara yönelik TÜBİTAK Projesine destek olmak amaçlı çalışmalarda yine Tahirova anılarıyla süslü günlerim(iz) oldu. Böylece çeltik için de %30 luk bir pay yazabilirim Enstitü yıllarıma. Laboratuvar ÅŸefim rahmetli Dr.C.Saydam‘ın doktora çalışmalarına yardımcı olmak üzere pamuktaki Vertisilyum SolgunluÄŸu çalışmaları da mesleki yaÅŸamımda %5 lik paya sahip olduÄŸunu biliyorum. Bu çalışmaların uzantısı olarak hastalık etmeni Verticillium dahliae’nın mikroskobik zerafetine duyduÄŸum hayranlık nedeniyle zeytin ve sebzelere açılımlarım da bana ek yayın olanakları saÄŸladı. Bu da 1989 da özel sektörde doçentlik baÅŸvurumda deÄŸer kazandırdı. Enstitü yıllarımın %5 inde de baÄŸ, üzüm vardı. İlk günlerde Antraknoz hastalığına karşı çözüm ararken “zaç yağına karaboya” karıştırıp fırça ile sürmekle baÄŸa girmiÅŸtim Aykut’la birlikte. Daha sonra Aykut Devlet Lisan Okulu’na gidince yine bir TÜBİTAK Projesi olan “Ölü Kol Hastalığı“na çözüm arayışlarında daha çok baÄŸcı olmuÅŸtum. Peki ya özel sektöre geçince hangi ürünler yaÅŸamımda öğretici roller üstlendi ?
Bunu da yazmaya kalkarsam bu satırlar asker mektubuna benzeyecek. Burada kalsın. Ana mesajım da “beyin ne ararsa onu bulur” olsun ki bunu çaÄŸrıştıran anıda oturum baÅŸkanı rahmetli Prof.Dr.İ.Karaca idi. Solgunluk Simpozyumu düzenlemiÅŸtik Türkiye Fitopatoloji DerneÄŸi olarak. Sebzelerde (domates, biber, patlıcan ve bamya) solgunluk etmeni olarak Verticillium dahliae’nın yaygınlığını ve “Çapraz BulaÅŸtırma Testleri“nin sonuçlarını ortaya koyarak etmene dikkat çekiyordum. Bu arada Komser Osman da (O.Yalçın) domateste solgunluk hastalığını Fusarium oxysporum (lycopersici) etmeni ile uzmanlık çalışması olarak inceliyordu. Aynı domates tarlasına giriyorduk. Ben örnek alıp etmeni in vitroda Verticillium olarak izole ediyordum; Osman ise Fusarium olarak… Bu durumda bir çeliÅŸki gibi görünüyordu simpozyumdaki sunumlarımızda. Haklı olarak da soruldu, bu nasıl iÅŸtir diye…Biz eveleyip geveledik. Halbuki yanıt gözümüzün önündeydi. İmdadımıza rahmetli Karaca yetiÅŸti. Biz izolasyon çalışmalarında “su agar” ortamını kullanıyorduk ve Verticillium için seçici olduÄŸu için V.dahliae’yı elde ediyorduk. Osman ise “PDA (Patates Dektroz Agar)” ortamını kullanıp Fusarium elde ediyordu. Ortada bir çeliÅŸki yoktu; beyin ne ararsa onu buluyordu. Çünkü bulmak için gerekli koÅŸulları hazırlıyordu. Ortada bir sürpriz yoktu.
Bu kadar yetsin ve mesleki yaÅŸamımda fitopatolog (bitki hastalıkları uzmanı) olarak çok sevdiÄŸim iki fungusun (mantar) adını ve nedenlerini yazarak yazımı bitireyim. İlki spor taşıyıcısına baÄŸlanışındaki zerafet ve görünüşündeki basitliÄŸin çarpıcı etkisi nedeniyle Verticillium dahliae fungusudur. Benzer görüntüye vermeye çalışarak beni yanıltmaya kalkan Fusarium moniliforme’ye kimi zaman kızsam da çeltikteki doktora çalışmam sırasında “Bakanae Sendromu” ya da “Erkek Çeltik” kavramını düşününce byu kızgınlıklarımın yok olduÄŸunu keyifle anımsarım. İkincisi ise gerçekten bir baÅŸka güzeldir. Onun da spor taşıyıcısına baÄŸlanan dibindeki özel çıkıntısı; iki hücreli yapısının ucundaki zarif ve sivri ucu ve “Kışlama (Over wintering)” çalışmalarında ortaya çıkışında verdiÄŸi müjde ile her zaman sevgi ve özlemle anacağım “Yanıklık Hastalığı” etmeni Pyricularia oryzae‘dir. İşte böyle bir ÅŸey. YaÅŸ yetmiÅŸi ortalayınca, yaÅŸam gölünün karşı kıyısı görününce ve ÇeÅŸme güzelliklerinde baÅŸta saÄŸlık olmak üzere her ÅŸey yolunda gidiyorsa şükür ve şükranlar yanında duaların gücü hepimizi mutlu ediyorsa daha ne ister insan ? İki fungusun zerafeti bile yetiyor dinginse ruhun ve yoksa baÅŸka arayışların…
Sağlık ve esenlik dileklerimle yolunuz açık ve aydınlık olsun.
Öykücü