“…Adam o kadar açmış ki; fırının vitrinindeki ekmeklere bakmış, bakmış ve içeri girip fırıncıya “bu ekmeklerin hepsi senin mi ?” diye sormuÅŸ. Fırınca “benim” deyince, adam “ne duruyorsun, yesene öyleyse !” demiÅŸ…”
Kara gözlü Leyla’nın sevdasıyla Kemer’de üzümleri yere döküp kaçarken enginar bahçesinde yakalanmak ve Portofino (04041964) yoluyla Roberta (19091965)’yı bulamadan muradına ermek… Daha ne ister insan !
Merhaba
ENKÄ°NÄ° Serisi (Soma 1945>ÇeÅŸme 2022)nin üçüncü bölümüne geçerken yazımın başında da görüldüğü gibi fıkram birden edepli oldu. Ne Temel’in bahçede çamaşır yıkayan Fadime’ye söylediÄŸi “para vermeyeceÄŸim ki !” nin gerekçesi, ne Güney Kutbu’nda Dursun’la birlikte barmene sordukları “Yarısı siyah yarısı beyaz kadın var mı ?” yakıştırması, ne de kapıdan girerken eÅŸiÄŸe takılan ayağı ile sendeleyince elindeki yumurtaların biri yere düşüp kırıldığında aÄŸzından gayr-i ihtiyarî çıkan “Ha s*tir !” nidası, sedası yok bu yazımda. Çünkü ÅŸimdi ergenlik zamanı deÄŸil, o dönem geçti. Flörtün beÅŸinci yılında yaÅŸ kemale erdi. Ä°ÅŸler kızıştı. ENKÄ°NÄ° 02 nin ardıllarıyla geliÅŸmeler ciddileÅŸti. Ä°liÅŸkimiz aÅŸikar oldu. Müstakbel bacanağım rahmetli Mustafa Ergüzer beni tanımak için 39 yıl önce Konak‘ta Atıf‘a bir kahve sohbetine çağırdığında “tırt atmadım” desem yalan olur. Yüzme de bilmiyorum ki; ne olur ne olmaz rahmetli Latif’e dedim ki “abicim sen de gel ve uzaktan bizi dikizle; olumsuz bir eylem olursa, gerekirse müdahale edersin”. Bende yürek NezuÅŸ’tan daha Selanik. Ä°kimiz arasındaki temel fark “Bosna’dan gelen Avrupai hoÅŸgörü” ile “Soma’dan gelen ataerkil yapının disiplini“… Bizi gözeten ve iliÅŸkimizi her engelde savunup kolaylaÅŸtıran rahmetli Hayriye abla evdeki paylaşımlarda o kadar etkin olmuÅŸ ki resmen onaylanmış bir durum yokken bile benimle görüşmeyi kabullenmiÅŸ kocası, Mustafa eniÅŸte. Görüştüm. Neler konuÅŸuldu; zihnimde, belleÄŸimde en küçük bir iz yok. Sorun yaÅŸanmadı. Aslında bir adım daha ilerleyen ve bir yandaÅŸ bulan iliÅŸkimiz için cesaretim arttı. Nereye kadar ? Kemer Tren Ä°stasyonu’nda üzümleri yere döküp kaçışıma kadar.
Artık üniversiteli oldum ya kim korkar hain kurttan. Cumartesileri hem NezuÅŸ için yarım iÅŸ günü hem de fakültede iki saatlik bir Teknik Resim dersi nedeniyle benim okula gidiÅŸim, evden / bakkal dükkanından ayrılışım için gerekçe. Bu durum aslında ikimizin buluÅŸmasını kolaylaÅŸtıran bulunmaz bir nimet. NezuÅŸ iÅŸ için evden çıkıyor; ben de okul için her günkü erken saatlerde serbest kalıyorum. Önce trene binip bir Bornova turu atıyoruz öğle olmadan. Daha sonra Ä°zmir’e dönünce NezuÅŸ, haftalık üretimin deÄŸerlendirmesini yapıyor, iÅŸi kısa sürüyor ve sonrasında Gümrük’ten Çankaya’ya kadar yürüyüp Gülhane Pastanesi‘nde keÅŸkül kaşıklıyoruz. KeÅŸkül yemiyoruz; kaşıklıyoruz. Çankaya otobüs durağının hemen yanındaki pastane de bizi artık tanıyor. Bir garip genç çift geliyor; keÅŸkül söylüyor, yemiyor, bir saat oturuyor ve kaşıklayıp gidiyor. NezuÅŸ konuÅŸuyor, ben dinliyorum. Daha sonra ya yürüyerek ya da otobüsle Kemer Tren Ä°stasyonu’na geliyoruz. Çoklukla birlikte Åžirinyer’e gidiyoruz ve ben bir saat sonra dönüyorum. Kimi zaman da ben istasyonda beyaz mendil sallayıp NezuÅŸ’u uÄŸurluyorum. Yine böyle bir uÄŸurlama günüydü ve karşıdan rahmetli kayın biraderim Nezih abinin geldiÄŸini görünce hızla uzaklaşıyorum (kaçıyorum da denebilir). Daha sonraları bu enstantane Nezih abi tarafından “Ãœzümleri yere atıp nasıl da kaçmıştın ?” diye sohbet konusu edilirdi.
Bacanak çağırınca gittim; kayın biraderi görünce kaçtım ve enginar bahçesinin köşesinde babama yakalanınca…! Belki sevgili Yıldırım’ın “Ekskürsiyon var Fahrettin amca Mustafa’yla gitmemiz gerek” diyerek beni bakkal çıraklığından kurtardığının geri dönüşüydü; belki de rahmetli Lâtif’in “Tarihî film gelmiÅŸ Fahrettin amca bizim Mustafa ile sinemaya gitmemiz gerek” deyiÅŸi sonrasının gün bitimiydi… Her nasıl olduysa dönüşte babam bizi el ele enginar bahçesinin köşesinde görünce tahmin edilen ve dile getirilmeyen iliÅŸkimiz bir adım daha ilerlemiÅŸ oldu. Böylece 1993 yılının sonlarına doÄŸru söz kesmek, istemek gündeme geldi. Ä°yi ki yakalanmışız.
Aslında geliÅŸmelerin arka bahçesinde esas etken olan belli etmese de babamın özlemi idi. Hemen her akÅŸam yarım çay bardağı kadar rakı içip çakır keyif olduÄŸunda bana iki ÅŸey söylerdi. Ä°lki “sen büyüyünce bize bakcen mi ?“. Ä°kincisi ise “Bizim sülalede hiçbir dede torun görmedi”. Rahmetli ablamın çocuÄŸu olmayınca babamın bu torunsuzluk korkusu daha bir fazla yerleÅŸmiÅŸ olmalı ki… Enginar bahçesinden sonra bu ikisi bir araya geldi ve babamın bana ilk sözü “seni everelim” oldu. Körün istediÄŸi bir göz, Allah verdi iki göz. Babam benden cesurdu; her zaman ve her koÅŸulda. Bu heves ve hülya ile iliÅŸkimiz aileler, ebeveynler düzeyinde geliÅŸirken 1964 yılına girdik ve kayın pederim Salih Dörtbudak (Kel Salih) kısa sürede hızla geliÅŸen hastalık sonucu vefat etti. Süreç azıcık yavaÅŸlasa da 04.04.1964 de Tepecik 1159 sokaktaki evimizin salonunda Mehmet Kaplan’ın pikabındaki iki plakla ve “Portofino” ile niÅŸanlandık. Yıllar sonra Portofino’nun sahilinde yoÄŸurtlu dondurma yerken ÅŸarkımızı yeniden yaÅŸadık. Peki ya niÅŸandan önceki birkaç kritik karar anında neler vardı ?
Bugün “C13Plus” olarak mutlu, mesut, bahtiyar şükür ve şükranla seksene az kala, karşı kıyısı görünen “YaÅŸam Gölü“nde keyifli ve saÄŸlıklı kulaç atmayı sürdürüyorsak “C Serisi” ve “D Serisi” DNA‘lardan kanımıza girenlerle, “ceteris paribus (diÄŸer tüm koÅŸullar sabitken)” muydu yaptığımız, yoksa “mutantis mutandis ( deÄŸiÅŸtirilmesi gerekenlerin deÄŸiÅŸtirilmesi)” miydi o koÅŸullarda ve talebeyken evlenmek ? Bu yazımı dün yazıyor olsaydım bu iki Latince kavramden söz ediyor olmayacaktım. Bu sabah deniz kenarında sabah yürüyüşünü yaparken çevre temizliÄŸimi de yapıp kendimle hesaplaşırken Gürcistan’da medyatik olan Mestgiller, dün Rodos’tan olup bugün Hırvatistan’a giden Netgiller ve Amsterdam’da yola devam edecek olan Ãœmitgiller ve türevleri için dualarımı biraz daha arttırdım. Åžezlonguma oturup da kitabımı açtığımda “Adam Smith’in YemeÄŸini PiÅŸiren Kimdi ?” sorusunun açılımlarına dalıp gittim dalgaların sesiyle. Kitabına “Ekonomide Kadının Görünmez Eli” alt baÅŸlığı da atan Ä°sveçli gazeteci ve yazar Katrina Marçal‘ın sözlerinde 19.09.1965 cesaretiyle buluÅŸan, yola çıkan, usta-çırak iliÅŸkisinde öğrenme hevesi yüksek olan sevgi/saygı karması “Lütfiye & NezuÅŸ > Annem-EÅŸim Ä°kilisi“ndeki kadının gücünü gördüm (https://www.5harfliler.com/adam-smithin-yemegini-pisiren-kimdi-ekonomide-kadinin-gorunmez-eli/). Kitap on yıllık; Türkçe baskısı 2018 de yapılmış ve benim kitaplığıma iki gün önce girdi. Bursa-Ä°stanbul yolculuÄŸu sonrasında Barış/Ãœmit tarafından AÄŸustos ayı hediyesi olarak aldım bu kitabı ve çok mutlu oldum. Kitabın baÅŸlarında ıssız adadaki Robinson Crusoe’nın yaÅŸamını farklı bir açıdan dile getiren Bayan Marçal’ın sözlerinde hem çocukluÄŸumda defalarca okuduÄŸum Robinson’u neden çok sevdiÄŸimi anladım hem de bugünlerde kalabalıkların orta yerinde bile neden “Robinsonca” bir yaÅŸam içinde olduÄŸumu anladım. Bundan ÅŸikayetçi deÄŸilim ve bu benim seçimim. Her neyse biz yine 1964 ün niÅŸanına ve 1965 in düğününe ve her ikisinin de öncül ve ardıllarına dönelim.
Baktılar ki aileler, “bizim oÄŸlan sevdalı“, “bizim kız aşık” haydi bu iÅŸe bir resmiyet katalım ve “istemeye gelsinler / istemeye gidelim” geliÅŸmesi içinde yola revan oldu bizimkiler Tepecik’ten Åžirinyer’e doÄŸru. Bu yola çıkıştan önce “C Serisi”nde ataerkil de olsa yapı “bir bilene danışma geleneÄŸi” vardı ve bir bilen de rahmetli Mustafa Öztunç idi; nam-ı diÄŸer “Saatçı Mustafa” ya da “Mustafa Somavî” ki kısaca biz “O”na “Efendi” derdik. Mekanı cennet olsun. OÄŸlu Osman yakın arkadaşım olmasına raÄŸmen geçmiÅŸe dönük baÄŸlarımızın nasıl geliÅŸtiÄŸini bilmiyorum. En eskisinden anımsadığım Soma’da ellili yıllarda büyük halamın bağında, baÄŸ damının (evinin) yüksekçe kerevitinde gecenin bir vaktinde el yazması mektupların gaz lambası ışığında okunduÄŸu gecelerdi. Bunlar daha sonra Ä°zmir’de Kapılar’daki bahçeli bir evin “ÅŸakÅŸuka aşı” ile renklendiÄŸi sofralarda, Keçeciler Caddesi’nde aile evindeki terlik imalatı sırasındaki sohbetlerde ve en son Kahramanlar’da sürmüş ise de benim pek ilgimi çekmedi bu sohbetler. Ara sıra belli belirsiz bir baskı ile bu sohbetlerde yer almışsam da evimizde ne ÅŸeriat sertliÄŸinde, ne de tarikat baÄŸlılığında dinsel iliÅŸkiler hiç yer almadı. Gönül baÄŸlarımız ve minnet duygularımız her zaman ağır bastı. Hâlâ da öyle. Ne kısıtlı geçim kaynaklarında bir lokmasını paylaÅŸarak bizi aynı çatı altında buluÅŸturup, kol kanat geren ebeveynlerimize olan mihneti ne de “Y KuÅŸağımız” için kritik karar anlarında tercihlerini bizim için kullanan örneÄŸin MG gibi dostların yaptıkları için duyduÄŸumuz minneti hiç unutmadık. Yine de rahmetli annem bir tarikat ehli idi ve bunu “hoÅŸgörü” ile somutlaÅŸtırırdı. Hiç bir hırsı olmadı. ÖrneÄŸin NezuÅŸ’un ısrarı ile babam emekli ikramiyesinin bir bölümünü Pamukbank’a annemin adına yatırmış ise de sonraki davranışları ve bu paranın akıbetini daha sonra öykülendiririm. Yine zaman içinde gidip geliyorum ve odağı yitirme tehlikesi yaşıyorum.
Kız istemek için yola çıkmadan birkaç gün önce Efendi, NezuÅŸ’un yüzüne, gözlerine baktı ve “Evet kızımız bizim Mustafa’ya göreymiÅŸ” diyerek onaylamıştı. Rahmetli amcam da evlilik sonrası Soma’dan Ä°zmir’e kutlamaya geldiÄŸinde NezuÅŸ’un elini tutup ışığın altına götürüp yüzüne bakmış “kızımız güzelmiÅŸ” demiÅŸti. Bunca onaydan sonra babamın hiç bir karşı çıkışı olmadan ve adeta gururla koltukları kabararak Åžirinyer’e gittiler. Her ÅŸey olumlu geliÅŸti ve bugünlere geldik. Ne bu kadar kısa kesmek doÄŸru ne de her ÅŸey güllük gülistanlık idi ve hep keyifli geçti süreç demek doÄŸru… ÖrneÄŸin söz aÅŸamasında kız tarafı “nikah isteriz” dediÄŸinde (haksız sayılmazlar beÅŸ yıllık bir flört yaÅŸanmışlığında geliÅŸmiÅŸ bir iliÅŸki var ortada), babam hemen razı olurken rahmetli ablam “Sami (eniÅŸtem) istemez; yoksa beni boÅŸar” dediÄŸinde babamın yaptığı hareket bizim beraberliÄŸimizin tarihine damga vurmuÅŸtur. Babam hemen yerinden kalkar ve kapının oraya gidip bir çift erkek ayakkabısı alıp herkesin olduÄŸu yere gelir ve “ben onu bir tek bu ayakkabısı ile damat aldım; kapının önüne koyarım, yolu açık olsun” der. Rahmetli babam kara gözlüydü ama bu denli “gözü kara” olup sözünü sakınmadığını bilmezdim. Çıktığı yoldaki güçlü kararlılığı bu kadar yüksekmiÅŸ babamın.
Hangisi doÄŸruydu; “ceretis paribus” mu yani “diÄŸer tüm koÅŸulları sabit tutup benim için sadece ve sadece ders çalışmak ve baÅŸarmak” mıydı bu kararın sonrasında yapmam gerekenler; yoksa “mutantis mutandis” yani “bir deÄŸiÅŸkenin deÄŸiÅŸmesi (evlilik ve buna göre zaman kullanımı) herÅŸeyi mi deÄŸiÅŸtiriyordu” ? ÖrneÄŸin iflas eÅŸiÄŸindeki bir bakkalın oÄŸlu olarak MaktaÅŸ‘ın aylık 250TL lık karşılıksız bursu ile tüm evlilik hazırlıklarına katkıda bulunmak ve “ilk dönemeç”i böylesi keskin bir virajla dönmek deÄŸil miydi her ÅŸeyi etkileyen deÄŸiÅŸken !
Dönemeçler; Kritik Karar Anları (KKA)
Blogumda daha önce bir seri ÅŸeklinde “dönemeçler“den söz etmiÅŸtim. “Son Dönemeç“i 10.01.2021 de yazmışım; bugünden bilinmez yarınların kritik karar anları için (https://www.copcu.com/2021/01/10/yasam-bufesinde-son-donemec/). Dört yıl önce 07.02.2018 de “Dönemeçler 1” baÅŸlıklı yazımda Enstitüden özel sektöre geçiÅŸ kararı veriÅŸime deÄŸinmiÅŸim. Aslında ilk dönemeç 19.09.1965 de talebeyken evlenme kararı verdiÄŸim andır. NezuÅŸ’un sevgisi, annemin desteÄŸi ve benim sonuna kadar sabır gücüm olmasaydı bugün kimbilir nerelere savrulmuÅŸ olurduk. Bir kez daha “Dönemeçler“imi açıklarsam:
1.Dönemeç 1: 19.09.1965 Talebeyken evlenmek;
2.Dönemeç 2: 30.09.1970 Enstitüye sürpriz tayin
3.Dönemeç 3: 01.05.1985 Özel sektöre geçiş
4.Dönemeç 4: ……………(Son dönemeç): Bekliyorum hayırlısıyla ve “istekli deÄŸilim; yetkin deÄŸilim ve hazırım”
Tekrar konuya döneyim; bu sürecin, ENKÄ°NÄ° 03 ün pekçok anısı var deÄŸiÅŸme sürecini ÅŸekillendiren ve 19.09.1965 de gerçekleÅŸen düğün ile bu evreyi ÅŸeklen kapatmama karşı ardılları çok daha önemliydi. Koca ve baba olarak (05.07.1966) fakültenin sınıflarını hep birinciliklerle sürdürüp baÅŸarıyla bitirmenin bedeli hem Musto Dede için hem de evde Bayan Marçal’ın sözünü ettiÄŸi “kadının görünmeyen eli” ile evliliÄŸi ustalıkları yürütüp geliÅŸtiren, perçinleyen NezuÅŸ için “sıkıntıların orta yerinde mutlu olmayı” becermekle ödenmiÅŸtir. Yoldaki engeller olmasaydı, bizde o engelleri aÅŸacak beceri mücadele gücü ile geliÅŸmeseydi bugünleri hayal bile edemezdik. Daha ne ister insan; binlerce şükür.
Hani ÅŸimdilerde çok moda; erkek diz çöker ve tek taÅŸ yüzüğü uzatıp “benimle evlenir misin ?” der ya biz (ya da ben) öyle ÅŸeyler bilmiyorduk. HoÅŸ bilseydik de diz çöktüğümüzde elimizdeki yüzük olsa olsa “Erzurum (Oltu) Taşı” olurdu o günlerde. BeÅŸ yıllık flörtün hiç bir anı olmadı ki o anı yaÅŸamaktan öte yarınların hayalleri baskın olsun. Sadece Bahri Baba Parkı‘nın yamacına oturmuÅŸ iki çiftten -ki erkekleri mavi keten pantalon ve kırmızı orlon tişört ile uniform-biri “On iki çocuk isterim” derken altı yıl sonra Erzurum’da ikinci çocuktan sonra pes edecekti. Haklıydı. Hele bir de tercih akademik iÅŸ yaÅŸamı olup da Giessen’de kısıtlı koÅŸullarda doktora çalışmasını tamamlamaya çalışırken kimbilir hangi sıkıntıları yaÅŸamıştı rahmetli Latif ve Ziyneti. Mekanları cennet olsun. Bir kez daha özlemle ve rahmetle anıyorum.
Söz ve niÅŸan ve sonrasında verdiÄŸimiz bir söz vardı: “Biz beÅŸ yıl mezun oluncaya kadar bekleriz”. Heyhat (ve şükür ki) ! Ertesi yıl (on yedi ay sonra) evlendik. Bunu hızlandıran MaktaÅŸ Bursu oldu. Bizde istek çok; babamda beklenti somut ve annem her zaman her tür iliÅŸkiyi destekte bir numara. Rahmetli annem NezuÅŸ’un hem arkadaşı, hem önderi hem de ustası oldu.
Bu kadar yetsin. Bu ana bölümlere dikkat edilirse ENKİNİ 01.01, ENKİNİ 02.01 ve ENKİNİ 03.01 gibi alt numaralar verdim. Blog yazısı çapını aşmasın diye burada kesip örneğin ENKİNİ 03.02 gibi bir başka yazımda ekli videodaki diğer slaytların anılarını da öykülendiririm.
Sözün özü; talebeyken evlendik. CesurmuÅŸuz. Kerem de kırk yıl sonra talebeyken evlendi ve hatta uzayan fakülte yıllarının son gününde baba olarak mezun oldu. KoÅŸullarımız çok farklıydı. Åžu ana kadar binlerce şükür ki “CopculaÅŸtırdıklarımız“ın hepsinde evliliÄŸin kutsallığını aile içi ve çevresiyle sevgiyi artırarak sürdürdük ve umuyoruz ki “Z KuÅŸağımız” için de bu güzellikler rehber olur, örnek olur ve gözümüz arkada kalmaz. Niyetin safiyeti önemli ve biz hep böyleyiz.
Yolunuz açık ve aydınlık olsun.
Öykücü