“…Hoca eşeğine odun yüklemiş ve pazara satmaya gitmiş. Bir terzi dükkanının önünden geçerken, terzi seslenmiş “Hoca, eşekte ne taşıyorsun ?” Hoca “Odun” deyince terzi “Ben sana kodum” demiş. Hocanın canı sıkılmış ama sesini çıkarmadan yoluna devam etmiş. Akşam üzeri odunları satıp aynı terzinin önünden geçerken terzinin kumaş biçmekte olduğunu görmüş ve sormuş: “Terzi elindeki ne ?“. Terzi “Makas” demiş. Hoca “Ben sana kodum” demiş. Terzi “Uymadı ki...” deyince hoca “Uysa da kodum, uymasa da kodum” diyerek yoluna devam etmiş. Şimdi bay Atilla “Seksen dört milyonu kobay yaptınız. Makas değiştirdiniz ve üç yüz yıllık ekonomi prensiplerini “ekonomi uzmanı” olarak yok sayıp yeşili başı boş bırakıyorsunuz; bu yaptığınız akla mantığa aykırı, olmaz, uymaz…” diye sesini yükselterek uyarsa da asrın lideri “uysa da koyuyorum, uymasa da...” diye dediğim dedik, çaldığım düdük diyerek yoluna devam ediyor. Nereye kadar ?…”
Onaltı yıl önce Urla’da (01.04.2005) “Üçüncü Copculaşma”nın arifesinde biz dördümüz (MMÜE) çocuklar gibi şendik ve ortak paydamızda İzmir Atatürk Liseli olmak vardı ve bugün ülkemde Atilla Beyin dediği gibi akla ziyan teorilerin deneme tahtasındayız
Merhaba
Yazıma önce “Ekonomi Kitabı” başlığı atsam da Bay Atilla’yı dinleyince “Makas” daha çok hoşuma gitti (uysa da uymasa da). Bugün ailemizin erkek hekimi Malta yolcusu ve ortalık fırtınadan yıkılıyor. Yolu açık ve aydınlık olsun ve geçen hafta Amerika derken bunca yoğun dış ilişkilere verilen emek, Kerem’in panelde dediği gibi keyifli yemeklere dönüşsün (ve bu yazıyı yazmaya çalışırken sevgili Eray İstanbul’a uçamıyor; fırtınanın dinmesini Adnan Menderes’te bekliyor…Allah ağız tadıyla bir yemeğin de bedeli kimi zaman çok fazla). Eray İzmir’den çıkamadı. Fırtınadan uçaklar uçamadı. Çatılar uçtu ve dört kişi öldü. Eray bu fırtınaya havada yakalansaydı mazallah… Her işte bir hayır olduğuna bir kez daha şükranla inanmak gerek de ülkemde “Yeni Makas“tan gerçekten de bir hayır çıkacak mı ? Dün (28.11.2021) Sözcü’deki Atilla beyin sözlerine bakıyorum da…
“…Ekonomist Atilla Yeşilada, Youtube kanalında ülkeyi yönetenlerin ortaya koyduğu ekonomi kuramlarının her birinin 300 yıllık ekonomi külliyatına aykırı olduğunu belirterek, bunların hepsinin teker teker vatandaşa anlatılması gerektiğini söyledi. Yeşilada, “Bir insanın bir gecede uydurduğu bir teoriyi 85 milyon insan üzerinde bir deney olarak uygulamasını biz mantıklı bir şekilde yorumlamaya çalışıyoruz. 300 yıllık bir ekonomi külliyatı var. Bunları referans almadan yeni bir teori uyduramazsınız, üstelik bunu halkın üzerinde deniyorsunuz” dedi.
“Akıllara durgunluk veren bir deneyin ortasındayız ve bu deney ekonomik kurtuluş savaşı olarak lanse ediliyor” ifadelerini kullanan Yeşilada, enflasyonun yükselmesini göze alarak kuru başıboş bırakan ekonomi yönetiminin, “İhracatta rekabet gücü kazanazacağız, mal ve hizmetleri Çin‘e göre daha ucuz kalacak ve dünyaya satacağız, cari fazla üreteceğiz, TL değer kaznacak ve enflasyon düşecek” teorisininin neden gerçekleşmeyeceğini şöyle anlattı:
“Türkiye’de bu niye yürümez çünkü yaptığımız, kullandığımız, yediğimiz, seyrettiğimiz, kokladığımız her şeyde ithal mallar var. TL’nin değerini düşürdüğünüzde ithal malların fiyatı artıyor ve rekabet avantajı kazanmasına engel oluyor. Peki, TL değer kaybediyor bizim Avrupa’ya ihracatımız artar mı? Siz üreticinize elektrik ve doğalgaza daha geçen ay yüzde 50 zam yaptınız. Yılbaşında asgari ücrete en az yüzde 30 zam yapacaksınız. Hem girdi hem emek maliyetleri artıyor. Birim maliyetleri en az ihracat fiyatları kadar hızlı yükseliyor hatta daha da hızlı yükselecek.”
Enflasyonun gözden çıkarıldığını anlatan Atilla Yeşilada, iş dünyasında da sıkıntıların büyüdüğünü ifade etti. Yeşilada, “Bugünlerde iş dünyasından gelen bir çığlık var. ‘Hammadde bulamıyoruz, fiyatlarımız satılamayacak düzeye yükseldi’ diyorlar. Zaten mal satıp para kazanamıyorlar ki” dedi.
Ucuz iş gücüne de değinen Yeşilada, emeğin önemli olduğunu ve bu şartları kabul etmeyeceğini vurgulayarak, “Ücretleri düşürürseniz sizin için çalışmaktan vazgeçer, gider karaborsada çalışır, köyüne döner ama size üretim yapmaz” ifadelerini kullandı.
Aksakallı, uysal, uzlaşmacı, güçlendirilmiş parlementer sistemine dönülemezse bile cumbaba olma haklarının bir kısmını parlementoya devretmeye hazır, hemen yapılması gereken güven kazanma tutumunda kabul görebilecek Kemal Amca gibi…
Atilla Beyin özetlediği ekonomi kuramlarını Copcugillere ait görüntüler üstünde “dipnot” olarak yazımın sonunda paylaşmak istiyorum. Bu durumda son slaytta dediğim gibi “bindik alamete gidiyoz kıyamete“. Aksi için hiç olasılık yok mu ? Yumurtadan civciv yerine kuş çıkar mı ? Olmayacak duaya amin diyenler muradına erer mi ? Bay Yeşilada’nın tanımıyla “Zihinsel Engelliler İçin, Zihinsel Engelliler Tarafından Hazırlanmış” kuramlar bilinenleri bir yerinden, belinden kırar mı ? Bir mucize olursa Davos’tan sonra “Seninle Bir Dakika“cı gerçekten de Nobel Ekonomi Ödülüne layık “Asrın Lideri” olur mu ? Aman Allahım ! Bu bir rüya mı ?… Şarkılar seni söyler, dillerde nağme adın…
“…Şey, olmaz böyle şey, olmaz böyle şey, olmaz böyle / Şey, olmaz böyle şey, olmaz böyle şey, olmaz böyle… / Olmaz böyle şey, yoksa rüya mı / Tam mutlu oldum derken / Yıktın bütün dünyamı…/ Kendi derdim yeterken bir de sen dert oldun başıma / Dilerim ki en sonunda sen de pişman olursun / Ettiğin bunca ezayı başkasından bulursun / Az mı çektirdin yıllarca bana? / Bir gün gelir başkası çektirir sana / Sen de ağlarsın, sen de inlersin…“ Gezi olayları sırasında Ayşe Arman’ın birkaç küçük sözcüğü vardı ki ömre bedel: “…Tomalar bekleyecek mezarının başında tükürmesinler diye…”
Rahmetli babam derdi ki “Söylenecek söz çok ama çekilecek cereme yok !” Şimdi “cereme”yi anlamaya çalışıyorum. Arapça suç ve günah demek olan ceremenin “cereme çekmek” şeklinin anlamı tam bu güne uymakta bence:
“…Ceremesini çekmek bir deyimdir. Anlamı ise başkası tarafından gerçekleştirilen hataların bedelini ödemektir. Bir diğer anlamı da başkasının farkında olmadan ya da umursamadan yaptığı hatalar için üzüntü duymak, endişe etmektir…” Sen, ben, bizim oğlan; biz bir köyde kırk kişiyiz, birbirimizi biliriz. Bizimkisi birkaç kez “Rabbim bizi affetsin (kul hakkının affını Rab’den isteme, benden iste ve bak bakalım bize seninle “helalleşecek miyiz ?”) aldandık” desen de bunun “farkında olmamak” değil “umursamamak” olduğu daha kuvvetle olası…
Görelim Mevlam neyler, neylerse güzel eyler…
Öykücü