Yaşam Büfesinde “Yorgunum”

“…Ben yorgunum hayat; dindar değil kindar nesil istediğini açıkca söylemekten çekinmeyip bizi bu ayrışmış günlere getirenlerden yorgunum…; Bayram arifesinde boy gösteren ısmarlama yobazlardan yorgunum…; Doğuştan dumura uğramış düşünce setlerini kaybettiğini sanan yobazlardan yorgunum…; Güvercin gibi takla attırmaktan utanmayan yobazlardan yorgunum…; Giden feslisini aratmayan nankör ve hain, kravatlı, papyonlu, gözlüklü yobazlardan yorgunum…; Ben yorgunum hayat; yobazlardan yoruldum…”

Tur finali; veda vakti; camiyi neden terk ettim ? Bu dünya nasıl bir dünya ?

Merhaba

Bugün bayram ve inşallah gelecek yıl yüzüncü yaşında gerçek bayram tadında, coşkuyla, kurucusu “Gazi Mustafa Kemal Atatürk” adını yürekten söyleyen otoritelerle, şükür ve şükranla kutlayacağım Cumhuriyetimi… Umudum var. İçinde çırpındıkları yobazlık batağında hainlerin, nankörlerin, arsızların ve hırsızların yok olup gideceklerine en azından gözümün önünde olmayacaklarına inanıyorum.

Dün Netgillerde, bir gün önce, Cumhuriyetimizi sabah kahvaltısında kutladık umut veren gençlerimizle. Özlemişim. Keyif aldım. Semih Erzincan’dan gelmiş; Burak bile evden çıkıp kahvaltı beraberliğinde yer aldı umut veren sözleriyle. SEKPlus (4) da katılsaydı keyifler zirve yapardı. Yapının taşları yerine oturunca; sistem güçlenince ve asıl önemlisi teknik ve finans çalışanlarının ustalaştığını gören patronların gözü arkada kalmayınca, bu tür beraberliklerde boy göstermez oldular. Gelişmenin doğal bir adımı olsa da, güven sağlanmış olsa da ben olsaydım… Ben “O, ben” olmasam da Nezuş ile birlikte gençlerle olmak güzeldi. Burak adına “Esnaf Kahvaltısı” dese de gevrek, tulum peyniri, zeytin, domat, biber ve hıyarla mükemmel bir sofrada yer aldık Netgillerde. Çaylar demliydi; zeytin lezzetliydi ve ağzımızın tadı vardı gençlerle. Çağrı şekli de bizi mutlu etti. Sonrasında İE70 de oturduk; bekledik ve kahvaltının keyfiyle idare edip, bir nikah törenine katıldıktan sonra Balıklıova üstünden köyümüze döndük. Bu satırları yazarken camlı bölmeden denize doğru bakıp düşünüyorum ve “bize bir haller oluyor” diyor iç sesim.

Bize bir haller oluyor ! Amentümüze neler oluyor ?

Haller olan biz odağımdaki ailemin yeni nesillerinin gelişme hızına yetişemeyen bendeki biz ile; ağacı bırakıp da ormana bakınca Yunana çağrı yapan feslisinden kurtuldum derken, olmayan düşünce setini yitiren gözlüklüsüne takılıp kalıyorum biz derken…” Dinden imandan soğuttular, beni benimle başbaşa bırakıp duasını arapça yaparken para istemeyi Türkçe yapmayı sürdüregeldiler… Rahmetli annemin önderliğinde ilk ezberlediğim dua “Amentü” idi ve Türkçesi de gerçek anlamda inancımı yansıtıyordu, güçlendiriyordu, perçinliyordu, hemen her gün güncelliyordu… İlginç olanı yıllar sonra CINOS‘ta yıllar ilerledikçe “Şirketlerin Amentüsü” gibi kavramlar da duyar oldum. Demek ki bu “amentü” sözcük olarak din dışında da bir inancı yansıtıyordu. Bu sözcüğe bugün internetten bakınca hem Müslümanlık hem de Hristiyanlık için ortak ve geniş kapsamlı bir anlam taşıdığını gördüm. “Bir inanç itirafı, bir sembol veya bir inanç ifadesi olarak da bilinen bir inanç, bir topluluğun ortak inançlarının, temel ilkelerini özetleyen konular tarafından yapılandırılan bir biçimde ifadesidir” gibi çevirisiyle parça pörçük olmuş bir genelleme ile amentünün tek sözcükle “inandım” demek olduğuna inanıyorum. Her ay bir yenisini ağzına verdikleri bir tartışma konusu ile karşımıza çıkan gücün elindekilerden hangisini “Ayın Yobazı” seçeceğime karar veremiyorum. Önce “yobaz“ı öğrenmeye çalıştım. Bu arayışta karşıma bir Fransız profesör çıktı: Prof.Roger Garaudy (1913 Marsilya / 2012 Chennevières-sur-Marne, Fransa; 99 yıl yaşamış, Fransız millet vekili ve “Yobazlıklar” kitabının yazarı; 1982 de Müslüman olmuş). Kitabın değerlendirilmesinden kısa bir alıntı (https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/396061) ve buna göre aklımdaki soru yine çınlıyor: “Ekim Ayının Yobazı sizce kimdir ?” Sanki ardışık yobazlıklar bireysel değil, sistematik bir planın güncellenen parçaları gibi geliyor bana…

“…Yobazlıklar, günümüz doğu ve batı dünyasındaki her çeşit yobazlığı kritize eden bir eserdir. Yazara göre yobazlık; dini veya siyasi bir inancı, o inancın tarihinin önceki bir döneminde bürünebildiği kültürel veya kurumsal şekliyle özdeşleştirmektir.
Türkçe sözlükte ise yobaz; dinde bağnazlığı aşırılığa vardıran, başkalarına baskı yapmaya yönelen (kimse). Bir düşünceye, bir inanca aşırı ölçüde bağlı olan (kimse). Kaba saba, inceliksiz (kimse) anlamlarına gelecek şekilde 3 değişik manada izah edilmiştir. Yobaz kişinin 3 temel özelliği vardır;

  1. Gelişmeye karşıdır.
  2. Geçmişe dönme arzusu içindedir.
  3. Hoşgörüsüz ve katıdır. Yobazlığı bu üç çerçevede değerlendiren Garaudy yobazlığın diyalogun zıddı ve laikliğe karşı bir tutum olduğunuifade eder…”

Geçen yıl 29 Ekimde neler zihnimden sözcüklere dökülmüş, bugünden farklı imiş mi ? diye bloguma baktım ve (https://www.copcu.com/2021/10/29/yasam-bufesinde-soci-yolculari/)

“…Bu satırları yazarken sela okunuyor ve hoca beni camiye çağırıyor. “Üzgünüm hocam gelemem; nankörlerin arkasında saf tutamam“. Birkaç yıl önceydi. Yine bir bayram, 30 Ağustos Zafer Bayramı cumaya denk gelmişti. Hutbedeki imam bir kez olsun “Atatürk” demedi diye camiyi tepkiyle, söylenerek terk ettim. O gün bugündür dualarım sessizce yürüyüşlerim sırasında durmaksızın sürüyor. Aracısız ve kendi sözcüklerimle. Yine de caminin ulviyetini özlüyorum. Özellikle de herkesten önce gidip, kimse yokken ilk sıranın sol başında sırtımı duvara dayayarak kendimle başbaşa kaldığım anları özlüyorum. Bugün bayram ve bayram tadında, minnetle, şükür ve şükranla borçlu olduklarımıza dualarımızla keyifli, iç huzurlu ve adaletli bir bayram diliyorum. Umudum var mı ?…Olmalı…”

Hafta içi her akşam saat ondokuzda Selçuk’un isyan eden halleriyle halleniyorum. İsmail’i aramıyor gözüm; onun için Fox’tan Halk’a uzanmıyor elim ve İlker’i şimdi daha cana yakın buluyorum. Hele bir de hafta sonlarında Deniz’in halim selim yaklaşımları ruhumu azıcık da olsa sakinleştiriyor. Yaşam gölünün karşı kıyısı görünürken, daha çok kendimizi eve hapsederken biz bile artık eskisi gibi gittikçe azalan enerjimizle çoşkulu kutlayamıyoruz bayramları, bayram gibi özlem duyduğumuz ritülleri. Bakıyorum da cebime gelen “Onüçüncü Copcu (DC)“nun bugün sahneye çıktığı yerel kostümlü güler yüzüne, özlemle sessiz sitemim içimde cılız bir sesle eriyip gidiyor. Şükür ve şükranla yakın yarınlardaki aydınlık günler için dualarım.

Öykücü