Yaşam Büfesinde “Neden-Sonuç”

“…Nedenler genellikle, olgulardan daha sistemik, daha geniş ve daha belirsizdir. Neden sonuç zincirindeki faktörler kendi enerji kaynaklarına sahip olup bu enerjiyi ürettikleri için önceden belirlenen bir şekilde tepki göstermezler ve sistemi daha karmaşık hale getirirler. Bir topa vurduğunuzda tekme gücü ve açıyı hesaplayarak muhtemelen nerede duracağını tahmin edebilirsiniz. Fakat aynı açı ve güçle herhangi bi köpeği tekmelediğinizde, onun da kendine ait bir enerjisi olduğundan, tam olarak nerede duracağını belirlemek çok daha zor olacaktır…”

Netdirekt-Misyon; S**o için misyon arayışı; ABG Misyonunu buldu: Markanız (siz) ne söz veriyor ?

Merhaba

Robert Dilts’in “Dil İllüzyonları” isimli kitabında Gregory Bateson’a atfen verdiği bir örnekle yazıma başladım. Ancak örnekleme amacı bir düşünceyi daha iyi açıklamak olsa da “köpeği tekmelemek” sözlerinden yazarken rahatsız oldum. Yazık değil mi köpeğe ? Hiç köpek tekmelenir mi ? sessiz sözcükleri yükseldi aklımda. Yetmedi. Aynı anda tekme atan köpeğe döndü zihnimden yüreğime inen sözler. Soma canlandı gözümde. Saraylı yalakanın insana atılan tekmesiyle irkildi yüreğim. Sessiz çığlıkların çaresizliğinde yine “unutmak” bir haslet midir; yoksa gerçekten de insanoğlunun bir hastalığı mıdır ? ikilemine kapıldım (hafıza-ı beşer nisyan ile malûldur). Ya unutamasaydım ? Ne zaman cümlem “ya…” diye başlasa sözlerim, Vehbi’nin Rücu Şiirlerinde olduğu gibi “Uludağ’da karlı bir gecede sıcacık odasında rakısıyla, buz gibi birasıyla, olmazsa henüz donmamış karlarda kayacak skisiyle, şükrederek kendini avutan adamı anımsarım”. Bunu da fıkra listesine eklemek gerek.

Neden hemen hergün yazıyorum; yazmaya çalışıyorum. Bu telaş niye ? Sanki “tabakhaneye b*k yetiştiricem”. İşte tam bu cümlede düşünceye dalıyorum yine. Bu deyimi Yaşar Kemal‘in bir kitabından anımsıyorum. Sanırım “İnce Memed” idi. Bu deyimin şaka değil gerçek olduğunu o zaman anlamıştım. Meğer deri tabaklamada köpek b*ku gerçekten de kullanılıyormuş. Benim öyle bir telaşım yok ama sanki yazmazsam birşeyler yok olacakmış gibi geliyor bana. Yok olması önemli mi ? Değil. Yazdıklarım okunsa bile sözcüklerin bana anlattığını bir başkası anlayabilir mi ? Sanmıyorum. Çatıda fiziksel olarak artınca anıların, defterlerin, kağıtların, fotoğrafların yükü dijitale taşıdım pek çoğunu. Ve belgeleri yırtıp attım. Sonra da hüzünlendim. Elimde tutmak başka, dijitalde görmek başka. Sanki tılsım, sihir kayboluyor. Sanki kağıda dokununca yazdıklarım yazılanların ötesinde bir anlam yükleyip daha bir fazla mutlu ediyor. Yine dağılmaya başladım.

Yazımın girişindeki alıntıdan amacım “neden-sonuç” sürecindeki beklenti dışı gelişmelerden kendi öykülerime dönebilmek. Sözünü ettiğim kitabı kızım Pınar 13.01.2015 günü Mavişehir D&R’dan alıp bana hediye etmiş. İkinci bir kitap daha varmış o gün hediyesinde: Organizasyon Kültürü. Altı yıl önce, 2015 benim gerçekten MAS’laştığım (Mustafa Artık Serbest) bir yıldı. Sadece “Bilginin zekatını vermek (L4)” amacıyla gerçekten gönüllü olduğum yıllara geçişimin üçüncü yılıydı. Üç yıl öncesine kadar ABG, AS, PL gibi sevdiğim arkadaşlarımın şirketlerinde haftada bir günlük beraberliklerle mesleğimin güncelinden uzak kalmamaya çalışıyordum. Daha sonra 2012 den bu yana “NKM (Netdirektli Koordinatör Mustafa)” olarak meccanen ve mutlu olarak gençlerle birlikteyim. Gerçekten de haz alıyorum. Hele bir de gençlerin “Mustafa Amca”ya inançları yok mu ! Mest ediyor. SSTC(*) bazlı önerilerime harfiyen uyuyorlar. Markamızın ne vadettiğini ne zaman, nerede sorsam aynı misyon inancıyla tam ve doğru yanıtı veriyorlar. Bu da bana Kerem’in paneldeki sözlerini hatırlatıyor. Emeğimin boşa gitmediğin görmek hoşuma gidiyor. Her neyse ben yine “Neden-Sonuç” bağlamına döneyim.

Yazımın ilk paragrafında Uludağ’daki otel odasına tek başına oturan ve sıcacık odadaki son buz gibi biraya bakan adamla “Dil İllüzyonları” kitabının 111 nci sayfasındaki “Bira almak isteyen bizim adam ve satıcının soru sorma becerisi” nasıl bir rastgelişle buluşuveriyor. Kuşkusuz bu kabul kapısını açan 1987 den beri iş ve özel yaşamımda etkili olan “SSTC” nin zihnime yerleştirdiği paradigma (çerçeve) oluyor. SSTC ve öğretileri Hiç aklımdan çıkmıyor ki !

Robert Beyin “Kriter Hiyerarşisi” başlığı altında örneklediği diyalog, Uludağ’daki adamın bira almak için gittiği markette gerçekleşmektedir. Bizim adamın aslında şükrettiği rakı da vardır odasında. Bizim adam şarabı sevmemektedir. Aslında elindeki buz gibi biraya bakınca “Dışarıya kaymak için çıkmazsam bu bira bana bu gece yetmez” diye düşünüp markete doğru gider. Yollardaki kar henüz donmamıştır; şimdilik Uludağ karı donsuzdur. “Uludağ’da donsuz karı görmek ne güzel !” diye keyiflenerek marketten içeri girer. Kılık kıyafetinden ve ilk cümlesinin “size nasıl yardımcı olabilirim ?” deyişindeki sevimlilik ve ciddiyet karışımı yaklaşımından etkilenen bizim adam satıcının yanındaki bira rafına yaklaşır. Bakın diyalog nasıl gelişir ve bu konuşmanın kritik anlarına Bay Dilts hangi dipnotları düşer (RD > Kriter belirler) ve ben SSTC açısından soruları nasıl sınıflandırıyorum (S:Satıcı; M: Müşteri (bizim adam); Sorular: Kapalı uçlu “KU” ve Açık uçlu “AU”; Markalar benim uydurmamdır.):

S: Genellikle hangi birayı tercih ediyorsunuz ? (AU);

M: Genellikle Efes içerim.

S: Neden Efes ? (AU; Ben genel olarak “neden” sorusunun doğru kullanılmaması korkusu yaşarım ve bu soruyla müşteri savunmaya çekilirse acemi satıcının sonraki adımından endişe ederim).

M: Çünkü her zaman aldığım bira bu ve sanırım alıştım (RD; Kriter 1: Alışkanlık)

S: Evet, anladığım kadarıyla alışkanlık sizin için önemli (MC: Müşteriyi dinlediğini ve onu önemsediğini gösteriyor ve konuyu odaklamaya, dağıtmamaya çalışıyor. > Alinin papağanı; “Aferin Ali’ye…” ve daha sonra “başımı bile kessen Ali…“) Bugüne kadar hiç başka bir marka denediğiniz oldu mu ? (KU; RD: Karşıt örnek bulma)

M: Elbette, bazen

S: Alışık olmamanıza rağmen bunu alma kararınızı etkileyen şey neydi ? (AU; RD: Karşıt örnekle ilgili bir üst kriteri ortaya çıkarmaya çalışıyor)

M: Ucuzluk. Bazen diğer markalar ciddi derecede fiyat indiriyorlar (RD: Kriter 2: Para tasarrufu)

S: Para tasarrufu bazen önemli olsa da, acaba şimdiye kadar hiç, hem indirime girmemiş hem de alışık olmadığınız başka marka bira satın aldınız mı ? (AU; RD: Bir sonraki karşıt örneği bulma girişimi);

M: Evet. Bir keresinde taşınmamda bana yardımcı olan arkadaşlarıma ikram etmek için almıştım (RD; Kriter 3: Şükran duygusunu göstermek)

S: Değer verdiğiniz arkadaşlarınıza müteşekkir olduğunuzu göstermek iyi bir şey elbette. Ancak merak ettiğim bir şey var ki, acaba hem alışık olmadığınız hem de ucuz olmayan ve birilerine de ikram etmek gibi bir zorunluluğun olmadığı durumlarda sizi başka bir bira almaya motive eden şey ne olabilir ? (AU; RD: Bir sonraki karşıt örneği bulma çabası)

M: Tabii canım ben o kadar da cimri biri değilim. İşten birileriyle çıktığımda pahalı bira ısmarladığım zamanlar oldu (RD: Kriter 4: Diğer kişileri etkilemek)

S: Sanırım bira almakla ilgili öncelikleriniz konusunda birçok şeye değindik. Merak ettiğim tek bir şey kaldı. Tüm bunlar dışında pahalı bir birayı hangi koşulda alırdınız ? (AU; RD: Bir sonraki karşıt örnek arayışı)

M: Sanırım zor bir işi başarıyla halledip kendimi ödüllendirmek istediğim zaman (RD: Kriter 5: Kendini ödüllendirme).

Bay Dilts’in bu örneğinde usta satıcı aslında müşterinin “Satın Alma Dürtüsünü” bulmaya çalışıyordu. Neredeyse Dr.Stronk‘un 1926 da ortaya koyduğu altı dürtünün hemen hepsini sorguladı. Bu işi çok da güzel yaptı. Ve bu dürtülerden hangisinin baskın olduğunu saptadı. Onu kullandı. Sipariş sordu. Ve bizim adam elinde bir set buz gibi bira ile oteline döndü.

Ve bizim adam elinde altılı buz gibi Becks bira ile sıcacık odasına mutlu, mesut, bahtiyar, döndü. Bu kez tersini yaptı. Birayı rakı ile cilaladı. Biraları mini buzdolabına koydu ve kadehteki rakısına şükürle bakıp “Ya rakım olmasaydı !” diye düşünerek Bergama Tulumu ile bir yudum Göbek yuvarladı. “Yağ gibi geçti !” dedi kendi kendine ve keyifle hâla donsuz olan Uludağ’ın karında kaymak için skisini alıp tepelere doğru ilerledi yarı serhoş vaziyette. O sırada yanından geçen iki turist bizim adama bakarak kendi aralarında konuşuyorlardı : Kaymak için Uludağ’a geldik ve (We came to Uludağ to ski and …) Kaymaktan hoşlandığına sevindim ama sadece bu bana göre değil (I’m glad you enjoy skiing, but I guess it’s just not my cup of tea)”

Ve şimdi kitabın ilk kapağındaki not ile kitabın içine her nasılsa girmiş olan bir gazete köşe yazısına da değinip sözcüklerimi bitireyim:

13.01.2015 Mavişehir; Barış dün gece ateşlendi. Bugün MedikalPark > İlaç > Rapor > Bay Döner ve PC> MC iki kitap

Ve 24.10.2006 Ercan Kumcu’nun köşe yazısı “İktisatta Nobel Ödülü (2)“na ait gazete sayfasını kesip kitabın arasına koymuşum. Kitapla gazete yazısı arasında dokuz yıllık bir zaman farkı varken nasıl olmuş da buluşmuşlar ? Ben neden böyle bir beraberlik yaratmışım ? Muhtemelen yazıyı uzun süre hazmedememişim ve elimden düşmemiş… Sanki bu yazıyı zihnime kazımaya çalışırken “Kitap Ayıracı” gibi kullanagelmişim. Şimdi de yazıyı okuyunca 15 yıl sonra aynı eleştirel görüşlerimi sürdürüyorum. Bay Kumcu’nun kariyerine bakınca “Baskın Bankacılar” olarak daha baştan ön yargılı ve hatta art niyetli olduğunu (olduklarını) düşünüyorum. Belki de bundan dolayıdır ki bu yazıdan yıllar sonra “Mikrokredinin MucidiProf.Yunus ile “Yalın Ayaklar Koleji’nin ve Güneş Ninelerinin Mucidi” Bunker Roy birlikte ülkemize gelip de bir teklifte bulunduklarında Kumcu ve benzerlerinin algısı nedeniyle teklif kabul edilmemişti. Kabul edilmiş olsaydı eğer özellikle Doğu ve Güneydoğu’nun okuma yazma bilmeyen yaşlı nineleri köylerinin “Güneş Enerjisi Kurulum Mühendisleri” olacaktı. Kurulup gelişmekte olan köylüyü imamın elinden kurtarıp da öğretmenle aydınlıklara taşımakta olan Köy Enstitülerini kapatan zihniyet Kumcu’nun konumundaki bankacılığın aşılmaz baskısı ile ne Mikrokrediye ne de Güneş Ninelerine geçiş izni vermedi. Köstekledi. Engelledi. Önce Kumcu’nun 15 yıl önceki köşe yazısına 2006 da yazdığım notları paylaşacağım. Bir yıl önce “MAS5 Mükemmeli Arayış Sempozyumu: Kelebek Etkisi” ni bir hafta soluksuz izlediğimde Muhammet Yunus’la altmışlı yıllarda ABD de aynı odayı paylaşan Bay…. (ismi anımsayamadım. Çatıya çıkmaya da pek gücüm yol yine bugün) Mikrokredi Öyküsünü anlatırken ben salonda ağlıyordum. Bu konuya “Türkiye İsrafı Önleme Vakfı (Prof.Aziz Akgül)” adına her şeye rağmen Diyarbakır’da uygulamaya çalışan; başarıyla yol alan; aynı Bengladeş’te olduğu gibi mikrokredilerin geri dönüş oranlarının %99 dan fazla olduğunu belirten Prof. Akgül‘ün siyasi gücü (sanırım AKP liydi) bile bu girişimi sürdürmeye yetmedi bankaların etkisiyle. Bu girişim başarılı olunca bankalar sanki destek olur gibi işin içine “Aferin” diyerek girdiler. Daha sonra Prof.Yunus’u bile suçlu çıkarıp 20$ dan 4 milyar $ a çıkan potansiyelin bitmesini sağladılar. Hem de karşı çıkarak değil yandaş olarak. Şimdi, bugün bay Kumcu’nun kariyerine bakıyorum da 2006 yılında yazısında hoşuma gitmeyenlerin ne kadar sıradan olduğunu anlıyorum. Fazla uzadı. Sadede geleyim ve yazımı bitireyim. Notlarımı aynen aktarıorum:

Zürich yolunda algım (~-: Avrupa Ülkeleri IKMüdürlerinin toplantısına davetliyim organizatör Bayan Zola tarafından. Aslında ülkemin IK müdürü değilim; olmaya da niyetim yok. Bohçamı toplamışım ve haklarımı alarak veda etmeyi bekliyorum. Veda günü gelsin ve arta kalmış olan yasal haklarımı da alıp helalleşerek, kapıyı sert kapamadan ayrılayım ve MAS’laşayım). EK’a yakıştırmadım (EK: Ercan Kumcu). Neden ? 1. Hafif geldi (yüzeysel, sığ); 2.Önyargılı buldum; 3.Güncel değil (hangi planlı adımların atılmakta olduğunu bilmediğim için sadece benim için güncel değilmiş meğer). Bankalar bakış açılı. MAS5 de kayıt dışılık eleştirisini anımsadım (Sempozyumda salonun arka sıralarından bir ses yükseldi: “Biz Buldan bezcileri vergimizi verip üretim yapıyoruz. Sizin savunduğunuz bu kredilerle her kadın evinde tezgah kurup üretim yaparsa kayıt dışılık olur. Bize de yazık olur” mealinde çıkmıştı yüksek ses). Sosyal boyuta değinmemiş. Buruldum…”

Kırmızılar şimdi eklediğim açıklamalar bugüne ait. Morlar ise Zürich yolunda bir başka kitabın içindeki bu köşe yazısı üstüne yazdıklarım.

Sözün özü; “Neden ve Sonuç” arasındaki bağı, süreci anlatabilmek için yazımda iki örnek kullandım. Birine “Uludağ’da donsuz karı gören…” adamın ayıplı tekerlemesini açıkca yazamadığım için “Bira” ve “Satıcı-Müşteri” diyalogunu bizim adamla süslemeye çalıştım. Bu örnekte SSTC Öğrenme ve Ustalık Yolculuklarının önemli iki pasajına vurgu yapmaya çalıştım: “Müşterinin Satın Alma Dürtüsünü Bulmak” için soru sormadaki “Kritter Hiyerarşisi”; diğeri de ellili yılların başlarında Köy Enstitüleri nasıl kapatılmışsa; Nobel Ödülü verilmesini bile eleştirip Mikrokredi konusunu kaynağında kurutmak isteyen ve bunu başaran zihniyetin bugün de aynen sürdüğünü anlatabilmeye gayret ettim. Köpeğe tekme atılır mı ? yargısı ile örneği yadırgayabilecek olanlara Soma’da atılan tekmeyi anımsatmak istedim. Ruhum “Dont’t fuck my mind !” diye isyan ederken dün “Ananı da al git !” diyebilen bir otorite zihniyeti bugün önce “Fahiş Fiyat” deyip ertesi gün “Fiyatlar makul” diyebiliyorsa ötesi hikaye… Köy Enstitüleri, Mikrokredi ya da Güneş Nineleri ile beşli çetenin, milletin orasına burasına koymaktan utanmayanların tekerine çomak sokulmasını engelleyecektir bu zihniyet kuşkusuz. Bu gidişle “Asiye nasıl kurtulur ?” gerçekten bilmiyorum. Biri Başbakanlığa talip, diğeri bir yılda yurt sorununu çözmezsem adam değilim diyen ama bunu yapacak hiç bir projeyi ortaya koyamayan (belki de saraylılar çalmasın diye özellikle yapıyordur: benimkisi züğürt tesellisi) “Bay ve Bayan İkilisi ve Arkadaşlarıyla” o gün geldiğinde de bindiğimiz alametin bizi kıyametten öteye götürmeyeceğine inanıyorum. Teselli kâr etmiyor.

Sağlık ve esenlik içinde aydınlık yarınlarda koronasız günlerde huzurlu ve keyifli bir güz ve kış diliyorum.

Öykücü


(*) SSTC : Selling Skills Training Course (1987: Sales Force > Satış Gücü: Satış Becerilerini Geliştirme Eğitimi) > Self Style by Trained Competence (2009 > Eğitilmiş Yetkinlikle Kazanılmış Özgün Beceriler)