“…”Ben, sizin bildiğiniz bitlerden değilim” dedi ormandaki yangından ilk çıkmaya çalışan bit, ormanın kralı aslana…;
Merhaba
Defalarca yazdım yeri gelince, dayanamadığım bir dürtünün mahkumu olunca. Bu HANS da sizin bildiğiniz Hans’lardan değil. Bu bizim “(1) Yoksunu HANS” yerli ve milli. Aslında ne Türk, ne Kürt, ne Laz ne Çerkez hiçbir ırka ait değil. Bildiğiniz gibi değil. Nerde doğmuş, nerde büyümüş, nerde bunca “(1) Yoksunluğuna” sahip olmuş kimse bilmiyor; bilmek de istemiyor. Sadece nasıl kurtuluruz diye kara kara düşünen bir grup karşısında HANSlıktan beslenen daha büyük bir grup haince ellerini ovuşturuyor; göbeğini kaşıyor ve hiç kimseden çekinmiyor. Bizim “(1) Yoksunu” yerli ve milli HANS amip gibi çoğalıyor, deniz anası gibi pislikten besleniyor ve müsilaj gibi her yeri yalan salyalarıyla kaplıyor. Onları gördükçe yazmak bile geçmiyor içimden. Çünkü klavyenin her tuşuna bastığımda hem içimdeki kavgaya yoğunlaşmaktan hem de küfretmekten sakınmaya çalışmanın yorgunluğundan yoruluyorum.
Geçen gün ZM68 grubumuzla bir cennet/cehennem tanımı mesajını paylaşıp altına kendi görüşlerimi de ekledim ve devamına da “…Bugün ülkemde bunca Hırsız, Arsız, Nursuz ve Soysuz varken onlar ve onlara küfrederken günaha girenlerden dolayı cennet için promosyon gerekli bence…” diye yazmıştım. Beni bu eklentiye götüren ne olmuştu ? Cennet ve cehennem için çöl sıcağındaki araplardan, kuzeyin buzullarındaki İskandinav ülkesi insanlarına uzanan iki cehennem tanımı vardı paylaşılan mesajda. Buna göre;
*Arap inançlarına göre cehennem haddinden fazla sıcak olan, insanların durmadan azap çektiği bir yerdir. Orada kaynar yiyecek ve içeceklerden başka bir şey yoktur. Neden mi ? Çünkü araplar sıcak bir coğrafyada yaşayan ve sıcaktan eziyet çeken bir topluluktur. O yüzdendir ki onlar için en ızdıraplı yer böylesine sıcak bir yerdir.
* Norveç mitolojisine göre ise cehennem buz gibi soğuk yeraltı dünyasıdır ve oradaki bütün nehirler donmuş haldedir. Neden mi ? Çünkü Norveçliler soğukta yaşayan ve soğukta eziyet çeken bir topluluktur.
* Peki ya cehennem gerçekten neresidir ? Buna en güzel cevabı veren ise Dostoyevski’dir; “Cehennem insanın kalbinde sevginin bittiği yerdir” ve Osho ilave eder “İyi insanlar cennete gider değil, iyi insanlar nereye giderse cennet orası olur”
Peki bugün ülkemde cennet ve cehennem görüntüsü, örüntüsü, oranı ve sakinleri nedir, nasıldır ? Havuza düşen atı çıkarmaya çalışırken havuzun kenarında duran nesne nedir diye bir soran olacak mıdır ? Seksenli yılların sonlarına doğru “hand made > Tailor made ~yerel ve ısmarlama” görsel materyal hazırlıyordum. Hangi araçların evrimini yaşadım görselleri duvara yansıtırken ? Bakalım “Yerli ve Milli HANS” tan, “(1) Yoksunu HANS” tan yola çıkıp da filmi geri sararak tekrar başa bağlantı yapabilecek miyim.
Fakültenin (EÜZF 1963) ilk yılında Zooloji Dersi hocası Prof.Remzi Geldiay, Recep Egemen Anfisi’nde kürsünün arkasında, başı eğik, Kozwig’in kitabından satırları olduğu gibi okuyarak dersi anlatırken duvarda epidiyaskopun yansıttığı “Karınca Duası” gibi yazılar görünürdü. Ne okunabilirdi ne de okumaya gerek vardı. Hiçbir anlamı olmayan görsellerdi. Anfi üç yüz (ya da beş yüz) kişilikti. Fen, Tıp ve Ziraat üç fakülte birden aynı ders görürdük. Profesörün öğrencileri ders anlatırken disipline etme olanağı yoktu. Bu anının anahtar sözcüğü “epidiyaskop”tur. Enstitü yıllarımda bu alete bir de slayt makinası eklendi. Foto atölyemizin rahmetli ve gerçek sanatkar ustası, uzmanı ressam Sadettin Atlıhan ile başlayan görsel hazırlama, mikroskoptan fotoğraf çekme işleri, daha sonra rahmetli Erkan Barbüken ve Tuncel Öncü ile devam etmişti. Bu anının anahtar sözcüğü de “slayt makinası” dır.
Daha sonra özel sektör CINOS günlerim başladı (Mayıs 1985). Önce patates üreticilerinin kurumsal olanlarına daha sonra seçilmiş büyük çiftçilere Basel’dan gönderilen RDM filmini 16 mm lik sinema makinası ile göstermeye başladık. Çok güzel bir filmdi. “ Dayanıklılık Oluşumunu Engelleme Stratejisi”ni anlatan değerli bir görseldi ve filmin ana mesajı “Hepsini isteyen hepsini kaybeder” idi. Sinema makinası Ciba-Farma’nındı ve rahmetli İhsan beyden ödünç almıştık. Böylece epidiyaskoptan, slayt makinası ile sinema makinasına terfi eden görsel kullanmamız sunumlarımızı daha etkili kılmıştı. Bu arada pamuk pazarına yoğunlaşmış olan fide döneminden hasada kadar uzanan süreçteki hemen tüm pamuk zararlılarını kontrol eden “…ron grubu” insektisitlerle bu pazarın lideri olan CIgiller hızla büyüyorlardı. Bunu gören İsviçre merkezi (Basel) pamuk zararlıları ve Etkili Tarımsal Savaşım için özel film kasetleri hazırlamış ve bir de “videotroning” denen bir mini sinema makinası benzeri bir alet göndermişti.
Sanırım 1986 yılıydı. Sevgili A.C.Akın henüz CIgillerden ayrılmamıştı. CIgillerin yeni yapılanan tohum bölümünde mısır melez tohum ıslah ve üretiminin teknik kadrosundaydı. Birlikte köy toplantıları yapıyorduk. Kahvelerde çiftçileri toplayıp videotroning’te pamuk ilaçlarını gösterip ilgi çekiyor ve mısır tohumlarını anlatıp talep yaratmaya çalışıyorduk. Ardından broşür bırakıp yaylı zımbalarla duvarlara poster mıhlıyorduk. Çine’de eşeğin arkasından koşturmamızda hiçbir kötü niyet yoktu. Bir süre sonra asetatlar icat oldu. Bilgisayar ve printer ile bütünleşen asetatlardaki resim ve yazıları güncellemek, yer ve zamana, konu ve kişiye anında uyumlandırmak daha kolay ve daha hızlı oldu. Hele bir de SSTC ile sunum ustası olmuşsanız, “Kuyucu Ali Dayı” nın fotoğrafı ile Alaşehir köylerinde “Aaaa ! Bak Ali dayı” diye sesini yükselten kahve ahalisinin ilgisini isteğe çevirme oranı hızlı arttı. İşte bunu sağlayan da “Tepegöz” idi. Ben “Tepegöz” ismini ilk defa Dede Korkut Masallarındaki bir devin adı olarak duymuştum. Meğer İngilizce adının “overhead” oluşuyla da gerçekten tepegözmüş.
Bizim yerli ve milli HANS ise öylesine “açgöz” ve bir de beşli çetenin hamisinden karnı aç olanlar için “siz doyurun” sözleri ortalıkta çınlamaz mı ! Karnı aç olanları doyurmak zor değil, ancak kutusuyla, kasasıyla, kolundaki saati ve elbise kılıflarıyla gözü doymayan ve bakara makara demekten çekinmeyen açgözlülerin “(1) Yoksunu” avanesini doyurmak ne mümkün ! “Allah gözünü doyursun” sözlerine ait edepsiz fıkra düştü aklıma ve yazamam ki (desem de yazdım; affola)… Sadece bir ipucu vereyim ve bilenler devamını düşünsünler dese de aklım edepsiz ruhum söz dinlemedi.
Yaramaz Ali Rize’de bir sokakta annesinin elinden tutmuş yürüyormuş. Yolun kenarın da ereksiyon halindeki eşeğin malafatını görünce annesine “anne bu ne ?” diye sormuş. Annesi de “hiç oğlum hiç demiş !”. Bunu duyan temel dayanamamış ve “Buna da hiç denir mi ? Allah gözünü doyursun” demiş ve ama bence Temel gerçekten ayıp etmiş. Öyle Temel gibi gerçek bir Karadenizliye yakışmamış bu cevap; belki de Rizelidir de ne yaptığını, ne dediğini, kimi sevip baş üstünde yer verdiğini bilmiyordur.
Her neyse Çine’de arkasından koştuğumuz eşekten Rize’deki eşeğe geldik ve şimdi eşeksiz bir şekilde yola devam edelim. Ormandaki yangın ve bizim yerli ve milli HANS bağlantısını netleştirmeye çalışayım. Bunun için yinelemek istiyorum ki “Bu HANS sizin bildiğiniz Alaman Hans’larından değil.” Bunun için önce bir fıkra ile bir küçük konu yazmalıyım. Böylece hem “sizin bildiğiniz değil” sözünden sizin bilmediğinizi bildiğinizi anlayacaksınız hem de yineleyip geldiğim “(1) Yoksunu” sözünün anlamını kavrayacaksınız. Önce ormandaki yangın.
Ormanda yangın çıkmış. Hayvanlar ormanın çıkış kapısına hücum etmişler. Ortalık karışmış. Birbirlerini ezmeye başlamışlar. Kavga gürültü derken aslanın sesi yükselmiş: “Herkes sıraya geçsin; alfabetik sırayla çıkılacak”. Arı kapının önüne yürümüş. Onun arkasına aslan, at ve ayı geçmiş. Bir de ne görsünler ! Bit en öne geçmiş ve çıkmaya hazırlanmış. “Hop !” demiş aslan “sen bit değil misin ?”. Bit yolun devam edip sakince yanıtlamış: “Evet, bit’im ama sizin bildiğiniz bitlerden değil”.
Tıpkı o bizim bildiğimiz bitlerden olmayan bit gibi burada sözünü ettiğim “Yerli HANS” da sizin bildiğiniz Hans’lardan değil. Bu HANS, “(1) Yoksunu” hırsızların padişahı HANS. Aç gözlü, gözünü toprak bile doyurmayacak olan Hırsız HANS. Bu HANS arsızların önde gideni, “(1) Yoksunu” utanmaz ve ar damarı çatlamış arsız HANS. Bu HANS yüzüne bakıp süngüye davrandığın Nursuzluk fenomeni “(1) Yoksunu” kösele suratlı, gülmeyi ve sevgiyi bilmeyen cehennemin dünyevi temsilcisi HANS. Ve asıl önemlisi bu HANS “(1) Yoksunu” soysuzluğun simgesi, yalan dolanın önde gideni yerli ve milli HANS. Peki nedir bu “(1) Yoksunluğu” ?
Allah hiç kimseyi “(1) Yoksunu” kılmasın !
Sınıf, öğrencilerin gürültü patırtısıyla sallanırken sert görünümle hoca kapıda beliriyor. İçeriye kızgın bir bakış atıp kürüye geçiyor. Tebeşirler tahtaya kocaman (1) rakamı çiziyor. “Bakın” diyor bu “Kişiliktir. Hayatta sahip olabileceğiniz en değerli şey…” Sonra (1) in yanına bir (0) koyuyor. “Bu başarıdır. Başarılı bir kişilik (1) i (10) yapar”. Bir (0) daha. “Bu tecrübedir, (10) iken (100) olursunuz.” Sıfırlar uzayıp gidiyor; yetenek, disiplini sevgi… Eklenen her yeni (0) ın kişiliği 10 kat zenginleştirdiğini anlatıyor hoca… Sonra eline silgiyi alıp en baştaki (1) i siliyor. Geriye bir sürü sıfır kalıyor. Demek ki neymiş ? Kişiliğiniz yoksa, öbürleri hiçtir.
Sözün özü; “(1) Yoksunu Yerli ve Milli HANS” Hır, Ar, Nur ve Soy’dan soyutlanmış kaşarlanmış karaktersizden başka bir şey değildir ve onun aç gözünü toprak bile doyurmayacaktır ve onun olduğu yerde cenneti hayal bile etmek olanaksızdır. Çok şükür ki etki alanımızdaki dostlar ve odağımızdaki C13Plus ile Çeşme’nin sabah sohbetlerinde, bir fincan kahvenin paylaşılan keyifnde HANS’tan aklımızı ve yüreğimizi korumaya alabiliyoruz. Herkese nasip olmayan bu koruma halemizi oluşturan bu güzelliklere şükür ve şükran doluyuz.
Öykücü