Yaşam Büfesinde “MİKİ”

“…Bazıları havanda su dövüp de hiç bir yere varamazken, bazı insanlar neden çok başarılı oluyor ? Beyninizi harekete geçirecek, kalbinize dokunacak, öğrenmeye teşvik edecek ve yaşamınızda mutlak bir gereklilik haline gelecek, sizi uykusuz bırakacak sıkı hedefleriniz olmalı. Amacınıza ulaşmak için çizdiğimiz sıkı hedefler enerji ve adanmışlık yaratmalı; tutku ve ivme kazandırmalı. Bunun için sürecin başında bir duygu oluşturun: Kollektif Ruh…Spartaküs bir halk kahramanıydı. İmparator onu esir almıştı. “Ona öyle bir ceza vermeliyim ki kahramanlığı kalmasın; halk onu hep beceriksiz biri olarak anımsasın” diye sıkı bir hedef çizdi imparator. Buna göre bir ceza oluşturdu. Halkı arenaya topladı ve.. Ahmet kırk yıllık evliydi. Her akşam evine elinde bir ekmekle gelirdi. Karısı onu kapıda karşılar ve hoş geldin diyerek elindeki ekmeği alırdı. Ali bir gün, arenadaki Spartaküs’ü izledikten sonra ekmek almayı unuttu ve elinde ekmek yokken eve geldi. Kapıyı açan karısı ona şöyle dedi ?…

Zor hedefler ve “İmaj & İtibar”: Fark Yaratan Şirketler Paneli ve Hosting Festivali’nden Kareler

Merhaba

Elimde bir iş kitap özeti var. Sekiz yıl önce CINOS‘tan sonra ABGillerde ikinci yılımı tamamlarken incelemeye başlamışım. Bugün yeniden elime aldım. Seçilmiş bir konu değildi. Yine de benzer elliye yakın iş kitabı özeti içinden birisiydi. Sözün özü; beyin ne ararsa onu buluyor. Bu yaştan sonra iş kitabı özeti okusan ne olur; okumasan ne olur ! demiyor iç sesim. Çünkü üçüncü bir kriz ortamına daldık. Kimi tuzu kurular farkında değil gibi görünse de bu kez ne 1994 e benzeyecek ne de 2001. Tek adamın ağzından “Teğet Geçecek” sözü çıkmıyor. Bu kez oyup da geçecek; koyup da geçecek. Dini bütün, öğretim üyesi, sevgili Murat kardeşimiz WhatsApp’tan bir mesaj göndermiş. Mesajında Âl-i İmran Suresi‘nden bir alıntı ile kurtuluşu “Allah’ın ipine sarılmakta” bulmuş ve samimiyetimize güvenerek “kardeşlik vurgusuyla Allah’ın yardımının üzerimize baki olması“nı dilemiş. Cevabım nasıl oldu ?

“Sevgili Murat, Dualarına katılıyorum. Yine de Allah doğru yolu bulmak için akıl, seçmek için irade ve sürdürmek için güç vermiş. Ne var ki, doymak bilmeyen kişisel hırslarla, her şeyi biliyorum diyen cehaletle, ders alınmayan hataları defalarca tekrarlayıp hatada hâla ısrar etmekle düştüğümüz durum ortada. İnanıyorum ki bunca nimete karşın bu akılsızlık Allah’ın gücüne gidecek ve cezalandıracaktır. Selam ve sevgilerimle.Neden bunu anlamaktan aciz otorite ?

Sekiz yıl önce önceliklerim farklıydı. Netgillere henüz yoğunlaşmamıştım. İki düzine yıl sonunda CINOS‘tan ayrılınca “Mustafa Artık Serbest (MAS)” demeye çalışmıştım. Bu söz sadece bir ay sürdü. Yabancı şirketin sıkı hedefleriyle “Evet, biz hazırız” dedirten zor koşullarında kazanılan deneyimleri eyleme dönüştürme olanağı gelişmişti. Planladığım sürenin iki katını aşan dönemde “Dublenin Triplesi“ni ve “Patronun Pişmanlığı“nı yaşadığım koşullarda öğrendiklerimi pekiştirmek ve “Sıkı Hedefler” için ustalık yolculukları düzenlemek olanağım oldu. Kırıkhan’ın 47 derece sıcağını görüp de bu süreyi sona erdirirken yan yollarda iki farklı şirketin büyüme gayretlerini gördüm. Genç eğitmenle farklı sektörlerle tanıştım. Severek ve gönüllü olarak düzenlediğim “Eğitilmiş Yetkinlikleri Özgün Beceriye (SSTC)” dönüştürme öğrenme yolculuklarından her zaman keyif aldım. Bir süre sonra duruldum. Yorulmadım. Mum olduğumu anladım. Dibime ışık vermek istedim. Hemen yanı başımda hızla gelişen Netgillere odaklanmam gerektiğini anladım. Büyüyorlardı. Gelişiyorlardı. Gençlerle beraber olmak bir başka güzeldi. Daha çok şey öğrenebilirdim. Öğrenirken keyif alırdım. Birlikte öğrenirdik. Öğrenci ve öğretmen rollerimiz iç içe sıkı hedeflere doğru ilerleyebilirdik. Hepsi gerçekleşti. Ben bu işi sevdim. Dokuz sene önce, tam ben emekli olduğumda ilk Netgil şekillenmişti. İki rakip şirketin yaratıcıları bir araya geldiler. SEKgiller NETgillerin ilk nüvesini attılar. Temsil Plaza’daydık. Bodrumdaki veri merkezini çatıya taşıdık. Uykusuz gecelerdeki yorgunlukları masa tenisi ile attık. Kısa sürede Işıkkent’e taşındık. Taşınırken öğrendik. Önceki bir kaç veri merkezi kurma deneyiminden doğru veri merkezi yaratmanın bedeli yüksek olan alt yapısını oluşturduk. Kurucu ortak ve Satış ve Pazarlama Bölüm Müdürü olan oğlum Kerem Copcu‘nun Hosting Festivali‘nde dediği gibi “2009 dan itibaren her yıl %100 büyüdük“. Sadece büyümedik. Özgün ürünler, hızlı çözümler ve asıl önemlisi “Kesintisiz Kolaylık” sağlamayı öğrendik. Buna söz verdik. Bunun alt yapısını oluşturduk. Buna adandık. Tüm bunların özet anlatımı: “n+1” oldu. Anlamı, “her zaman, her şeyi gereğinden bir fazla” yapma gayretiyle yola devam ettik. Yine Kerem’in “Teknoloji Zirvesi/Fark Yaratan Şirketler Paneli“nin kapanış konuşmasında içtenlikle paylaştığı gibi biz dokuz yıldır “Kesintisiz Kolaylık” için “Şu GAT dünyada, MAS laşmak için RAW olduğumuzu kanıtladık“. Böylece daha yolun başında ilk Netgilin türevi olarak ikinci Netgil doğdu. Bugün profesyonel bir yönetici ile 481206 Sıkı Hedefine doğru hızla yol alırken “Hızlı ve Kesintisiz” ürün ve hizmetimizle ülkesel kritik koşullarımızda sıkı hedefimize sıkı sıkıya bağlılığımızı inançla sürdürüyoruz. Böylece ikinci, türev Netgilin marka olarak söz verişi olan “Hızlı ve Kesintisiz”” ile ilk ve ana Netgilin “Kesintisiz Kolaylık” söz verişine geçişi sağlayarak sürdürülebilirliğimize önem veriyoruz. Peki yazımın girişindeki “MİKİ” neyin nesidir ?

Bundan önce izninizle ülkemizin sürüklendiği hatalı yönetimin kaçınılmaz girdabında vurucu, yıkıcı etkisi henüz tüketimden üretime, hizmete pek fazla yansımamış olan sıkıntılarının ilk dalgalarına bakarak 2001 yılından bir görüntü aktarayım. Bunu defalarca yapmışımdır. Ancak şimdi her zamankinden daha fazla dikkat edilmelidir. On yedi yıl önce yine bir benzerinin kıskacında kıvranırken ülkemiz kaynakları bu denli harcanmamıştı. Elde avuçta bir şeyler vardı. Aradan geçen yıllarda tam bir mirasyedi savurganlığı ile tahtıravanla gittik s*çmaya ve evdeki ayrandan da olduk. Bu nedenle artık kimsenin “kurtar bizi baba” diye bağırmasına yüksek duvarların arkasından gerçek bir ses gelmeyecektir. Geleceğine inanmıyorum. Çünkü “ses ver oğlum” diye 1967 de Menemen’de çiftlikte bağırırken biz ara duvarın ötesinden ses gelmeyeceğini çok iyi bilenlerdeniz. Şimdi de yan odadakilere verilecek sesin alt yapısı olarak hâla dişe dokunur bir önlem göremiyorum. Böylesi bulutlu günlerde etkisiz eleman albayrağın duruşu işe yaramayacaktır. Bunu anlamakta gerçekten zorluk çekiyorum. Her neyse ! Benim konum ülkemi kurtarmak değil. Böyle bir gücüm yok; niyetim de yok. Sadece ilgi alanımdan çıkamadığım için böyle çıpalayıp duruyorum. Ancak bu koşullar altında herkes gibi Netgiller de ve özellikle türev olan ikinci Netgillerin sıçrama yapmak için çizdiği “Sıkı Hedeflere” ulaşmak için mutlaka yapması gerekenler, alması gereken önlemler var. Bunun için temel prensip birkaç gün önce Soner Yalçın’ın Sözcü’deki yazısında özetle örneklediği “Finansbank Öyküsü”dür. Benim kendi öyküme yer kalmadı yazımda. Bunun yerine Soner beyin yazısını kimler okudu; ne anladı ve bireysel olarak ne yapmaya karar verdi ?

Diye soracağım Eylül toplantımda. Şimdi “MİKİ” ye gelelim. Bu kolaj bu sabah Duru’nun isteği üzerine deniz kenarında kahvaltı yaparken zihnime düştü. Dört sözcüğün baş harfleri;

Makyaj ………….OGS (!)

İmaj …………….. Arkası doldurulursa bir süre idare eder.

Kamuflaj ……….Dudağa sürülen ruj karın doyurmaz ama tok gösterir (mi gerçekten)

İtibar …………….Daldaki kuştur. Ürkektir. Kazanılması zordur. Kalıcı kılınması daha zordur. Emek ister. Gayret ister. Tutku ister. Kriz yılında itibarı korumak için ne yapmalı, nasıl yapmalı ve asıl önemlisi neden yapmalı ?

Gelelim yazımın girişindeki Spartaküs ve Ali’ye. Ali, arenada Spartaküs’ü izleyen kırk bin kişiden biridir. O akşam eve ekmek getirmeyi unutmuştur. Eli boş kapıyı çalmıştır. Karısı Ali’nin yüzüne bakıp…Önce Spartaküs’e bakalım. Ben bu öyküyü Ulaş Bıçakçı’nın köşe yazısından alıp on yedi yıl önceki 2001 yılındaki CINOS’un toplantısında anlatmıştım. Bu öykünün ana mesajı “Gölge Etkisi (Halo Effect)” dir. Soyadımı kullanıp bir akrostiş yapmıştım. Ülkesel krizin kıskacında henüz üçüncü evrenin temellerini oluşturamamış otoritenin vurgun yemiş halinden yararlanıp tekrar sahneye çıkmak için özel davet yapmıştım. Gündüz ormanda paintball oynanmıştı. Gece de dansöz oynatılmıştı. “Tavuk sersemken öpülür” diye düşünüp dönüşe hazırlanmış ekip için ertesi gün sabahında sadece yarım saatlik bir ekstra toplantı istedim. Umudum yoktu. Fakat otorite bu izni verdi. O gece hiç uyumadım. Tüm mesajlarımı bu yarım saatte en etkili şekilde vermeliydim. Yarım saat için birkaç animasyonlu tek bir slayt hazırladım. Bu slaytta yukarıdan aşağıya beş satır vardı. Her satırın başındaki harflerle yukarıdan aşağıya sadece “COPCU” sözcüğü görülüyordu.

C

O

P

C

U

Slaytın üst yazısı “DOD1” yazılıydı. Anlamı “Do Or Die / Yapmazsan Ölürsün” idi. Bunu da Gary Hammel’in “Strateji Devrimdir” kitapçığından esinlenmiştim. Gary bey yakın zamanda ülkemize gelmiş ve “Aktivist Olma“ya dikkat çekmişti. Slaytın alt yazısı da “Güç Sizde” idi. Bir de küçük bir test sıkıştırmıştım bu yarım saate. Bu test grubun ne kadar kötümser, ne kadar iyimser olacağını gösterecekti. Yaşanmakta olan koşulların baskısında doğal olarak kötümser oranı daha fazla çıkmıştı. Bunu yıkmak gerekiyordu. Soyadımla yaptığım akrostişle dört kısa fıkra anlatarak mesajımı kalıcı kılmak istedim. Beşincisini sonraya bırakmıştım. Neler anlattım; neden anlattım; ne yapmaya çalıştım ? Bu ay benzer bir toplantı yapacağım diye düşününce neleri nasıl güncelleyip de doğru ve etkili olacak şekilde anlatmalıyım ?

İlk “C” için “Creativity/Yaratıcılık” sözcüğünü esas alıp “Dağı Delmeye Çalışan Karınca” fıkrasını anlattım. Yazım okunmuyor dedim ya; sevgili Utku Cuma kutlaması için telefonu açıp da “Müsait misin Mustafa hocam ?” sorusuna olumlu yanıt alınca hemen “Ben okuyorum” dedi ve ben mesajı ilk anda alamadım. Teşekkürler Utku. Belki şimdi diğer okuyanlar da “Ben de okuyorum” diye kısa birer mesaj atarlar. Neden olmasın, kim bilir ? Zor koşullardaki sıkı hedefler için herkesin bu karınca gibi inançla, tutkuyla mutlaka diğer çıkış yollarını bulmaları için eyleme geçmelerini istemiştim. İsteğim gerçekleşti mi ?

İkinci harf olan “O” için seçtiğim sözcük “Opportunity/Fırsat” idi ve seçtiğim öykü/fıkra da “Cama Konan Kırlangıç” idi. Vermeye çalıştığım ara mesaj ise “Fırsatlar kapıyı tıklatırlar ve postacı kapıyı üç kere çalmaz” idi. Uyanık olmalarını ve önlerine çıkan fırsatlardan çok “CO” ikilisi ise “Fırsatları Yaratmaları”na dikkat çekiyordum. Dikkat çekebilmiş miydim ?

İşin özü, mesajımın omurgası ortadaki “P” de gizliydi. Bu gizi açıklayabilmek için, algıları geliştirmek için, akılda kalıcılığı sağlamak için “Productivity” ya da “Performance” sözcüğü ile “Verimlilik” konusuna odaklanmıştım. Bunun “Spartaküs Sendromu“nu fıkra ile anlatırken “eza, cefa olsa da sonuna kadar, dibine kadar, sonuç odaklı olmak; her tür fırtınaya rağmen gemiyi limana yanaştırmak” gerektiğini söylüyordum ve bunu “COP” karşılığı olarak “Yaratılan Fırsatları Sonuna Kadar Verimli Kılmak” olarak tekrar vurguluyordum. İşe yaradı mı ?

Ya ikinci “C” ! Bunu da “Competence/Yetkinlik” olarak ortaya koydum. Doğuştan sahip olduğumuz ve “RAW” ın “A” sı olan “Able/Yetkin” olmanın babasıydı bu sözcük. Beş yıl sonra Pazarlama Müdürlüğünü devredince emekli olup ayrılmaya hazırken dört yıl daha CINOS‘lu olmanın alt yapısında bu sözcüğün “Görev Tanımı” olacağını kimse bilemezdi. Çünkü beş yıl sonra karar verici ve şürekası tümden değişmişti. Bu sözcükle kişilerin “Kendilerini Sorgulaması“nı istiyordum. Bunun için sahip oldukları değerlerin -ki buna yetkinlik diyorum- farkına varmalarını istiyordum. Farkına varabildiler mi ? Farkına varıp da konfor alanlarını aşabildiler mi ? Harran’daki sıkıntıyı Adana’dan görüp de gidip yardım etmediklerine göre demek ki aşamamışlardı. Yine de bu sözcüğü vurgulamak için “Konyalı Mehmet’in Coğrafya Sınavı“nı anlatmıştım. “Siz yeter ki isteyin ve bugüne kadar herkesten fazla deneyim, bilgi ve beceriye sahip olduğunuz “Pull/Çekim Gücü” çalışmalarıyla Ankara’nın nerede olduğunu bilmekten çok, Ankara’ya gidebildiğinizi gösterin” desem de sözüm bir kulaktan girip öbür kulaktan çıkmış olmalı ki bir yıla varmadan ne cami kaldı ne de mihrap ! Beşinci harf olan “U” için hangi fıkra/öykü vardı dağarcığımda ve neden kullanmadım ?

Bu sorunun yanıtı “Uniqness/Özgünlük” idi ve pekiştirme fıkram da “Amasyalı Mehmet’in Stili” idi. Zor koşullarda, sıkı hedefler için yaratılan fırsatları beceriyle verimli kılarken “aman Rubicon aşılmasın ya da aşılırsa tepkiler için önlemi baştan düşünülsün” demek istemiş ve bunu da kontrolsüz güçlerle çırpınırken “Amasyalı Mehmet’in Anasını Öldürmemek” gerektiğini hatırlatmaktı. Sonunda neler oldu ?

Neler olmadı ki ! Bunlardan roman olur.

Şimdi yazıma eklediğim kolajdaki bir kareye değineyim. Hosting Festivali’inde sunumunu soru/cevap şekline getiren Kerem’e güzel bir soru gelir. Bilişim sektöründeki uzmanlaşmış ya da kariyeri adına öğrenmeye adanmış, zor koşullarda, 7/24 çalışmaya istekli yeterli sayıda kişi olmadığını ve bu konuda sektörel bir eğitim birimi için neler düşündüğünü soran katılımcıya Kerem’in içtenlikle verdiği yanıtta birkaç mesaj vardı. İlki gerçeklerin itirafıydı. Örneğin “Uzmanımız mezun bile değil” sözü sürmekte olan yüksek öğretim ve eğitimini sürdürme hevesli çalışana gösterilen kurumsal destek vardı bu sözün içinde. Benim asıl dikkat çekmek istediğim ise Kerem’in gülüşmelere neden olan sözleri: “Bir gün ben de Selçuk gibi satarsam şirketini iyi bir paraya; işte o zaman bir sosyal sorumluluk projesi olarak…” diyordu Kerem. İşte o nedenle o karelerin altına “Söz mü Kerem ?” diye yazdım. Bu aralarda PY’da süren pazarlıklar olumlu sonuçlanır da “Bilişim Akademisi” yapmaya uygun büyük bir alan için beklentiye uygun bir sonuç alınırsa Kerem’e bunu teklif edeceğim. Kerem “Ben de okuyorum” derse bu mesajıma yanıt gelir. Neden olmasın ? İnşallah !

PY’da bunlar gündeme düşerken İngilizler de boş durmuyor. İngilizleri gören İsveçliler ve Çinliler de devreye giriyorlardı. Süreç birden hızlanıvermişti. Geçenlerde ciddi bir iş dünyasının densiz birlik başkanı sahneye çıkmış çaresizlik sergiliyordu. Öyle bir duyuru yapıyordu ki sanki fesli bunağın “Keşke Yunanlılar kazansaydı” deyişi gibi geldi bana sözleri. Birliğindeki iş varlığına 220 milyar dolar değer biçip de “Gelsin bir yabancı; koysun cebine 40 milyar dolar ve bizi satın alsın” benzeri sözleri yüreğimi acıtmıştı. Şimdi de İngilizler boş durmuyor ve görelim Mevlam neyler neylerse güzel eyler. Yazım nereden yola çıktı ve nerelere uğrayıp nerede konakladı ?

Pek yakında Netgillerden çağrı geldiğinde CUMUCAWI Testi ile bir toplantıya katılmayı düşünüyorum. Bu toplantı öncesinde herkesin “Finansbank Öyküsü“nü okumasını ve kriz öncesi, sırası ve sonrasında varlık değerinin nasıl dip yaptığını ve nasıl zirveye çıktığını öğrenmelerini istiyorum (700mio$ dan 86mio$ a ve beş yıl sonra 5.500mio$). Hüsnü bey bunu nasıl becerdi ? 

Kollektif Ruh

Bu densizin, çaresizliği yansıtan bu yaklaşımına dalınca yetmiş dört yıl içinde dikkatimi çeken dört “Kırılma Anı“nı yeniden, bir kez daha düşünmeden duramadım. İlki 1970 yılındaydı. Ünlü Baba iktidardaydı. “Yetmiş sente muhtacız” dedi ve %70 devaluasyon yaptı. Dolar zıpladı. Enstitüde devlet memuruydum. Bereket aynı yıl içinde 657 Sayılı Devlet Personel Yasası kabul edildi. Böylece 35 Asli ile 525 TL olan maaşım 1.350 TL na çıktı. Bu nedenle devaluasyon ve enflasyon nedir pek anlamadım. İkincisi 1994 yılındaydı. Özel sektörde dokuzuncu yılımdı. Yeni satış sorumlusu olmuştum. Ara yöneticiydim. Ara yöneticinin “Tampon Rolü” ile ne İsa’ya ne Musa’ya yaranamadığını çok iyi anlamıştım. Dolar yine zıpladı. Türk Lirasının değeri yarıya düştü. Ünlü Babanın öğrencisi hanımın “5 Nisan Kararları” açıkta yakalananları yaktı, geçti; deldi, geçti. Ne Ünlü Baba ne de Öğrencisi Hanım “Teğet geçti” demediler. Gerçeği gördüler. Yanlışta ısrar etmediler. Gereken kararları aldılar. Gereğini yaptılar. Şimdilerde ise ne padişah ve ne de damadı “Acı Reçete” uygulamamakta ısrarlılar. Çünkü yakındaki yerel seçimlerdeki oy kaygıları ağır basıyor. Muhalefet ise kendi derdinde. Üzerlerine “Ölü Toprağı” serpilmiş.  Nereye kadar ? Her neyse ! Biz yine 1994 e dönelim. Krizin ani ve kalıcı etkileri yakıcıydı. Avunulacak taraf, çalıştığım CIgillerin 150 yıllık geçmişinin mirası olarak yapıların ve sistemlerin sağlam oluşuydu. Buna ek olarak çalışanların birbirine olan güveni de tamdı. Yine de “Koyunun can derdi ile kasabın et derdi” aynı önem ve öncelikte değildi. Aklın yolu birdi. Satışlar artmıyorsa masrafları azaltmak şarttı. Ortak karar “Tasarruf etmek“ti. Bunun için iki seçenek vardı. İlki eleman çıkarmaktı. İkincisi ödemeleri minimize etmekti. Nabız yokladılar. Hiç eleman çıkarmadılar. Ödemeleri en aza indirmeyi ve çalışanların özveride bulunmasını “Kollektif Ruh” olarak gördüler ve bu yolda karar kıldılar. Bu karar alınmazdan hemen önce depo görevlimiz HY’ın bana yazdığı mektubu 1994 ajandama yapıştırmıştım. İşte o mektup:

24 Yıl önceydi; ülkesel kriz tasarruf yapmayı gerekli kılıyordu. Ara yönetici çırpınıyordu. çalışanın korkuları fazlaydı ve bakın nelerden vazgeçmeye razıydı…

CIgiller köklü ve ana firma destekli yapılarıyla, güçlü sistemleri ve çalışanların gönüllü ve özverili çalışmalarıyla bir yılda krizi atlattılar. Krizden ustalaşarak çıktılar. Büyümelerini sürdürdüler. Ancak iki yıl sonra (Mart 1996) global sektör dinamiklerin baskısı altında düşman gibi pozisyon alan rakipleriyle birleşme kararı aldılar. Bu karar “Atom Karıncalar“ın başına göktaşı gibi düştü. CIgiller, SAgillerle birleşip NOgiller oldular. Bu birleşmenin kimyası oluşmadı. Bir potada kaynayıp da bakır ve kalaydan Tunç olamadılar. Daha çok salata kasesinde kendi özelliklerini koruyarak yola devam etmeye çalıştılar. Olmadı. Çok geçmeden, üç yıl sonra (Aralık 1999) ikinci bir global birleşme yaşandı. İsviçreli NOgiller, İngiliz ZEgiller ile birleşti ve Syngiller ortaya çıktı. İşte bu üst üste gelen iki global birleşmenin kümülatif etkilerinin üstüne bir de 2001 krizi patlayınca seyrettik biz gümbürtüyü. Ne yapı sağlamdı ne de sistem. Çalışanlar ise henüz birbirlerine yeni merhaba diyorlardı. Yeni bir yapı test edildi. “Kuvvetlerin Ayrılığı” prensibine işlerlik kazandırmaya çalışırken bir “Başıbozukluk” ortaya çıktı. Herkes “Ben senden daha önemliyim” sevdasına düştü. İşte bu etkiler altında 2001 krizinden sağ çıkabilmek için, ayakta kalabilmek için, hayatta kalabilmek için artık iki seçenek yoktu. Tek bir seçenek vardı. O da eleman çıkarmaktı. Pazarlama bölümünde 16 kişiydik ve 9 kişi çıkarıldı; 7 kişi kaldık. Çıkanlar mı yoksa kalanlar mı daha şanslıydı sorusuna farklı yanıtlar bulunabilir. Demem o ki; 1994 de “Kollektif Ruh“la haklarımızdan vazgeçtik; 2001 de arkadaşlarımızdan. İşte 17 yıl önce Ege Beyin köşesinden dile getirdikleri. Bugünden farkı var mı sizce ? Bugün de “Babaya racon kestiriyorlar“. Bugün de “Bu da geçer yahu” deniyor. Demek ki tarih tekerrür etse de ders alınmıyor.

Rahmetli Baba’ya “Kurtar bizi baba” diyorlardı;şimdilerde ise “Yaktın bizi Baba” diyecekler ve “O” da “Ben sizin babanızım; ben ne dersem o olur” diyerek “Bu da geçer yahu” diye teselli bulacak !

Bugün 2018 krizinin etkileri altında “Satışı Artırmak ve Masrafları Azaltmak” için neler yapılabileceğini zaman gösterecek. Ya pazar bir şeyleri dayatacak ya da biz gönüllü olarak birşeyleri, taşın sert olduğunu anlayıp ateş yakmadan yapacağız. Görelim bakalım CUMUCAWI Testinde neler yazacaksınız ?

Elimdeki iş kitabı özetinin son sayfasındaki boşluğa “İki Pizza Örneği” yazmışım. Nereden ve neden esinlenip de yazdığımı bilmediğim iki pizza örneğinde “Taban Fiyatı” ve “Hazza Yaklaşmak” ile “Tavan Fiyatı” ve “Acıdan Uzaklaşmak” dürtülerini anlatmaya çalışmışım. Bu örnek bana SSTC’deki “Altı Satın Alma Dürtüsü“nü anımsattı. Bu örneğin ana mesajını bir başka yazıma konu yaparım.

“Süper Pizza” nın süperliğinden vazgeçebilmek çok kolay değil. Peki ya bedeli !

Sağlık ve esenlik dileklerimle; açık ve aydınlık yollardaki serüvenleriniz zor koşullardaki sıkı hedefleriniz için sizi “COPCU” akrostişindeki gibi yaratıcı kılsın; fırsat yaratıcı kılsın; yarattığınız fırsatlarda yetkin kılsın; yetkinliklerinizi beceriye dönüştürüp verimli kılsın, üretken kılsın; özgün tarzınızla sizi ayrıcalıklı kılsın… Güç sizde. Siz yeter ki isteyin. Siz yeter ki pes etmeyin. Siz değiştirme cesaretinizi ve kabullenme sabrınızı hep güçlü tutun. Aradaki farkı anlamak, doğru seçimler yapmak için bilgelik yolculuğunuzu keyfili kılın.

Öykücü