Yaşam Büfesinde “Ortanca”

 

“….Thomas’a göre bir takımın basketbol başarısı rakibinden daha fazla sayı atmasına bağlıydı. Thomas haklıydı. Ayakta kalmanın, hayatta kalmanın ilk koşulu rakibi yenmekti ve bunun da ölçüsü skor levhasındaki sayılardı. Bu düşünceyle Thomas skor ortalamalarına bakarak ücret, prim ve oyunda kalma sürelerini ödül olarak belirledi ve takımın her üyesini buna göre seçti. Takımını en çok sayı yapanlarla oluşturdu. Ancak maçların %66 sını kaybederek dört başarısız sezon geçirdi. Thomas nerede hata yapmıştı ? Neden en çok sayı yapanlar bir araya gelince takım neden başarılı olamamıştı ? Hata neredeydi ?…”

 

Kendinizi sorgulayın

 

Merhaba

Ben Thomas’ı tanımam. Dünyanın en iyi futbolcularından (benim çağıma bakarak Pele’li, Beckenbauer’li) kurulacak takımın başarısız olacağı öyküsünü de daha önce duymuştum. Neden bugün böyle bir konu aklıma düştü ? Bugün Işıkkent’teyim. Yeni yılın çizilmiş yol haritasındaki köşe taşları konusunda genç öğrenme yolcularıyla kısa bir sohbet toplantım olacak. Daha doğrusu yönetici, lider, lider yönetici ve kolaylaştırıcı koç rollerini üstlenen genç otoritenin genel görüşme toplantısının açılışında kimi mesajları iletmeye çalışacağım. Kuşkusuz bu mesajlar “GAT/MAS/RAW“lı olacak ve ilk seslenişim de çoğu zaman olduğu gibi “Kendinizi sorgulayın” la başlayacak.

Genç otoritenin üstlendiği rolün olası çıktılarını, sonuçlarını onbeş yıl önce VOS (Syngillerin Sesi) global anket sonuçlarının aklımdaki izleriyle düşünüp maziye bir bakıveriyorum. Bunu neden yapıyorum ? Bugün Netgillerin öncül ve ardıl olarak iç içe girmiş olan gelişme süreçlerinde genç otoritenin avantajlarını gördüğüm için “Filler ve Karıncalar” şirket kıyaslamalarının öğretileriyle, artan umutlarımla yapıyorum. Fark nerede ?

Hemen her yıl “Daha iyi olacak” umuduyla sürekli revize edilen “Performans Yönetim Sistemlerinde” yine hemen her yıl “Tüh Allah kahretsinle” sonuçlanan “keşkeler” ya da Todd Rose’un sözcükleriyle “eğer-ise“ler (i görememek) yaşadım CINOS’taki 24 yıllık serüvenimde. Syngillerin sesi anketleriyle karar vericiler başarısızlık nedenlerini bulmaya çalıştılar her seferinde. Aslında konu basitti. Nedenler netti. Her şey ayan beyan ortadaydı.

Aynı soru aynı kişiye iki otorite figürü için soruluyordu ve çıkan sonuçlar akıl karıştırıyordu tek boyutlu ortalamanın etkisi altında. Örneğin:

*”İlk amirinizin (örneğin satışçı için coğrafik ve fiziksel olarak aynı ortamda aynı zaman diliminde yaşayan bölge müdürü) haklarınızı koruduğuna güveniyor musunuz ?” sorusunun yanıtları (5 seçenekli yanıt)  ortalama “%95 güveniyorum” gibi çok yüksek çıkarken;

*”Üst yöneticinizin (örneğin satışçı için bölge müdürünün ilk amiri olan satış müdürü ki satışçı ile arasında hem mekan ve hem de zaman uzaklığı söz konusu) haklarınızı koruduğuna güveniyor musunuz ? sorusunun yanıtlarının (5 seçenekli yanıt) ortalama “%20 güveniyorum (daha doğrusu ~%80 güvenmiyorum)” gibi çok düşük kaldığı ortaya çıkıyordu. Ortalamalara bakıp da bir karara varmak ne kadar doğruydu ? İlk amiri ödüllendirip üst yöneticiyi cezalandırmak mı gerekiyordu ? İlk amire güvenmek ya da güvenmemek, üst amire güvenmek, güvenmemek hangi bileşenlerin etkisiyle, hangi bağlamda oluşuyordu ?

İşte bu sorular aklıma takılınca “Ortalama” yerine “Ortanca” kavramına döndü aklım yıllar sonra. Neden yıllar sonra ? Enstitü yıllarımda özellikle deneme sonuçlarında ortaya çıkan farklılıklarının önemli olup olmadığı, daha doğrusu istatistiksel olarak “manidar / significant” olup olmadığını saptamak için analizler yapardık. Önce “F Kontrolu” veya “t Testi” ile farklılıkların önemli olup olmadığını, daha sonra da “LSD Testi, Duncan Testi, Ortogonal Parçalama” gibi  metotlarla önemi görülen farklılıkların gruplandırılmasını yaparak bir kanıya varırdık. Thomas bey de mutlaka basketbol takımına en iyi sayı oyuncularını seçerken benzer analizler yapmıştır. Bu seçimlerde her zaman baz değeri “ortalama” olmuştur. Ortalamayı “Ağırlıklı Ortalama, Tartılı ortalama” diye detaylandırıp daha doğru hesaplamaya çalışırdık. Doğal varyasyonlar için de “Ortalamanın Standart Sapması” ve “Ortalamanın Standart Hatası (ya da Sapmanın Hatası)” gibi yan değerlerle ortalama bazlı yaklaşımlarımıza yan bakış açılarıyla duyarlılık da katardık. Bu nedenle “Ortalama /Mean” kavramı iş hayatımın uzunca bir döneminde odağım oldu.

Arasına 1986 yılında “Les Barges (Montrö/İsviçre)” da geçen iki haftalık mesleki öğrenme yolculuğunda “Median” diye bir kavram girmiş ise de bir fanteziden öteye geçmedi ustalık yolculuğumda. Yer aletleriyle, uçakla ilaçlama yapıp, suya duyarlı kağıtlar üzerinde kalan damlacıklardan ilaçlamanın kalitesini, dağılımını analiz ettik. Bunu yaparken ilk defa “VMD ve NMD” diye iki kısaltma çıktı karşıma. Açılımları “Volume Median Diameter ve Number Median Diameter” idi. “Median” median olarak kaldı aklımda ve 2018 yeni yıl hediyesi olarak sevgili Utku’dan “Ortalamanın Sonu (Todd Rose)” kitabını hediye olarak alınca “Median” artık “Ortanca” olarak anlam kazandı, etkinlik kazandı belleğimdeki yerinde. Böylece otuz iki yıl sonra Les Barges’daki “Median”ın ne demek istediğini tam manasıyla anladım. Bunu siz de çok güzel bir şekilde şu linkten izleyeceğiniz median anlatımı ile median kullanmanın anlamını görebilirsiniz (https://www.youtube.com/watch?v=rkAgk1j0p0k).

Böylece Thomas’ın yaptığı hatayı, tek boyutlu değerlendirme ile seçim yapmanın, değerlendirme ve ödüllendirmenin ne denli hatalı olacağını anlayabilirsiniz. Thomas beyin bu seçimi bana önceki yazılarımdan birinde sözünü ettiğim “Wobegon Gölü” etkisini anımsattı (https://www.guncelpsikoloji.net/sosyal-psikoloji/wobegon-golu-etkisi-h2389.html). Öyle bir köy düşünün ki buradaki bütün çocuklar ortalamanın üstünde yetenekli olsunlar. Paradoksiyal bir arayış değil mi ? Bu konu çok güzel ve uzun; bu nedenle bir kısmına bir mesajla verip yazımı bitireyim.

Todd Rose’un kitabını henüz bitiremedim. Araya üç adet Özdil kitabı girince, Tonguç ve Enstitüleri de elimden düşmeyince Ocak ayında okumalarım azıcık dağınık oldu. Bu dağınıklığa biraz da Netgillerin yeni yıl programlarına yardımcı olma gayretimin akıl takıntıları ve Bitcoincilerin gelgitlerinde yaşadığım huzursuzluğumun gönül yorgunlukları da eklenince verimliliğim düşük oldu. Bugün Işıkkent’e gelince (Netgillerin merkezi) ve öğle yemeğinden sonra kendime bir misyon yükleyince hem kitabı okumakta ve hem de algılarımı blogumda ortaya sermekte hızlanıverdim.

Todd’dan beni etkileyen bir seçme ile yazımı bitiriyorum. Ben “kendinizi sorgulayın” diyorum. Todd bey de “kurtulmamız gereken en önemli gözbağları kendimizi görmemizi engelleyenlerdir” demiş. Çok da güzel demiş. Kendi dalgalı profilinizin farkına varın. Çok boyutlu ve zayıf korelasyonlu değişkenlerden sizi siz yapanlarını kendi bağlamı içinde düşünüp daha bir ustalıkla kararınızı verin ve Kerem’in “Teknoloji Zirvesi-Fark Yaratan Şirketler Panelinin Kapanış Konuşmasını” anımsayın: Hiç bir emek boşa gitmez. Emeksiz yemek olmaz”.

Yolunuz açık ve aydınlık olsun.

Öykücü