“…Manava gelen müşteri doğruca limon tezgahına yürüdü. Limonları seçmeye başladı. Eline aldığı her limonu azıcık okşayarak “Bu erkek” diyerek geri bıraktı; elindeki torbaya atmadı. Bunu birkaç defa tekrarlayınca manav dayanamadı ve “Hemşehrim sen limonları sıkmak için mi alıyorsun yoksa… mi ?” dedi. Manavdan canı sıkılarak çıkan adam yolun karşısındaki ineği gördü. Dayanamadı ve “Neden böyle melül melül bakıyorsun ?” diye ineğe sordu. İnek acı bir gülümsemeyle “Seni de yılda 364 gün sıksalar bir gün… sen de böyle bakarsın !” dedi…”
Başarının Bileşenleri (1985-2009) ve Genç Meslektaşlara Öneriler (14.12.2017)
Merhaba
Yılın üçüncü gününde hava yağışlı olunca Çeşme’ye gidemedik; evlerdeki durumu kolaçan etme isteğimiz ne kadar ağır bassa da… Bu arada aklımız sevgili Can’ın bebeği için dualarla İzmir’de yakın durmaya daha hazır olduğu için bu gidemeyiş de bizi pek etkilemedi. Belki de yarın ya da cuma günü gidersek Ümit ve Pınar da gelebilir bizimle diye sevindik de. Yeni bir yıla gireli üç gün oldu. Dünya ve ülke gündeminde değişen bir şey yok; artan zorlukların dışında. Yerli uzun adam ve benzeri iş adamı otoritelerin elinde bir o yana bir bu yana savrulup duruyoruz tüm dünya sakinleri olarak. Koltuğa yerleşenlerin japon yapıştırıcıları öylesine güçlü ki; rahmetli Erbakan’ı odalar birliği (!) koltuğundan kaldırmak için bir kez daha çatıdan girmeye çalışmanın bile faydası olmaz. Yerli (ve fakat kesinlikle milli olmadığına inandığım) uzunadamla Amerikalı mevkidaşının benzer tutumları beni alıp Türkçe ve İngilizcenin küçük ayrıntısına gizlenmiş olan bir etkiye götürdü ve buna “Noktanın Fazileti” dedim. Ne demek ola ki ?
Yazımın girişindeki fıkra lise çağlarımızdan kalma bir klasik bizim “ZM68 Kuşağımız” için. Türkçenin esnekliğine dikkat çekmek istiyorum. Önce karar vermek gerek: “Noktalı mı yoksa noktasız mı istiyorsun ?“. Sorunun şekline bakarsan sanki hamburgerin içine mayonez konmasına benziyor seçenek sunmak. Ünlü hamburgerciye mayonezsiz olsun dersin yine de otomatik olarak mayonezli gelir ve para verdiğin için hapursa da köpürse de yersin (ya da belki sen yemezsin). Aklımdaki “Nokta” ile yazımdaki “Silgi” arasında bağ kurmaya çabalıyorum. Direk gibi göğe yükselmiş olan “ı” harfini ister büyük yaz (I) ister küçük (ı); Türkçe sana seçim şansı veriyor nokta koyup koymamak için. İstersen noktalarsın “i” olur istersen yalın bırakırsın kalın sesli olarak “ı” lığını sürdürür. İngilizce öyle mi ?
Değil. Büyük yazacaksan “I” ı istesen de noktalayıp “İ” yapamazsın. Elindeki Türkçe klavye ile belki yaparsan ya da yaptığını sanırsın (bu ara sanrı/kanı/inanç bir araya gelince Pazartesi gününe ait Sözcü’deki Dr.A.Sucu‘nun yazısındaki “Doxa” sözcüğüne gitti aklım Platon’un kulaklarını çınlatarak; https://dusunbil.com/sani-ve-gercek/) belki sana melül melül bakarlar ya da onların hüzünlü bakışlarına anlam veremeyip sen melül melül bakarsın etrafına. Belki de bu yazımın başlığı “Silgi” değil “Melül” olmalıydı. Düz yazının içinde kullanıyorsan ve küçükse senin “ı” harfin istemesen de o noktalar ve ne kadar ısrar ve inat etsen de kaldıramazsın noktayı ve noktalar sürer gider. Çok mu önemli ?
İş dünyasına internet baskın olunca sözel iletişim yerini başta “e-mail messages/elektronik posta” olarak yazılı kılınca noktanın fazileti (keşke dilim noktanın zerafeti diyebilseydi) ortaya çıkar. İz bırakmak isteyen bireyler (Ege Bölgesi üzümlerin kalbi olan bir kentteki meslektaşımız, müşterimiz gibi) ya da sistem disiplini ile “Ortalamanın Sonu” nu (sevgili Utku’nun yeni yıl armağanıdır “Ortalamanın Sonu” kitabı –http://www.dr.com.tr/Kitap/Ortalamanin-Sonu/Todd-Rose/Egitim-Basvuru/Kisisel-Gelisim/urunno=0001713874001 henüz hissetmeyen şirketlerin “isim.soyisim@kurumismi.com” ile kendi iletişim ağlarını oluşturmaları limon ve inek benzeri durumları yarattı. Nasıl mı ?
Internetteki erişimin öncüsü olmanın ilk heyecanlarıyla “isim.nokta@firma.com” ile mail adresini oluşturan arkadaşımızın soyadı: sıkılık idi. Adım duyulsun, şanım yürüsün diyerek “sıkılık” sözcüğü ile erişim adresini oluşturan arkadaşıma bir süre sonra “geçmiş olsun” demeye gelenler çoğaldı. Çünkü sen “sıkılık” olarak da alsan adres onayını sistem her zaman, her koşulda ve her yerde “ı”ların üçüne de üstlerine birer nokta koyarak “i” yaptı. O zaman anladı arkadaşım ateşin yaktığını taşın sert olduğunu ve Tanrı’nın silgi kullanmadığını. Haydi diyelim ki arkadaşımız yeni açılan kulvarda ilerlemeye çalışan garip bir bireydi; peki kurumsal olanlara ne demeli ?
CINOS’un ikinci ve üçüncü evrelerinde CI‘gillerin SAgillerle birleşip de NOlaşmaları (1997) ve üç yıl sonra da ZEngillerle buluşup da SYnleşmelerinde hep benzer adres yapılandırması kullanıldı (isim.soyisim@kurum.com). Büyük büyük dedelerin zamanın behrinde senin soyadını iyice düşünüp de doğru bir seçim yapmamışlarsa ceremesini sen çekersin ve bir karar verirsin. Çok zarif bir hanım arkadaşımızdı ve soyadı “şıkoğlu” idi. Gözü kör olsun İngilizce yine yaptı yapacağını ve “ş” nin kuyruğundaki eki kaldırıp “ı” nın üzerine koyup erişim adresini oluşturdu. Gerçekten de şık olmadı, zarif olmadı ama oldu bir kere. Peki sonrasında ne oldu ?
Tıpkı üç Çinli biraderin Amerika’ya göç etmelerine benzedi sonraki adım. Daha önce de yazdım ve azıcık İngilizce bilenlerin kolaylıkla anlayabildikleri bir fıkradır Bu, Chu ve Fu kardeşlerin Amerika serüvenleri. Kısaca yineleyeyim. “…Bu, Chu ve Fu üçlü Çinli kardeştir. Çin’den Amerika’ya göç ederler. Bir restoran açarlar. Bir süre sonra da isimlerini değiştirmeye ve yerel kılmaya karar verirler. Bu, Buck olur; Chu Chuck olur ve Fu Çin’e geri dönmeye karar verir…” Arkadaşımız da bir süre sonra şirketten ayrılır. Noktayı kaldırmak elinizde değilse yolu değiştirmek elinizdedir. Yolu, kaderi değiştirmekle ilgili son günlerde neler yaşadım ?
Bu sorunun yanıtı ile yazımı bitireyim. Bu arada hem yeni hem de eski laptopum giriş değerleri değiştirilen FlexMMP programına etkinleştirmeme izin vermediği için montajlarımı kodlayarak yazıma ekleyemiyorum ve Albatros’ların kafeteryasındaki hızlı internet erişimi içinde Kırgel’den gelecek yardımı bekliyorum (biraz önce yardım geldi; teşekkürler Kırgel). Son günlerde neler yaşadığıma gelince…
Yılbaşının hemen arifesinde, 2017 yılı sonu itibariyle emekli olan ve Tacikistan’dan gelerek kurumsal yolculuğunun son turunu tamamlayan büyük oğlum Ümit (52) i Adnan Menderes Hava limanından almak üzere yola çıktım. Önceden planladığımız gibi Ümit’in Audi’siyle alıp gelecektim. Audi çalışmadı (uzun süre parkta hareketsiz durduğu için aküsü mü bitti; otomatik açma ve çalıştırma aparatının kodlarında mı bir absürtlük oldu bilemedim. Telaşlandım geç kalır mıyım diye). Benim Cactus bu dönüşün bavullarını almaz; küçük gelir diyerek çözüm aradım ve telefon ettim. Netgillerin Doblo’sunu hazırladılar. Gittim. Cactus’u bıraktım; Doblo’yu alıp hava limanına gittim. Bekledim. Aldım. Geldik. Acele ettim. “Gel bir çay iç, Nato’nun yeni kurabiyesinden ye” tekliflerini kabul etmedim. Hep yaptığım gibi hemen aracı teslim edip kendi aracımı alayım diye Işıkkent’e doğru çevre yolundan yola çıktım. Hava yağışlıydı. Konvoy vardı. Trafik durmuyordu; akıyordu. Hız düşüktü. Netgillere az kala önümüzde bir kaza oldu (olmuş). Ben sağ şeritteydim. Önüm açıktı. Sakince sürüyordum. Birden orta şeritteki kamyonet önündeki kazada çarpışan araçlara çarpmamak için frenle beraber benim şeridime girdi. Ben de fren yaptım ama kaza kaçınılmazdı. Kamyonetin sağ arka köşesine Doblo’nun sol ön köşesinden çarptım. Doblo’nun önü yamuldu ve cama kadar kalktı. Meğer 3+2 lik bölümlü beş araç kaza yapmışız. Karayolları geldi; trafik polisi geldi. Telefon ettim. Hemen oğlum Kerem ve Netgilliler geldi. Gerekli yasal işlemler yapıldı. En az hasarla atlatılan bu kaza 2018 in öncülü oldu gerekli uyarı mesajlarıyla birlikte. Göz, sadece olanları görüyor. Ya görünmeyenler ! Ya Audi ile yola çıkmış olsaydım…!
Sağlık ve esenlik dileklerimle yeni yılınız, yolunuz açık ve aydınlık olsun.
Öykücü