Yaşam Büfesinde “Kilit Taşı”

“…Mimar yeni inşa ettiği kemerli köprüyü padişaha tanıtırken “Padişahım, köprünün kemerinde bir kilit taşı var ki onu çektiğinizde köprü yıkılır ve o taşı bir tek ben biliyorum”. Bunun üzerine padişah : “Kesin şu mimarın başını !” diye emir verir; mimar idam edilir…”

SZM (1985/2009)den NKM (2009/2023/Allah bilir)e; Öğrenme ve Ustalık Yolculukları; Mısır’daki “Cesur Adamlar“ın “BeE“sinden, Rio’daki “Başarı Öyküsü“nün CoCInnovation‘ına ve Netdirekt’te “Kesintisiz Kolaylık”la yola devam (L1,L2 ve L3 le L4 kolkola > Yaşam Gölünde miras bırakmaya çalışarak kulaç atmak)

Merhaba

Öğünürken dikkatli olmak gerek; ister böyle bilgiçlik olsun istersen çok bilinen sözde olduğu gibi “

“Miyan-ı güft u guda bedmeniş iham eder kubhun / Şecaat arz ederken merd-i Kıpti sirkatin söyler.” Beytin anlamı günümüz Türkçesine şöyle aktarılabilir: “Sohbet ve dedikodu sırasında, huyu kötü olanlar kusur olduğunu bilmeden kendi kusurlarından övgüyle söz ederler.”

Ya da Samsunlu densizin olursa “böylesi olsun, olmazsa eve gider yatar uyurum” sözlerini gerekçe gösterip “ayakkabı yalamayı” bile utanmadan tavsiye edecek düzeyde arzın merkezinde yaşıyor olması akla ziyan ki Koca Ragıp Paşa‘yı dinleseydi bu densizliği yine de yapar mıydı ? Bence yapardı; çünkü gelir ortaklığında yer almak için yalakalık öyle bir düzeye çıkmış ki (ya da düşmüş ki) bir başka topraklı densiz de “karımı bile veririm” ya da damacanalı hadsiz “g*tünün kılı olurum” demeyi bile maharet saymışlardır. Koca Ragıp Paşa ne demiş ? (https://tr.wikipedia.org/wiki/Koca_Mehmed_Rag%C4%B1p_Pa%C5%9Fa)

“Ey terakki isteyen dünyada sen zannetme kim / El etek öpmekle insan nail-i amal olur” > Ey yükselmek isteyen kişi ! Zannetme ki dünyada el etek öpmekle maksada erişilir !

Koca paşa bile etekten aşağı inip ayakkabı yalamayı akıl edememiş. Olsun varsın diyor Samsunlu; ayakkabı yalamak kabul görmese de ne tiynette olduğu ya da fıtratında ne bulunduğu, hamurunun neyle yoğrulduğu bilinsin istiyor tıpkı Hazreti İbrahim yanarken ateşe ağzında bir dal parçası taşıyan kuş gibi.

Hazreti İbrahim’i ateşe atmışlar. Yanıyor. Kuşun biri gagasında bir damla su ile ateşe doğru uçuyor. “O bir damla suyun ne etkisi olur ki, ateşi söndürmez ki !” diyorlar. “Olsun” diyor kuş “Niyetim belli olsun !”. Bir başka kuş da ağzında küçük bir dal parçası ateşe doğru uçuyor; ona da “O dal parçası ateşi artırmaz ki; neden götürüyorsun ?”. O kuş da benzer yanıtı veriyor “Olsun, niyetim belli olsun !” Ayakkabı yalayan ve yalamayı öneren densizin de amacı o “Niyetini belli etmek”; böylece çıkar ortaklığı içinde yerini almak. Yılın ikinci yarısına az kaldı. Takke düşüp kel görünecek ve kimi “Alicengiz Oyunları” olmazsa ya da olanları engellenebilirse belki düze çıkacağız ama asıl sıkıntı o zaman başlayacak…Çünkü ister o cenahtan ister bu cenahtan kimse sahip olduklarından vazgeçmeye razı değil ve de üstelik daha fazla, daha fazla istiyor ki haklı olsalar da denizin bittiğini, ateşin yaktığını ve taşın sert olduğunu anlayacaklar; anlayacağız. Yirmi küsur yıl önce ABD den gelen Derviş’inkine benzer “Acı Reçete“yi kabullenmek zor, çok zor gelecek ve belki de yine bir sonraki seçimde yine “Yeter !Söz milletin” ve hatta “Geldi ismet, kesildi kısmet” diyerek yılana sarılacağız.

Muhalefetin tutumuna bakılırsa sanki iktidar olmaya hiç niyetleri yok ve olsalar da iki tür sıkıntı bekliyor bizi. Altılı masadaki görüntü ve ayakkabı yalamak olmasa da neyi, neden yaptığını bilmeden, verdiği zararı düşünmeden geçen gün Fox’un sabah programında matah bir şey söylüyormuş gibi “Ben altılı masanın kararını takmam, benim gözümde başkanımdır tek aday” diyen ve ertesi gün yılların siyasetçisi “Kemal’e iyilerin itirazı var” deyip görevinden istifa edişiyle masadaki çatırtıları dışarı sızdırmaktan çekinmiyor ki bunların hepsi bana göre bir başka densiz; hadsiz ve hazımsız. Kimsenin kurtuluş adına özveride bulunmaya niyeti yok. Birinin niyeti belli, net, öz “yalamak” neresi olursa olsun; diğeri de tıpkı Erol’un “Enstitü Araştırma Komitesi (EAK)‘nde dediği gibi… Ne demişti Erol ?

Yıl 1985. Mayıs ayının ilk günü istifa edeceğimin henüz hiç bir sinyali yok. EAK‘nin başkanıyım. Erol’un bir proje teklifi görüşülüyor. Eleştiriler var. Rahmetli Kemal beyin eleştirisine Erol yanıt veriyor : “Kemal Akman, ben seni takmam !” Komitenin ciddiyetine yakışmıyor. Ancak Erol’a karşı hepimizin hoşgörüsü fazla. O gün rahmetli Kemal beyi takmayan Erol bu günlerde her ne olduysa EZM68 olarak pek çoğumuza kırgın ve kapıları kapatmış durumda. Bakalım pazartesi (30.01.2023 / 13.00) toplantımıza gelecek mi ? Her neyse biz yine bugüne dönelim.

Ata binmede usta olmasa da, “Kilit Taşı” yerine “Atlama Taşı”na yanaşmasa da at hazır bekliyor ve Üsküdar görünüyor. O yine de atı atlayıp Üsküdar’ı geçecek ve altılı ganyan ekibi de eşeğini Niğde’ye mi sürecek ? İnşallah bu kez Allah biz kullarına acır ve aklımızı devşiremediğimiz başımızı vuracak taşlar aramayız…

Bu yazımın başlığını “Köprü” ya da “Boşluğu Aşmak” olarak koymayı planlamıştım dün gece IPTv de “Annika” isimli İskoç dizisini izlerken (https://en.wikipedia.org/wiki/Annika_(British_TV_series)). Benim önümde eski (!) Asus laptop, Nezuş’un elinde cepten Facebook (bizim nesil henüz İnstragram’a geçemedi; bu gidişle geçemeyecek gibi ki buna da şükür) ve duvardaki koca ekranda “Gecenin ucunda”. Annika’da 45 dakika içinde bir cinayet ve çözümüyle ana mesajında bir de “İskandinav Efsanesi” var her bölümünde. Böylece hem entellektüel (!) sermaye artıyor hem de vakit sıkılmadan geçiyor. Temel’e ağır mı gelirdi acaba Annika benzeri yabancı dizilerin eğlendirirken bilgilendirme çabası ? Neden bu soruyu sordum şimdi durup dururken ?

Annika vs Şehrazat

“Durup dururken” değil; “entellektüel (entel)” sözcüğü geçti de ondan. Kısa bir fıkra. Temel’e sormuşlar “Entel mi olmak istersin, yoksa i*ne mi ?”. Temel azıcık düşünmüş ve “Bilmediğim şeyi kafama sokmaktansa sa bildiğim şeyi kıçıma sokmayı yeğlerim” demiş. Belli ki bizim yerli diziciler de aklımızı yorup sürmenaj etmemek için bildiğimiz şeylerle bizi avutmayı ya da uyutmayı yeğliyorlar. Ekrandaki bizim dizilerde (Yalı Çapkını, Camdaki Kız, vb) “kapalı uçlu soru“ya bile yarım saat düşünüp, öküz gibi bakmalar hala ve ısrarla sürüyor. Bunu izleyenlere de atalet bulaşıyor olmalı ki böyle olması özellikle sürdürülüyor (belki de özel promosyonlarla). Yıllar önce Şehrazat dizisi popülerken Prof.Yalçın Küçük, Bergüzar hanımı işaret ederek “trene bakan öküz” tabirini kullanmakta bir sakınca görmemişti. Annika’nın S1B4 ünde olay ve örgü “Köprü” üzerine kuruluydu ve “Giriş”, “Gelişme” ve “Sonuç” bölümlerinde “Köprü” konusuna öykülerle yorumlar getiriyordu yapımcı ki “Öykülerin Gücü” ile 45 dakikalık diziye tat katıyordu. Hiç mi görüp ders almaz bizimkiler; ya da bizi buna layık mı görmezler ! Yanıt için Temel’i unutmamak gerek.

Annika’yı izlerken diziyi durdurdum. Elime kağıt kalem alıp kare kare yeniden izleyip yazmaya başladım. Diziye adını veren dedektif Annika ara sıra dizinin gidişatını durdurup bize dönüyor ve açıklamalarda bulunuyor. İşte 45 dakikalık dizinin başında, ortasında ve sonunda söylediklerinden yazdıklarım:

*Gelişme Bölümü (11.30dk): “…Bir gün taksiyle Fort Köprüsünden geçiyordum ve şoför “Köprü gerilimle başınç arasında sürekli mücadeleyle ayakta duruyor” dedi. İki taraf sürekli birbirinden kaçıyormuş (https://tr.wikipedia.org/wiki/Forth_K%C3%B6pr%C3%BCs%C3%BC). Mühendisler bu iki tarafın taleplerini karşılamazsa köprü eğilir ve tamamen çöker” dedi. Çok ilginç geldi bana. O esnada arka koltukta biriyle öpüşüyordum. Dolayısıyla detayları kaçırdım ama içimden şöyle dedim: “Bir yapıyı ayakta tutmak için gerilim olması şart. Ama çok fazla olmayacak”…”

“Beyin ne ararsa onu bulur”. Bu sözü 2004 yılında ilk yurt dışı yıllık toplantımızda “Cesur Adamlar (BeE)” ana mesajıyla sunum yaptığım Mısır’da kullanmıştım. Pazarlama Müdürlüğünü devredip “tamam” demeye hazırlanıyordum. Yine de ruhum başarılı bir yılın ekstralarıyla “Dargın ayrılmayalım diye koştum sana dün” dizeleriyle “Zeytinyağlı Mustafa” alınganlığıyla kırgın duruyordu 2004 sonlarında. Meğer “tamam değil devammış” ve ikinci en doyumlu olduğum görevle “CDM” (*) beş yıl daha sürecekmiş Syngilli oluşum; hem de Rio’lu, Prag’lı ve St.Petersburg’lu olarak. Neyse Annika’ya döneyim.

Dün gece diziden sözleri defterime yazarken “Bir yapıyı ayakta tutmak için gerilim olması şart. Ama çok fazla olmayacak” sözleri neden bana kayda değer gelmişti ? Yanıtı çok net: Ayakkabı Yalamak. Gerilim yaratacaksın. Amaçları da bu. Hemen aynı yolun yolcusu olanlardan biri de “amacını aşan ifadeler” diyecek kadar laf olsun torba dolsun diye karşı çıkıyor gibi yapacak ve “Yeter söz milletin“i paylaşamayacaklar. Tıpkı “Soğanın Cücüğü” gibi.

Soğanın Cücüğü

Ahmetle Mehmet oturmuş dertleşiyorlarmış. Ahmet “Ula Mehmet padişah olursan ne yapıcan ?”. Mehmet “Soğanın cücüğünü yiyicem” demiş. Bu kez Mehmet “Ula Ahmet sen padişah olursan ne yapıcan ?” diye sorunca Ahmet “Bana yapacak bir şey bırakmadın ki …” İşte bunun gibi uyan da uymayan da aynı sloganı kullanıyor sanki soğanın cücüğünden başka yiyecek (halt) kalmamış gibi…

Uzun adam akıllı, asrın lideri kurnaz ve de danışmanları bu tür konularda usta ve uzman ki hem “14 Mayıs”ı dillendiriyorlar hem de yıllar öncesinin bu tarihle özdeşleşmiş sloganını altılı masaya bırakmamak için kendilerine uysa da uymasa da kullanıyorlar. Bu sahiplenmeden sonra Foxlu Selçuk cılız bir sesle bu sloganı altılıya yakıştırsa bile bana göre bu sözün her söylenişi iktidara yarıyor dikkat ve ilgi açısından. Altılının Kemal’i de söylemekten çekinmiyor. Bakalım bu tür garabet ve gerilim 2023 ün ikinci yarısında tünelin ucundaki ışığın üzerimize gelen şimendifer olmadığını gösterecek mi ? Şimdi Annika’nın girişindeki “Köprü” anlatımına.

*Giriş (00.10dk):…Mühendisler altı farklı köprü tipi tarif ederler. Birincisi “Kiriş Köprüler”, düz bir beton parçası veya nehrin üstünde bir kütük ve “Kemerli Köprüler” Venedik’teki Rialto gibi (https://tr.wikipedia.org/wiki/Rialto_K%C3%B6pr%C3%BCs%C3%BC). Bir de “Asma Köprü”, San Francisco’daki Golden Gate gibi. Üç köprü türü daha var. Fakat hepsinin ortak noktası amaçlarının bir çeşit “Boşluğu Doldurmak” olması ve bu işi de gerçekten gayet güzel görürler. Ama iki tarafın bağlı olmaktan memnun olması gerekiyor, bazen düşmanın karşıya geçmesine rağmen…” ve dizinin bu bölümün sonundaki “Köprü” mesajı

*Sonuç (41dk): “…Köprü çok güzel bir fikir. Köprü güzel ama inşası zordur. Bir sürü uzman gerekir. “Kilit Taşı”nı ortaya koymak epey hassas ve zor bir iştir. Ama köprülerin asıl sorunu köprü kuruyorum derken aslında bir yandan yerle bir ediyorum demektir…”

Sözün özü; ya köprüden önceki son çıkış uyarısı yeter ve yılın ikinci yarısında yeni bir zor dönemin ve hatta çok daha zor bir dönemin özverilerine katlanıp kurtuluşa erme umudunun mutluluğu ile yola devam ederiz ya da inşallah seksene az kala yaşam gölündeki kulaçlarımıza Allah güç ve kuvvet verir, kudret verir ve menzil-i maksuda erişiriz. Bu gerçekleşmezse artık kimin bilmem neyi nereye dolanır bilinmez; “damene ne dolanır; eteklerine mi dolanır ayakkabı yalayanların veya çarşafa mı dolanır kıl olmayı isteyenlerin” görürüz kısmetse…

Görelim Mevlam neyler, neylerse güzel eyler (de elimizdeki zarlar hileli ve biri baştan şeş atılmış)…

Öykücü


(*) CDM : Competence Development Manager/ Yetkinlik Geliştirme Müdürü