Yaşam Büfesinde “…cide”

“…Bir merdiven ister iki ayaklı biçimde açılmış olsun, ister duvara dayalı olsun, asla onun altından geçilmemelidir derler. Uğursuzluk getirdiğine inanılan bu davranışın geçmişi iki nedene dayanır; Açık ya da kapalı bir merdiven üçgen biçimini oluşturur. Üçgen ise doğu ve batı inanç sistemlerinde kutsallığı simgeler. Bu üçgenin içerisine bir biçimde giren bir kişinin, orada var olduğuna inanılan kutsallığı bozduğuna inanılır. Merdiven altından geçmemenin bir diğer gerekçesinin kökeninde ise ölümü çağrıştırması vardır, ki bu da insanların alanlarda idam edildikleri dönemlere değin uzanır. Açık merdiven, idam sehpasını çağrıştırır… Tuval’in sehpası da merdiven gibidir. Karar anlarında elinde fırça ne yapıp ne yapmayacağına düşünürsün. Dört seçeneğin vardır ve karar vermenin son hecesi de “..cide” dir…”

Yaşam Gölünün karşı kıyısı görünürken elinizde fırça, önünüzde tuval; dört seçeneğiniz var

Merhaba

Dün sevgili dostum Ersin (Prof.Dr.EEO)’le buluştuk. Mayıs ayı buluşması hazırlıkları vesilesiyle ilişkilerimizin daha bir keyif verici olduğunu görüyoruz, mutlu oluyoruz. Bu buluşmalar “meşgale” den bir adım ötede “işe yaramak” duygusu ile günümüzde renk katıyor; değer katıyor. Seviniyoruz. Otel organizasyonu ve ödemeler tamam; katılımcılar netleşti (41 oda ve 77 kişi). Sevgili Mehmet (Özalkan) de sık sık telefon ediyor. Kesin sayıyı öğrenmek istiyor. Belli ki yine bize, grubumuza bir sürpriz yapacak. Sanırım bu defa Gaziantep’ten kalıcı bir anı ile daha derin bir iz bırakacak bu buluşmamızda. Peşinen teşekkürlerimizle. Dün blogumda bir yazdım ve bugün yine yazma hevesim depreşti. Neden mi ?

Birinden yardım istemek aslında ona yardım etmektir”. Çünkü hem bir yardım sunma şansı verdiğiniz için mutludur; mutluluğunun artmasına yardımcı oluyorsunuzdur; hem de onun kendisini geliştirmesi için yeni bir ufuk açıyorsunuz ya da yeni bir patikada ilerlemesine neden oluyorsunuzdur. İşte bu düşüncelerin etkisi altında Ersin’le buluşmalarımız bana apayrı bir keyif veriyor. Teşekkürler Ersin. Dün Ersin’e de söylediğim gibi “Çeşme-Çatı-Çeyizlerim” kış karmaşası içinde olduğundan aradığımı bulamıyorum. Bulabilirsem eğer 1969 yılında Polatlı’da yemekhanenin kapısı önünde elleri çenelerinde düşünceli, özlemli ve mutlu iki dostun “Medine Fukarası” olarak tanımladığım siyah beyaz fotoğrafını kordum bu yazımın bir yerine ya da eklediğim görselin bir karesine… İnşallah bir başka sefere. Bu yazımın ve eklediğim filmin amacı ne ? Hedef kitlesi kim ?

Önce ikinci sorunun yanıtı, hedef kitlem bu kez özellikle ZM68 Grubum ki cepten WhatsApp kanalından bu mesajı iletmem çok olanaklı değil. Bu nedenle blogumda yazıyorum ve cepten link verip yazımı okumalarını ve eklediğim film üzerinde düşünüp de Kuşadası buluşmamıza (Mayıs 10-13, 2018) hazırlıklı gelmelerini istiyorum. Hazırlıktan amacım, anılarını, düşüncelerini “Tuval ve Fırça” ektileşiminde “Karar Anları” olarak öyküleştirmelerini sağlamaya yardımcı olmaktır. İstiyorum ki kimi anıların öğretici, ustalık yolunda katkı sağlayıcı ve yaşam gölünün karşı kıyısı görünürken kalıcı mesajlar versin ve bunların kayda geçsin. Bunları yazarken masamın üzerinde abonesi olduğum Atlas Dergisinin Mart 2018 sayısının ekindeki “Arkeolojinin Destanı: TROİA” cep kitapçığı var. Gerek “Truva Atı” ile hiçbir şeyin göründüğü gibi olmadığı ve gerekse “Aşil’in Topuğu” ile hemen hepimizin birer zayıf noktamız, yerimiz, zamanımız ve mekanımız olduğunu çağrıştırdı “Karar Anları“mı düşününce… Belki de bu iki kavram (Truva Atı ve Aşil Topuğu) karar anlarında elimize fırçayı alıp da tuvalimizde dört seçenekten neyi, neleri, nasıl, ne kadar, neden yaptığımızın kritik tetikleyicileri olmuştur yaşam gölündeki çırpınışlarımızda. Bunun için filmden kimi sahneleri yazıma eklemeden önce “Aşil Topuğu”na yer vermek istiyorum.

Efsaneye göre, ‘Akhilleus-Aşil’ adıyla bilinen yarı tanrı, küçüklüğünde annesi  tanrıça Thetis tarafından koruma içgüdüsü ile ayağından tutularak ölüler ülkesinin ırmağı Styx’e batırılır. Tam bu sırada Zeus’un gelmesiyle topuğu dışarıda kalan Aşil’in sadece topuğundan vurularak öldürülebileceği söylenir. Truva’ya kaçan Helena’yı geri almak için yapılan Truva Savaşı’nda  Helena’nın sevgilisi “ölümlü erkeklerin en güzeli” olarak bilinen Paris’in zehirli okuyla topuğundan vurulan Aşil, tek zayıf noktasından aldığı bu yara yüzünden can verir. Aşil’den dolayı, baldırın arka kısmındaki kas grubunun, topuk kemiğine birleşmesini ve ayağın aşağı-yukarı hareketini sağlayan yapı, aşil tendonu” adını taşıyor. ”Aşil’in topuğu” sözleri bizlere hep aynı şeyi söyler: Sahip olduğumuzu hissettiğimiz güç ne kadar büyük olursa olsun,  hepimizin bir zayıf noktası vardır.

Bir psikolog olan Petruska Clarkson “Aşil Sendromu”nun isim babasıdır. Clarkson, mitolojideki öyküler ve efsanelerdeki karakterlerle özdeşleşerek yaşamın sorunlarına ilişkin düşünmeyi ve gerekli dersleri çıkarmayı,  yaşamın anlamını bulmak ve yaşamlarımıza anlam katmayı, ortaya çıkan sorunlar ve ikilemleri  çözmeyi  insani  bir yol olarak görmektedir. Masalların ve eski öykülerin gündelik bilincimizi önemli şekilde etkilediğini ileri sürmektedir. Aşil gibi  ölümsüz bir kahramanın da zayıf noktası vardır ve ölüm onun için de geçerlidir.
Aşil  Sendrom”lu insanlar, aslında başkalarınca çok yetkin ve başarılı bulunan insanlardır, ama bunlar kendilerine başkaları kadar güven duymazlar, kendilerini başkalarının gördüğünden daha zayıf hissederler, bunun için daha çok çalışıp, daha çok enerji harcarlar, bu nedenledir ki gerginlik yaşarlar (Bu ifade özellikle sevgili Utku’nun Nisan ayı içinde gerçekleştireceği “Başarı, Kariyer, Liderlik yolunda iş ve özel Yaşam Dengesi” öğrenme yolculuğunda ufuk açacak bir bağlam oluşturabilir).  Kendi aşil topuklarını gizlemek için bitkin düşerler, güçsüz kalırlar, çünkü kendilerine güvenleri yoktur. Bu yönlerini gizleyebilmek için çeşitli savunma mekanizmaları geliştirirler, bu davranışlar onları bir takım sınırlama veya engellerle daha da zorlar. Aslında toplumca başarılı ve yeterli  bulunan bu insanlar kendilerini bu şekilde  görmezler, bir gün gelip birilerinin kendilerine eksikliklerini söyleyeceklerine, zayıflıklarını  keşfedeceklerine inanırlar. Kendilerinde var olduğunu düşündükleri zaaflarını Aşil’in topuğuyla özdeşleştirirler.
Bu kişiler ne kadar yetkin, üretici  ve başarılı işler yapmalarına rağmen, bu insanlar hep geride durmaktadırlar, var olduğuna inandıkları Aşil topuklarını saklamak içgüdüsüyle öne çıkmamaktadırlar . Böyle  “aşil sendromlu” insanların daha iyi ve daha güzele ulaşmaları için bu sendromdan kurtulmaları, özgüvenlerini  kazanmaları, içlerindeki prangaları söküp atmaları gereklidir. Tabii bu konuda bizler gibi belirli yaş ve deneyime ulaşanların özellikle gençleri yüreklendirmeleri, her insanın aşil tendonunun olduğunu, önemli olanın bu tendonun varlığından çok,  fonksiyon görmesi olduğunu anlatmamız gereklidir (https://argoscelik.blogspot.com.tr/2011/10/asil-sendromu-asil-topugu-efsanesi.html; http://www.testler.org/test.php?test=183).
Gelelim bizim konumuzda: “Bir gün kovanız dolduğunda, kritik bir karar anı yaşarsınız”. Tuvalinizi kurarsınız. Fırçayı elinize alırsınız. Düşünürsünüz. Neleri, nasıl, neden, nerede ve ne kadar yapacağınıza karar vermeye çalışırsınız. İşte o an bir “..cide” anıdır. Başına “de…” eklenmiş olan “..cide” ile ilk tanışmamın üzerinden elli beş yıl geçmiştir. Daha sonraları başında mesleki hecelerin yer aldığı birkaç “..cide” ile daha anlamlı beraberliklerim oldu. Özellikle Bornova Zirai Mücadele Araştırma Enstitüsündeki öğrenme yıllarımda “..cide“lerle içli dışlı oldum. Daha sonra CINOS’un üç evresinde, dört farklı rolde geçen 24 yılımda her yanım, her zaman, her ortamda “..cide“lerle doldu. Böylece “..cide“li kırk yılımı tamamladım derken ABG ve AS beraberliklerinde de “..cide” günlerim sürdü. Böylece en masum şekliyle ilk defa tanıştığım “..cide” daha sonraları zihnimin paradigmalarında öğrenme ve ustalık yolculuklarıma yeni yeni pencereler açtı. İlk tanıştığım “..cide” basit, düz, anlamlı bir sözcüktü: DECIDE ve “Karar Vermek” demekti. Bu anlamın ötesini düşünmemiştim. Karar vermenin öncül ya da ardılına bakmak gereğini hissetmemiştim. Ne zaman ki mesleğimin “Bitki Koruma” alanında şekillendiği süreçte “Pesticide, Insecticide, Fungicide” gibi “..cide”lerle tanıştım; bu iki sözcük “Eritme Potası (Melting Pot)” da buluştu. Ya da daha doğrusu “Salata Kasesi“nde bir araya geldi. Aklım yorum yapmaya başladı. Örneğin bu buluşmadan”Böcek Öldürücü” demek olan “Insecticide” nin ölümcüllüğü yaratan “..cide“siyle, “Karar Vermek” demek olan “Decide“nin “..cide“sinin benzer etkiye sahip olduğunu anladım: Öldürmek. Karar verdiğimiz anda neyi öldürdüğümüzü düşündüm. Yanıt gözümün önündeydi. Karar vermenin “seçenek öldürmek” demek olduğu apaçık ortadaydı. İşte Mayıs ayında ZM68 olarak ellinci yılında buluştuğumuzda daha önce yaptığımız gibi bir “sohbet gecesi” düzenlemeyi düşündüğümüzde sevgili Ersin’le birlikte bu “Seçenek Öldürmek” ten yol çıkarak bir kavramda karar kıldık (diğer seçenekleri öldürerek). Bu kararın öncülünde neler vardı ?
Bu sorunun yanıtı için de 2013 Antalya ve 2017 Kuşadası beraberliklerimizden seçtiğim birkaç karede görebiliriz. Beş yıl önce yine Mayıs ayında üç günlük Antalya buluşmamız çok heyecanlı olmuştu. Çünkü kimi arkadaşlarımızı mezuniyetten bu yana 45 yıldır görmemiştik. Sam’leşen Şükrü’müz bile tee Florida (ABD)- Key West’ten gelmişti; sağlık sorunları yaşamasına rağmen. Tadı damağımızda kalmıştı. Ertesi yıl Ökkeşgillerin ev sahipliğinde Gaziantep buluşmasının da çok keyifli geçtiği anlatılıp durdu. Ne yazık ki biz birden gelişen, ciddi bir sağlık sorunu (ITP/IdıopathicTrombosisPurpurea) nedeniyle katılamamıştık. Nasip değilmiş. Her şey nasip meselesi. Üzüldüğüm tek nokta böylesi beraberliklerde her zaman en önde katılımcı olan “Tatlıgil Ailesi”nin bu kez aynı otelde buluşma nedeniyle aramıza katılmayacak olmaları. İnşallah sağlık ve esenlikli günler bir başka sefere eksiksiz buluşma olanağı verir de bu üzüntüm geçici olarak kalır. Bu yıl, ellinci yıl kutlaması beraberliği için toplanmaya beş yıl önce karar vermişken neden geçtiğimiz yıl toplanıvermiştik ?
Bu sorunun yanıtı da net; yetmişi aşan bizler, yaşam gölünün karşı kıyısı görünürken “Kimbilir zamanın tuvalinde neler var ?” diye düşündük ve “yaşıyorsan bitmemiştir” inancıyla beraberliği sıklaştırmayı, sıkılaştırmayı istedik. İyi ki toplanmışız. Geçen yıl buluştuğumuz Kuşadası’ndaki otelin havuzunun yanında dolup boşana bir kova dikkatimi çekmişti. Kova dolunca dökülüyor ve etrafa sular taşıyordu. Yaşam Büfesinin önünde girdiğimiz sırada kalmaya ve ustalıkla öne geçmeye çalışırken kendi kovamı düşündüm. Ne zaman dolduğunu ve dolduğunun nasıl farkına vardığımı düşündüm. Beş yıl önce programda olmayan, kendiliğinden gelişen (!) bir “Konuşma Halkası” beraberliğinde “Kırkbeş yıl size ne öğretti ?” sorusuna özgün yanıtları video kayıtlarımla toplamıştım. Bunlardan “Kız Arkadaşlarım”dan seçmeler yaptım. Yetmişi aşsa da torunlar olsa da onlar hâla ve her zaman “Kız Arkadaşlarım“. Sıkılmadan, ilgiyle izlenebilecek bir uzunluğu korumak için birkaç örnekle yetinmek zorunda kaldım “Kırk beş yılın neler öğrettiğine” dair yaşanmışlıklardan. Bunların arasına bir de 1999 depremini tüm acılarıyla yaşayan ve yeniden yaşam dönen şükürlerle dolu sevgili Hulusi’nin “Hayal” ile ilgili değerli sözlerini ekledim. Şu sözlere kulak verirsek neler neler canlanır yetmiş yıllık yaşam serüveninde ?
Kezban diyor ki “Yönetildim. Yönettim. Ama hep çırpındım. Hep bir mücadele ve Kezban’ı özleyeceğiz; bu kez beraberliğimize katılamıyor diye biliyorum. İnşallah bir başka sefere.
Gülter ne diyor ? “İnsanlar hakkında peşin hükümlü olmamayı; biraz sabırlı olmayı, biraz cesaretli olmayı öğretti kırk beş yıl bana”. “Sabır ve Cesaret” >> Başarı Formülümdeki “2P” nin mesajı da bu : “Sabır ve Sebat; İnat ve Israr“. Yapabilene ne mutlu ! Teşekkürler Gülter.
Gönül’den hangi mesaj gelmiş ? “Hayat ne getirdiyse onu olduğu gibi kabul etmeyi öğretti”. En zor şeyi öğretmiş kırk beş yıl sevgili Gönül’e. Bu öğrenmenin kalıcı anlamı “olgunluk” tur ki siz olgunluğu nasıl tanımlarsınız ?
Sezgin belli ki önemli bir sağlık sorunuyla mücadelenin ardılında tuvalinin önüne geçip de eline aldığı fırçayla yeni “..cide” lerle yaşam gölündeki kulaçlarına yeni yönler vermiş: “Kararlı olmayı ve yılmamayı öğretti. Ama son 5/6 senedir de artık her şeyin merkezi kendim olmayı öğretti.” sözleri bana öğrenme yolculuklarının başlarında yaptığım bir testi anımsattı. “Hayatta en çok değer verdiğiniz ilk üç şey nedir ?”
Ülkü’nün sözleri de yılların imbiğinden geçmiş özlü sözler :” Kaderi çok fazla değiştiremiyoruz. Olan şeylere karşı hoşgörülü olmayı öğrendim de bence “mükemmellik nedir, nasıl oluşur ?” sorusuna verdiğim yanıtımı düşündürdü. Bakarsın sohbetin bir yerinde kovanın dolduğu andaki tetikleyicilerde bu sözlerin de yeri ve etkisi olur. Neden olmasın ?
Alev’in beş yıl önce söyledikleriyle geçtiğimiz beş yılda yaşadıkları öğrendiklerine neler kattı ya da öğrenenlerle neleri nasıl baş etmesinde kolaylaştırdı bilemesem de sözler benim “mutluluk nedir ?” sorumun yanıtını vurguluyor: “Kendimden bir şeyler vererek faydalı olmayı ve mutluluğu böyle yakalamayı öğretti kırk beş yıl bana diyor sevgili Alev ve bu yıl bize katılamadığı için özlemlerimle selam ve sevgiler sunuyorum.
Geçen yıl, buluşmamızda sohbet konusu “Bize öykünü anlat” idi. O karelerden de bir tek benim ve sevgili Alev’in göründüğü bir kareyi kullandım. Çünkü Nisan 1985 sin son haftasıydı. Enstitü Araştırma Komitesi başkanıyım. Toplantıdan çıkmış, odama gelmiştim. Komite tartışmalarının ardılları sürüyordu. Kovam dolmuştu. Ben farkında değildim. Ancak Alev farkındaydı. Cumartesi akşamları mahkumlar restoranında birkaç kez karşılaşmış olmamız de düşüncelerini netleştirmişti. O tartışma ortamında odama sevgili Alev (Kutay) geldi. Bir elinde siyah bir bond çanta, diğer elinde bir araba anahtarı vardı. Onaltı yıllık Enstitü iş yaşamımda bir gün olsun özel sektöre geçmeyi düşünmemiştim. Alev benim adıma beni transfer etmeyi kafasına koymuştu. Alev, bir SSTC eğitmeni olduğu için “İkna Gücü” yüksekti. İki gün sonra özel sektöre geçmiştim. İşte o karar anı benim en önemli “..cide” anlarımdan biriydi. Bu kararı verirken Yaşam Büfesinde henüz sıraya girmeyi tam öğrenememiş biri olarak tuvalin önünde durduğumda neleri, nasıl ve neden yapacağıma ya da yapmayacağıma doğru kararlar veriyor muydum ? Bu etkileşimle yazıma eklediğim filme Alev’le kendimin birlikte görünüşü de eklemeyi uygun ve faydalı gördüm.
İşte bu akıl oyunlarıyla sevgili Ersin’le birlikte ZM68 Grubu olarak mesleğimizdeki elli yılın, yaşamlarımızdaki yetmişi aşkın yılın çeşitli “..cide” anlarında hangi seçenekleri öldürerek hangi kararları verdiğimizi ve bu kararlarla tuvalin önünde fırçayı elimize aldığımızda neleri azaltmayı, neleri artırmayı, neleri yeniden yapılandırmayı veya yaratmayı ve asıl önemlisi neleri silmeyi, yok saymayı, umursamamayı göze almıştık ? Sadece “geçmiş zaman” mı ? Bugün, hâla yeni “..cide”lerle karşılaştığımızda gençleri “Aşil Topuğu“nun duyarlılığı veya korkularından kurtarmak için nelerin, nasıl ve neden yapılmasını öneriyoruz, öğütlüyoruz ? Görelim Mevlam neyler, neylerse güzel eyler.
İşte bu soruların özgün yanıtlarıyla Mayıs 2018 buluşmamızda keyifli, yararlı bir sohbet yapacağımıza inanıyorum. Sağlıcakla kalın, açık ve aydınlık yollardaki ustalıklarınız akılla, yürekle, emekle ve sağlıkla huzur dolu olsun.
Öykücü