Yaşam Büfesinde “Tanrı Görüyor”

“…Başınız sağ olsun. Kimseleri incitmeden ülkesi için hem kendi çocuklarını hem öğrencilerini Atatürkçü, ileri görüşlü, modern insanlar olarak yetiştirmek ve arkandan böyle eserler bırakırken yüreklerde de sıcacık bir gülümseme bırakabilmek herkese nasip olmaz. Güzel bir yerlerde olduğuna eminim; sevdikleri yanındadır inşallah (Özgen Copcu); … cave cave deust videt > beware ! beware ! God is watching > beware ! beware ! Lord sees (Dikkatli olun Tanrı görüyor) / Bosch ; Canım, Güzel Ailem, hepinize çok çok güzel, değerli mesajlarınız için yürekten teşekkür ediyorum. Anne kaybı çok zor gerçekten ama bu beklenen ve de annemiz için de acısız, sıkıntısız bir veda oldu hayata. Allah sevdiklerimize, evlatlarımıza sağlıklar, huzurlu, mutlu ömürler versin. Desteklerinizden, varlıklarınızdan , ailemiz olmanızdan dolayı hepinize minnetlerimi iletiyorum, binlerce şükürler olsun. Hepinizi yürekten kucaklıyorum, çok öpüyorum (Pınar Copcu) …”

Sevgili Nadire hanıma ait video kayıtlarımdan bir pasaj (Bursa: 31.12.2013/Yılbaşı; 17.05.2014/Aslıhan’ın yaş günü ve Pakistanlı Ümit’i özleyiş)

Merhaba

Dün günün başlangıcı son yolculuk (son dönemeç) sinyallerinin iletildiği bir hüzünle başladı. Çok geçmedi ve sevgili Nadire (Yeni) Hanımın vefat haberi geldi. Uzunca bir süredir yaşlanmanın verdiği yaşam fonksiyonlarının adım adım zayıflaması sonucunda doğal bir ölümdü. Yirmili yıllarda Karşıyaka’da başlayan yaşam, Karşıyaka’daki öğretmenlik ve sonrasında evlatlarıyla (Pınar ve Çınar’la, Ümit, Aslıhan ve Barış) dolu dolu geçen emeklilik günleriyle yine Karşıyaka’da sonlanmış oldu. Sevgili Özgen’in taziye mesajında görüldüğü gibi pek çok güzelliği hepimize miras bırakarak aramızdan ayrıldı. Mekanı cennettir mutlaka. Tanrı’dan rahmet diliyorum.

Sevgili Özgen’in mesajıyla (mavi) sevgili Pınar’ın taziyelere verdiği yanıt (yeşil) arasında kalan kırmızılı kısmın burada ne işi var ? diye düşünebilirsiniz. Kısaca açıklayayım.

Bir süredir Prime (Amazon)‘da “Bosch” diye bir polisiye dizi izliyordum. Yedi sene önce ilk sezon çekimi yapılıp yayımlanmış. Bugün altıncı sezonu ile sürüyor. Her sezonda on bölüm var ve gerek sorunun çözümündeki yaklaşımlar, gerek mahkeme safhaları ve gerekse polis, savcı politikacı ilişkilerindeki çıkar ağırlıklı çatışmaların işlenişindeki titizliğe, tutarlılığa ve mantık yanında duygu ağırlıklı sınırları zorlayan yaklaşımlara hayran kaldım. İzlerken zaman zaman karşıma çıkan bilmediklerimi öğrenmek için internette yan dal araştırmalarıyla “bakış açımı” güncelleme şansım da oluyor. Bunu yaparken durup düşünüyorum da neden bizim dizilerin “Bosch” gibi “Goliath” gibi dizilerin tırnağı bile olamıyor. Detektif Harry Bosch rolündeki Titus Welliver‘in seçiminden tutun da her bölümün rejisörü ayrı olmasına rağmen böylesi sürekliliği, tutarlılığı ve ilgiyi yüksek tutan yapıyı nasıl beceriyorlar ? diye düşünmekten kendimi alamıyorum. Bizimkilere gelince; tut kelin perçeminden. Bizimkiler aynı siyasetimizde olduğu gibi saray lüksünü yansıtan evler, arabalar ve kıyafetlerin gölgesinde bağırıp çağırmaktan öte hiç bir mesaj vermiyorlar. Bu yargıya her varışında zihnim bir zamanlar izlediğim “Ekmek Teknesi“ndeki genç aşık delikanlının sözlerini anımsıyor: “Mahsus mu yapıyon lan Jale ?” Bence bu kadar basit bu durumun açıklaması. Böyle başa böyle tıraş; herkes hak ettiğini buluyor. Her neyse !

“Bosch” dizisinin üçüncü sezon ikinci bölümün başlığı “son dört şey” idi. İlk anda bir anlam vermemiştim. Daha sonra konunun akışı 1500 yıllarındaki Hieronymus Bosch isimli bir ressamın tablosuna bağlandı (The Seven Deadly Sins and Last Four Things). Bu tablonun üzerinde yazılı olan Latince “cave cave deust videt” cümlesini görünce diziyi durdurup internetten aramaya başladım. İlk defa “Seven” filminde gördüğüm “Yedi Ölümcül Günah” ile yukarıdaki cümle birlikte karşıma çıktı. Biraz daha ilerleyince romanı (!) da yazılmış olan “Son Dört Şey“in de ne olduğunu öğrendim. Buraya kadar hepsi pek çok kere yaptığım filmlerin “yan ürünleri” olarak belleğimin arşivinde yerini aldı. Farklı olan bir şey vardı ve düşünmeye başladım. Üç yıl önce (2014) yılında dizinin yaratıcısı olan Michael Connelly, diziye ismini verirken ve çerçeveyi kurgularken üç yıl sonra (S3B2 ve B3) aynı isimli ressamla bağlantı kuracağını ve bu kadar beceriyle bütünleştirebileceğini biliyor muydu ? Demem o ki; bu kadar ilerisini görüp onca olay geçtikten sonra 22 bölüm sonra dizide neler olacağını kestiren uzak görüşlü kişiler mi Michael gibiler. Onlara öykünmek hata mı ?

El oğlunun dizisinin bir bölümü bir saatten kısa olurken bizim dizilerde üç saate varan bir bölümde incir çekirdeğini doldurmayan ve daha çok kulakları çınlasın Prof.Y.Küçük‘ün “Binbir Gece” nin aktristi BK’e bakıp da “Öküzün trene baktığı gibi” diye açıkça eleştirdiği, dakikalarca bakışla geçen sürenin verdiği isyanları yıllar sonra bile anlamayıp aynen sürdürüyorlar. Bizim diziler yerine Esra’nın programındaki kavga gürültüyü verseler daha çok izleyici bulurlar. Bir kez daha her neyse !

İngilizcesinde bazen “God” bazen de “Lord” olarak geçse de, bazen “…is watching” bazen “…sees” olarak eylemlendirilse de Latincesiyle dikkat çekilen konu: “Tanrı izliyor” olan konu hem birey olarak hepimizi hem de hepimizin hak ve özgürlüklerini belirlerken vicdan yoksunu, gözleri kapalı, kulakları tıkalı otoritenin yaptıklarını da “Allah görüyor (mu gerçekten)“. Kendisini sevmesem de İbrahim’in akıllarda kalan sözü ile: “Allah cezanı verecek” diyor benim de ruhum. İçimde bir şarkı “Korkularıyla yüzleşiyor insan er ya da geç…” ve çıkmaz sokaklardaki çırpınışları çok sürmeyecek böyle giderse.

Sözün özü; Çeşme’li dünden bu güne daha kasvetli olan havasında gözüm monitordaki “Bosch“la oyalanırken; rahmetli Nadire hanımın ayrılışıyla artan yalnızlığımıza hüzünlenirken, bizim gibi yetmişleri ortalayıp aşmış olanlar için yaşam gölünde karşı kıyı daha net görünürken, C13Plus beraberliklerinin verdiği güç ve sevgi ile şükür ve şükran dolu olarak yola devam ediyoruz: Pruva neta

Sağlık ve esenlik dileklerimle.

Öykücü