Yaşam Büfesinde “Teneke ve Şişe”

“…Nice turfa müneccim gökte yıldız ararken önündeki çukuru görmezmiş…Ya da kendini bilmezler başkasının gözündeki çöpe takılınca kendi gözlerindeki merteği görmezlermiş…Birisine göre sığır varlığında Avrupa birincisiymişiz ki buna katılmamak elde değil. Çocukluğumun taşra günlerinde (Soma, ellili yıllar) “Ne bakıyon öyle trene Soma sığırı gibi” diye koca koca adamların (esnafın) birbirine kabul edilebilir, şaka türü, günlük hakaret etme sözleri dikkatimi çekerdi. Daha sonra Enstitü günlerimde Savaştepe üzerinden Manyas’a giderken geçtiğimiz boz tepelerde otlayan boz renkli ve boynuzları ay gibi olan “Balya Sığırları“nı anımsıyorum. Menemen’deki stajımız sırasında çamurda debelenen kara, parlak derili, “Menemen Mandalar” (nam ı diğer “camız” olan) da sığır grubunun üyeleriydi. Şimdinin sahnelerde boy gösteren kravatlıların söz ettikleri sığırların ne tür olduğunu pek çıkaramadım. Her nedense bugünlerde hemen her konuda Avrupa birincisiyiz. Bu sabah da bir hanım bak(amay)an kadın hakları konusunda Avrupa birincisiyiz diyordu. Yalanları kanıksasa da aklım, görmezden gelemeyen ruhum bu birinciliklere isyan ediyor. Hele bir de Ovacık’ın kominist başkanının yaptıklarıyla gurur duyup da pır pır ederken; Tire’deki kooperatifçiliğin başarılarını ve Seferhisar’da vakti zamanında atılmış tohumun süren umutlarını gördükçe Alicante (İspanya-Mart 1993) ve Budapeşte (Macaristan-Mart 1994) de farklı versiyonlarıyla sahne aldığım ICMC (Aysiemsi) in 2019 daki açılımın yansımalarına takıldı kaldı zihnim. Takıntılarım günümü zehir ediyor…”

Koçlar ve Mentorlar; Lider yöneticinin kış soğuğundan yaz keyfine uzanan ustalık yolculuğunda güz hüznü ve bahar sarhoşluğunu unutmamak gerek..

Merhaba

Aklıma uygun duygularım yok ruhumda; çatışıyorlar. Aklıma uygun kitaplarım yok elimde; bütünleşemiyorlar. Gözlerimin gördükleriyle tutarlı değil duyduklarım; bocalıyorlar. Yazdıklarımı destekleyen görsellerim yok çantamda; odaklanamıyorlar. Böylece artıp gidiyor takıntılarım. Biraz önce sevgili Prof.Dr.Tanju Nemli’nin cenaze töreninden geldim Işıkkent’e. Son konuşmayı eşi, sevgili hocam Prof.Dr.Yıldız Nemli yaptı. Her zaman neşeli, güler yüzlü, yardımsever ve dost canlısı olan rahmetli Tanju’nun aile olmanın, eş ve baba olmanın güzelliklerini, meziyetlerini dürüstlük vurgusu ile içtenlikle (ve mikrofonsuz) tüm anfiye duyurdu Yıldız hanım. Anfide de tam bir sessizlik ve huşu içinde dinleyenler vardı. Ben sevgili Tanju’yu 1971 yılında Van’dan İzmir’e transfer olduğu yıl sevgili Prof.Dr.T.Bora hocamın teklif ve değerlendirmelerinde duymuştum. Ayrıca bugün tören sonrası koridorda özlemle hal hatır sorup selamlaştığımız sevgili Prof.Dr.Öncüer hocamla konuşurken rahmetli Tanju’nun “Sandom Projesi” çalışmalarıyla zihnimde canlandı kimi esprili anılar. Ki bu anılardaki çözüm çabalarının rahmetli Hasan Bakırcı’nın “herbigation” gayretlerim için söylediği tanımla bir benzerliği de vardı. İşte tam bu noktada kullanacağım sözcük için özellikle dikkatli olmam gerektiğini hissediyorum. Ne, nasıl ve neden ?

Tam üç ana soruya yanıt vermeye çalışırken Netgillerin kafeteryasındaki sohbete katıldım. Önce rahmetli Tanju’nun vefatından önce yaşadığı tedavi sürecindeki sıkıntıların ve kaçınılmaz sonun bir işareti olan “Sigara” konusu sohbete konu oldu. Kafeteryanın bir köşesinde sigarasını tüttüren Nur’la paylaşınca bugünkü töreni, onun keyfini kaçırdım. Yine de elindeki sigarayı yarım bırakmadı. Sonuna kadar içti ve belki de bana içinden kızdı. Öyle bir nalet (ya da lanet) bir alışkanlık ki bu sigara bile bile ölüme giderken vaz geçilemiyor. Bugün için elde kalan son kayınbiraderim olan Nazım abinin artan rahatsızlıklarına karşı süren (ve azalmadan süren) sigarasının ona ve bana hissettirdiklerini düşünüyorum. Abisi rahmetli Nezih abinin vefatından bir ay önceki son hastane günlerinde gördüklerimizin ürpertici etkisine rağmen ders olmuyor. Rahmetli Nezih abi mecbur kaldığı yoğun bakım odasından hemen çıkmak, kaçmak istiyordu sadece sigara içebilmek için. Ya babam ! Babam farklı mıydı ?

Rahmetli babam da Haziran 1987 de Karşıyaka’da vefatından önceki son üç günde zekeratta (koma hali denebilir) idi. Kendinde değildi. Parmaklarının arasındaki sigara (yanmıyordu) ile bu üç günü geçirdi. Bu onu rahatlattı mı ?

Atilla Er’in 2009 da yazdığı “Zekerât” isimli kitabın tanıtımında neler yazılı ?

“…Sahi, ölüm neydi? Bir yok oluş mu, yoksa yeniden doğuş mu? Yok oluş da olsa, yeniden doğuş da, korkunçtu soğuk yüzü, ölümün. Kapkara bir boşluktu. Hiç ışığı olmayan koca bir boşluk. Uzun bir maratona benziyordu yaşam. Hızla geçiyordu ayakaltından umarsızca. Yorulduğun an duraksanan, bitişin başlangıcını hazırlıyordu. Zavallı ömür…İnsanın yaşamla olan bağlarının kopmaya yüz tuttuğu zaman dilimleri vardır. “Ah keşke” der insan bu zaman dilimlerinde, hayatının geride kalan boyutlarına şöyle bir göz gezdirir ve saniyeler içerisinde koca bir ömrün muhasebesini yapar…Geri dönüşü olmayan bu yolda, insan sadece kendini görür aslında. Kendi pişmanlıklarını, kendi acılarını, kendi pişmanlıklarını ve bitmek tükenmek bilmeyen arzularını görür…” Bu tükenmek bilmeyen arzulardan birisi midir sigara ? ben bilmiyorum.

Rahmetli Hasan Bakırcı uğruna çok çabalar harcadığım “herbigation” uygulaması için “uyduruk metod” demişti. Haksız mıydı ? Özel sektöre adım attığım gün (Mayıs 1985), beni transfer eden sevgili Alev Kutay (ömrü uzun olsun) rakiplerle baş edebilmek için farklı bir kulvar yaratmaya çalışıyordu. İşte bunun adıydı: “Surpetition/Rekabet Üstü”. Pamuk üreticisinin, çiftçinin bir ihtiyacından, bir arayışından yola çıkan sınıf arkadaşım, can dostum Alev uygulamayı disipline etmek istiyordu. İlk defa Manisa’nın Gülbahçe köyünde Kominist Ali’nin tarlasında tanık oldum uygulamaya. Pamukta sulamalardan çıkan yabancı otlar (başta Domuz pıtrağı ve İt üzümü ile Yapışkan ot) hem verimi azaltıyor, hem hasadı zorlaştırıyor ve hem de pamuğun ürün kalitesini düşürüyordu. Çiftçi kendince bir yol bulmuş ve GSD isimli ilacımızı sulama suyuna katarak kullanıyordu. Çiftçi sonuçtan memnundu. İlacın firmasının böyle bir “Uyduruk Metodu” savunması pek olanaklı değildi. Riskleri yüksekti. Doğru kullanımı için bilinmesi, düzenlenmesi, standardize edilmesi ve yönetilebilmesi gereken belki on parametre vardı. Her tarla bir diğerinden farklı toprak ve sulama özelliklerine sahipti. Çevre kirlenmesi olasılığı yüksekti. Ancak çiftçi kullanıyordu. Karanlığa küfretmek çözüm değildi. Nasıl yanlışları, hataları minimize edebiliriz ? diye düşünerek sevgili Alev konuya müdahil olmuştu. İşte bu ilk adımlar sırasında özel sektörlü oldum. İyileştirme çabalarını sevgili Alev kadar (onun önderliğinde, mentorluğunda ) ve hatta daha da fazla benimsedim. Hele bir de TRŞ in ihalesiyle beklentileri aşan satış müktarına ulaşınca konuyu resmen tescil ettirmek, tavsiye edilir kılmak, etiketine yazdırabilmek için “RID Projesi” çalışmalarına kabul ettirdim. Kabul edildi. Etikete yazıldı. Resmen tavsiye listesine girdi. Ancak ben hızımı alamadım. Antalya’daki bilimsel kongrede aynı konuyu (sulama suyu ile ot ilacı kullanmak) bir başka ilaç ve ürün için (biberde MTR) bildiri olarak sundum. Bu sunumdan amacım ve net mesajım şuydu: “Çiftçi bunu kullanıyor. Ben on hatanın dördünü düzeltebildim. Daha iyi uygulanabilmesi için Enstitü ve Fakültenin konuya el atması gerekir” desem de ne araştırma kurumları konuyu benimsedi ne de şirketim bu ortaya çıkışı, bu boy göstermeyi sevdi. Bir süre sonra bizim desteklerimiz azaldı; geri adım attık ve etiketten çıkardık. Bunca lafı neden ettim ? Rahmetli Bakırcı pazarlama müdürüydü ve “Biliyor musunuz İtalya’da Po Ovasını triazinler mahvetti” diyordu söyleminde ancak portföyde birkaç tane aynı gruptan ot ilacımız vardı Pamuğa, Buğdaya, Anason ve Narenciye’ye girmek için her yolu denediğimiz. Ne yaman bir çelişkidir ? Bu anlatımın ana mesajı “Hem yağlı yemek ve hem de papazdan korkmak” olabilir ki esas takıntım “Uyduruk Metod” sözcüğüdür. İşte bu sözcük beni rahmetli Tanju’nun “Sandom Projesi”ndeki bir araştırmasını anımsattı.

Sanayi Domatesi yetiştiricileri özellikle bitki koruma sorunlarına daha iyi çözümler bulmak için Üniversite-Sanayi İşbirliği içinde bir projeler demetine (SANDOM)  destek oldular yıllarca. Bu girişimin başında Prof.Dr.Cezmi Öncüer vardı.  Hocamızın uzmanlığı ve sorumluluk alanı nedeniyle konular çoğu zararlılar idi. Daha sonra Prof.Dr.Hikmet Saygılı bayrağı alınca hastalıklar öne geçti ve başta ABD olmak üzere yurt dışı partnerleriyle “erken uyarı” çalışmalarına ağırlık verildi. İşte bu çalışmalara yabancı ot konusuyla dahil olan rahmetli Tanju da “Orabanş ile mücadelede pratik bir uygulama olarak pet şişelerin etkisini” incelemişti. Rahmetli Tanjunun pet şiesiyle benim herbigasyonda kullandığım “beş litrelik motor yağı tenekesi ve altılık çivi” benzer bir algı yarattı bende. Ne günlerdi ?

Dün hüzünlü bir gündü. Sığınacak liman aradım. Hüznü dağıtabilmek için elime beş kitap aldım. Bunları bir kavramda buluşturmak istedim. Önce ikişerli grup oldular ve İnsan Uslupları bu iki gruptan ayrı düştü. İlk grupta “Dikkat Ekonomisi” ile “Delifişeklik” buluştu. Bu buluşmanın harcında iş dünyasında, bu dünyaya bakıştı zorlanan, aşılan sınırlar ve hemen hepsinde “AIDA” nın ilk harfi olan “Attention/Dikkat” konusu ortaktı. Diğer iki kitap ise yöneten ve yönetilenler için AIDA’nın diğer harfleriyle “İlgi/İstek/Eylem” üçlüsü için ustalık yolculuğundaki önermeler yine dikkat odağında öne çıkıyordu. Beşinci kitap “İş Yaşamında İnsan Uslupları” ise 2007 yılında Çanakkale’de çıktığımız “Liderlik ve Koçluk Çalıştayı” sonrasında sevgili Zeynep ve Janet’in hediyesi idi. Bu beşinci kitap demek istiyordu ki; ister şirketlere dıştan bakın isterse içten bakışla ustalık yolculuklarını, sürekli öğrenmeyi, öğrenen kurum olmayı, işleri kolaylaştırıp verimliliği artırmayı ve kariyer yolculuklarında potansiyel astlara el vermeyi amaç edinenler bu kitabı okusunlar. İnsan uslupları ve uyum, uyumlu diyalog için en önemli konunun “ilişki ve iletişim” olduğunu anlatmak için elimde bu beşinci kitap…

Her neyse ! Yaşadığımız her gün hak ettiğimizin bir fazlasıdır. Bu nedenle “NON / It is Now Or Never” diyerek ve rahmetli Tanju’ya bir kez daha rahmet dileyerek “carpe diem” e inanarak yolunuz açık ve aydınlık olsun.

Öykücü