Yaşam Büfesinde “Karar Anları”

“…to be or not to be / olmak ya da olmamak…İşte bütün mesele…Soğan vs Soyan ve farkın ayırdına varabilmek…Etki ile tepki arasında bir boşluk vardır. Bu boşluk sizin özgürlük alanınızdır. Sebeple sonuç arasındaki ilişki bazen zaman ve mekanda birbirinden çok uzakta olabilir. Bu nedenle sonuca bakıp nedeni doğru göremeyebiliriz. “Sabah notları” çok değerlidir. Günün getirdiklerinden gecenin dinginliğinde arınmıştır. Rüyaların etkisiyle açık zihinle şekillenirler. Hayallerinizle şekillenen rüyalarınızın etkisinde sadeleşirler. Sabahın serin sessizliğinde sizin için kutsal olan bir yer yaratıp sabah notlarınızı yazınız. Ki böylece günün getireceklerine hazır olunuz. Bu hazırlık “Başarı Formülüm”deki “2P” dir. “Sabır ve Sebat” aşılarlar…Yine bir yıl sonuna yaklaşıyoruz. Yine karar anlarımız olacak. “Ne, nasıl ve neden” sorularına dürüst ve dayanaklı yanıtlar arayacağız. Bulduğumuz yanıtlara göre huzur ve keyifli iş yaşamını sürdürmek; motivasyonu korumak, büyümek ve gelişmek; zorunlu olarak değişip dönüşmek adına kaynaklarımıza bakacağız ve “emek&yemek” dengesini gözeten kararlar vereceğiz…”

NETTEK Karar anları > “DOD1 den DOD2 e geçiş” > Beş yıldan bu yana öğrenmenin bedeli

Merhaba

Sıklaşan yazılarımda ana konu daha çok “sağlık ve güven” çerçeveli oluyor. Yaşam gölünün karşı kıyısı görünürken, Yaşam Büfesi önündeki sırada öne geçmek gibi bir sevdamız kalmamışken, günlük rutinlerimizdeki sapmalar özellikle sağlığımıza odaklanırken mum dibine ışık versin isitorum. Yine de ekranlardaki nursuzları görmekten kaçınamıyorum. Gözlerimi kapasam da kulaklarımdan giriyorlar. Dört ay olsa da “seçimin öncülleri” yine adiliklerle dolu. Artık böylesi bel altından vurmalar, avama yönelen sözler ortalıkta kol geziyor. Soğanla soyan birbirine karışıyor. Repo ile depo aynı cümle içinde yer alıyor. Herkes oyun oynuyor. Onlar Platon’un sadece şu sözlerine uyuyorlar: “Hayat oyun gibi yaşanmalıdır”. İyi güzel de gözümün içine baka baka yalanlar birbirini izliyor. “Körfez kokuyor” diyor. Her gün körfez kenarında yürüyorum. Körfez kokmuyor. Kokuyu alan buruna en yakın organ ağız ve bence ağızlar kokuyor. Neden ? Yalan söyleyenin ağzı kokuyor. Haram yiyenin ağzı kokuyor. Bunlar kokuyu uzaklarda arıyorlar. Üstelik bunun farkında değildir. Olmamaları da doğal. Çünkü kokuya en kolay alışan organ burun. Bu nedenle kendi kokularını duymadıkları için turfa müneccim gibiler. Şu sözler de liseden kaldı belleğimde: “Nice turfa müneccim gökte yıldız ararken önündeki çukuru görmez”. Şimdi biz onlara nasıl güveneceğiz ? Güvenecek miyiz ? Güvenilirler mi ? Güven endeksimiz kaç ? Onların, ülkemin insanlarının etik değerleri ne durumda ? Diyelim ki baş otorite bir liderdir, onun etik değerlere uyumu nasıldır ?

“Diyelim ki…” sözü fazla oldu; gereksiz oldu. O bir liderdir. Beğensek de beğenmesek de o liderdir. Çünkü;

1.Onun “hedefi” vardır. Biz o hedefi kabul etmesek de;

2.Onun hedefe ulaşmak için “stratejisi” vardır. Terzinin elindeki makas gibi uysa da uymasa da;

3.Onun “takipçileri” vardır. Bizim mahalleden, kokmayan körfezden olmasalar da;

Bu üç kritere göre o bir liderdir. Peki etiğin liderlik için önemini biliyor mu; ya da inanıyor mu ? Prof.Y.T.Akiş, Lucan ve Anello (1995)nun sekiz ilkesinden söz eder:

1.Etik, liderliğin kalbidir. Onun kalbindeki yeri neresi ?

2.Liderliğe oluşturduğumuz değerler yön verir. Bugün her açıdan çöküşe giden yönümüzün “gerçek kuzey” olmadığını bilmiyor mu ?

3.Etik liderlik için ilk adım kişisel değerlerdir. Ne geçmişinde ne halinde bir kitap görmüyorum. Kişisel değerlerini bilen var mı ?

4.Etik liderlik öğrenilebilir. Kimden öğrenecek ki ? Öğrenmeye niyeti var mı ki ?

5.Etik liderlik etik düşüncelerin eyleme dönüşmesiyle oluşur. Niyeti net değil mi ? Bu niyetten etik eylemler nasıl yeşerecek ?

6.Karakter gelişimi etik liderliğin önemli bir parçasıdır: İşte bütün mesele; karakter nasıl oluşur ? Aristo’ya göre “bilgi, becer, ve arzunun ortak alanında” gelişen alışkanlıklar ne tür bir karaktere doğru gidişi gösteriyor ?

7.Bir grupta herkesin etik liderliği uygulama olanağı ve sorumluluğu vardır. Herkes yerine birkes söz konusu olduğunda ötekilerin borazanı ötmüyorsa, öttürecek güçleri ve hevesleri yoksa bu durumda hedefe uzanan yolda etik için umut olabilir mi ?

8.Diğerleri liderin yaptıklarına bakarak etik liderliği öğrenebilirler. Bu imamın cemaatinden etik takipçiliği öğrenme beklenebilir mi ?

Ne yaparsa yapsın grubunun sadakati böylesine yüksekse, bu durum nasıl gerçekleşiyor ? “Güven ve Sadakat” nasıl bir etkileşim içinde gelişiyor ? Frank J.Navran “If Trust Leads to Loyalty, What Leads to Trust ? / Güven Sadakati Sağlıyor’sa Güveni Ne Sağlar ?” kitabında güven ve sadakati artırmanın beş yolunu açıklıyor. Bunları özetle yazıma alacağım. Bundan önce Bay Navran’ın “Etik Enstitüsü” çatısı altında 2011 yılında yazdığı makaleden “Kültür” odaklı birkaç basit cümleyi aynen yazmak istiyorum :

“…I have been asking and paying attention to the answers to the culture question in my work with hundreds of organizations for more than twenty years…What Culture Is and Isn’t ?

One way to understand organizational culture is to first figure out what it isn’t. Organizational culture is rarely about right or wrong, good or bad. Rather, culture is the shared understanding of “how we do things around here” as opposed to how we are supposed to do them. Culture is about the unwritten rules….It is also about survival. It is as much about knowing where the hidden traps…Culture comes out of organizational history.  It can be understood if you pay attention to that history…Culture is all about what we actually do…”( https://www.tei.org.za/index.php/resources/articles/business-ethics/2189-newtonian-ethics-frank-j-navran ).

Demek istiyor ki; “Ne yapıyorsanız osunuz. Nereden geliyorsanız onun ürünüsünüz. Kültür, hayatta kalmakla ilgilidir ve buradaki “survival” Acun’un yapay oyunları değildir. Bu işin yazılı kuralları yoktur; olsa da önemli olan neyi nasıl yaptığınızdır…” Görebildiğim kadarıyla ülkemde oluşan politik kültür hepimizi bir çukura, bir girdaba çekmektedir. Newton’a kulak verirsek…Bay Navran’ı okumak iyi olur. Şimdi gelelim güven ve sadakati sağlamanın beş yoluna:

1.Kurallarınızın etik sınırlar içinde olduğunu açıklayın: Açıklıyor ama ağzı kokuyor. Çünkü en yakın adamı utanmadan milletin orasına burasına koyarak soymayı alenen söylemekten korkmuyor soğandan korktuğu kadar. Çünkü hedef kitle soyandan anlamıyor, soğandan anladığı kadar. O da bunu çok iyi biliyor. Oyunun kurallarını o yazıyor. Bu durumda etik kurallar söz konusu mu ?

2.Arkadaşlarınızı etik sorumluluklar konusunda eğitin: Hadi canım sen de ! Kim, kime, neyi, nasıl ve neden öğretecek ki ?

3.Beraberindekilere destek olun ve rehberlik edin: Görünen köy kılavuz istemese de bu rehberliğin yönü ve varacağı yer neresi olacak; kuşku var mı ? Ruhlarımız “Gölge etme başka ihsan istemezük” durumunda değil mi ?

4.Başarıyı ölçün: O da ölçüyor. Ancak onun terazisinde kantarın topuzu hep bir yerlere kaçıyor. Bağdat uzakta olsa da yanındaki arşının boyu onun isteğine göre her zaman farklı uzunlukta oluyor. Bu durumda zıvanadan çıkmamak olası mı ?

5.Etik değerleri yaşatanları ödüllendirin ve uymayanlara yol verin: Bizimkisi de böyle yapıyor. Uymayanlara yol yapım ihalelerini veriyorsa bu yol etik liderliğe çıkar mı ?

Bir zamanlar ülkemizde “Dünya Değerler Araştırması”nın bir parçası olarak bir çalışma yapılmış. Prof.Dr.Yılmaz Esmer (Boğaziçi Üniversitesi) in yürüttüğü projede ülkemiz insanın birbirine ve kurumlara güvenmesi ölçülmüş. Birkaç özet bilgi vermek istiyorum:

  • 1990, 1996, 2000 ve 2001 de yinelenen çalışmada “Güven Trendi” belirlenmiş. Bu yıllarda sırasıyla Parlamentomuza güvenenlerin oranı %58 > %52 > %48 > %31 e düşmüş. Ya 2001 den 2018 e gidişat sizce ne olmuştur ? Güvenmeyenlerin oranı ise aynı yıllarda sırasıyla %18 > %26 > %32 > %51 olarak yükselmiş
  • Aynı yıllarda Siyasi Partilere duyulan güven de (1990 da ölçülmemiş) %30 > %29 > %14 şeklinde düşüş göstermiş. Bugün öğrenilmiş çaresizlikle ya da Millet Kıraathanesinde bedava çay ve kekle ve  Millet Bahçesinde yuvarlanırken artmış olabilir mi ?
  • Parlamentoya güvenmeme konusunda bizim %51 lik oranımızı izleyenler %44 oranla Arjantin, Karadağ olmuş.
  • Parlamentosuna güvenmeyenleri en düşük olduğu ülkeler ise İrlanda (%3); Hollanda (%5), İsveç (%6), Danimarka (%7) ve ABD (%13). Görünen köyün sonuçları doğal değil mi ?
  • Ya kişilerin, insanların birbirine duyduğu güven ! Türkiye 43 ülke arasında insanlarının birbirine güven duyması açısından Brezilya’dan sonra sondan ikinci olmuş (%10 dan).

Ülkemde insanlar birbirine güvenmiyorsa; kendi seçtiği, kendi içinden çıkardığı kişiye, kişilere nasıl güvenecektir ? Bugün onları aynı kıraathanede bedava çay, kek etrafında toplayanlara duyulan “ilgiye muhtaç olanların” güveni artmış olabilir. Etik değerlerle güven arasındaki ilişki ülkemde bugün dünden, beklenenden farklı gibi geliyor bana. Bizde korelasyon “negatif” görünüyor. Üzümün üzüme bakarak kararmasından mı yoksa “elle gelen düğün bayram”dan mı bu etkileşimin ayırdına varamadım. Ancak gördüğüm tüm siyasi yüzlere karşı güvenimi sorgulamaktan çekiniyorum. Yine de el mahkum diyerek Mart ayının sonunda bir oyumuzu vereceğim.

Dilimdeki şu şarkının sözleriyle bugünlük de hoşçakalın: “Bir gün belki hayattan, geçmişteki günlerden bir teselli ararsan bak o zaman resmime…” Kartal bakışlı, dik duruşlu, adam gibi adamın resmine bakıyorum ve kokmayan körfeze karşı balkonda, Çeşme özlemiyle çayımı yudumluyorum enseyi karartmamaya gayret ederek…

Öykücü