Mustafa COPCU » Blog Archive » YaÅŸam Büfesinde “Sepet ve Kafa”

YaÅŸam Büfesinde “Sepet ve Kafa”

“…Klozetteki kılları görünce Sezarın Sezerini anımsadım tiksinerek. Zaten sevmezdim; o sözlerinden sonra yüzünü görmeye dayanma gücüm kalmadı. Ne günlere kaldık Allah’ım !…Muhabirin “Kafanız kaşındığında ÅŸapkanızı çıkarıyor musunuz ?” sorusuna “binaenaleyh…” diyerek söze baÅŸlayan sevimli ve tombul mühendis yüzündeki gülümsemeyi artırarak “kıçınız kaşındığında siz pantalonunuzu çıkarıyor musunuz ?” diyerek soruya soruyla yanıt vermiÅŸti…Bir süre sonra ikisi de rahmetli olan ve biri “klasik” digeri “romantik” iki lider de aynı mekanda gözetimli dinlenmeye alınmışlardı. Onları bir süre izole edenler kahraman gibi yaÅŸayıp hain olarak öldüler. Aydın-Koçarlı’nın “Kasaplı Köyü” çevresindeki kır kahvelerinde akÅŸam üzeri sohbetleri yapan kırmızı tulumlu adamın sözlerini davul ve zurnayla, tozu dumana katarak ÅŸose yoldan geçen konvoydaki “kurtar bizi baba !“sesleri bastırıyordu…Ve bugünlere baktım da enseyi karartmamak için tutunacak yılan aradım yaÅŸam gölünde kulaç atarken…”

Babalar ve oğullarla güncellenen bakışlara eriştiren öğrenme yolculuğundaki sorular

Merhaba

Uzunca bir süre ara verdim. Sezonun getirdiÄŸi ekstra saÄŸlık sorunları içinde düze çıkmak için azıcık katkılarım yanında kafa saÄŸlığımı korumakta güçlük çektim. “Emeklilikte en zor ÅŸey (ya da hüner) para harcamadan vakit geçirebilmektir” sözüme kendim de inanarak bazen arayışlarım oldu elimde fenerle gündüz vakitleri. Kasım-Aralık ayında aldığım beÅŸ kitabı (3 Özdil; Tonguç ve Enstitüleri; Can Öyküleri) da tam okuyamadım. Odaklanamadım. Aklımın ilgisini toparlayamadım. Düzenli okuyabildiÄŸim ve fakat sonlandıramadığım Tonguç ve Enstitüleri uzunca süre (üç hafta her gün saat 10.30/12.00 arasında) elimden düşmedi. Çünkü NezuÅŸ’un fizik tedavi uygulamaları sırasında koridorda beklerken bu kitapla zamanın geçiÅŸini ve geçtiÄŸini hissetmemeyi öğrendim. Bu kitabı okurken Köy Enstitüleri ile çocukluÄŸumun anılarını (rahmetli Mustabey amca; Saatçı Mustafa), günümüz Hindistan’ında Bunker Roy’un “Yalınayaklar Koleji” ni ve rahmetli Atatürk’ün askeri okullar için önerdiÄŸi “Beyaz Zambaklar Ãœlkesinde” kitaplarını harman etti aklım. YaÅŸarken ve özellikle de yaÅŸam gölünün karşı kıyısının  göründüğü yetmiÅŸi aÅŸan, elenecek un kalmadığı için duvara asılan eleÄŸe bakan gözlerdeki eÄŸitimin yürek acısı durumuna duyulan hüznün gölgesinde yitip giden fırsatlara üzüldüm. Bu üzüntüler beni nasıl oldu da “Sepetli Kafa” ya da “Sepet ve Kafa” beraberliÄŸine götürdü ?

YumuÅŸak lider zafer kazanmış komutan edasıyla elindeki kağıtları kürsüde sallarken “tamam ÅŸimdi bir ÅŸeyler olacak” umudumu güçlendirdim. Ne var ki uzun adamın becerisi ve otorite olmanın baskısı somut görünen durumu bile bir adım öteye taşımadı. Ãœstüne üstlük hakaret düzeyine varan yakıştırmaları da beni alıp seksenli yıllardaki “Bizimkiler” dizisindeki “Dumkof” a götürdü. “Kelle ” sözcüğüne gidince aklımın bir köşesi rahmetli sınıf arkadaşım Prof.Dr.Ali Kelle geldi aklıma. Sazını sözünü ve deneyimli biri olarak 1963 de baÅŸlayan beÅŸ yıllık beraberliÄŸimizdeki çatışmaya varan özel iliÅŸkilerimdeki gelgitlerle onu ne denli özlediÄŸimi anladım. Man adasından yola çıkan kafa yapısının çaÄŸrıştırdığı Kelle, BaÅŸ, Kafa gibi sözcükler ard arda sıralanıp gereksiz yere uykusuz geceler yarattı. Sepet bunların arasında neden girdi ?

Dün Netgillerle yaptığım keyifli sohbetin öğle arasında “Müdavim”e eriÅŸtikleri kanal olan “Yemek Sepeti“ni düşündüm. Bugünün ticari markası olmasının öncesinde yaÅŸamımda yer alan bir baÅŸka yemek sepetiydi aklımın odağına oturan. Lise yıllarımın (1960-1963) bekar, romantik aşık ve sonrasının niÅŸanlı (1964) ve hatta evli (1965/66) dönemlerinde “Bakkal Fahrettin”in oÄŸlu olan ben (Tepecik 1148 sokak, Sakız Bakkaliyesi) Mustafa’nın Ramazan aylarını düşündüm yemek sepetinin çaÄŸrıştırdıklarında. Bu altı yıllık bakkal oÄŸlu olmanın son dönem sürecinde her an (yemek, içmek, ders çalışmak, sinemaya gitmek, sevgililerimizle buluÅŸmak) birlikte olduÄŸum dostum, arkadaşım, rahmetli, sevgili Prof.Dr.Latif ÇaÄŸlayan’dı benimle kardeÅŸ gibi birlikte olan. Lâtif, Åžaban (Prof.Dr.Eren), Mahmut, Nail ve ben ancak okuyarak Tepecik’ten kurtulma ÅŸansı olan ve Kahveci Yılmaz, Polis Abidin gibi koruma kalkanları içinde kenar mahalle yaÅŸamını sorunsuz ve keyifli yaÅŸayabilen ÅŸanslı sokak çocukları gibiydik. Ä°ÅŸte bu bakkal oÄŸlu yapılı altı yılın Ramazan aylarında babam eve iftar yemeÄŸine gider ve biz (ben ve Latif) bakkal dükkanında kalırdık. Kışa gelen aylarda sabahtan yakılan azıcık kömürlü bir mangalın dayansın diye küllendirilmiÅŸ sıcaklığı çevresinde ders çalışırdık. Ara sıra da mahallenin delisi (hoÅŸ adamı) yaz kış paltolu Hasan’ı çağırır iki ÅŸarkı söyletirdik. Ä°ÅŸte bu günlerin iftar saati yaklaÅŸtığında rahmetli annem elinde bir sepetle gelirdi evden bakkal dükkanına. Sepetin içinde her zaman Tarhana çorbası; özel bir piÅŸirme tekniÄŸi ile çok farklı ÅŸekilde tatlandırılmış kıymalı yumurta ve salata ile tatlı olurdu. Lâtif mutlaka oruçlu olurdu. Ben ara sıra tutsam da annem bana kıyamaz “sen talebesin ders çalışman gerek; aç kalırsan aklına girmez. Günahları benim olsun” der ve oruç tutmamda ısrarcı olmaz, hatta tutmamam için teÅŸvik edici olurdu. Benim annem tarikattandı. HoÅŸgörüsü çok yüksekti. Annem tüm sıkıntılı süreçlerde bile bir kez olsun güller arasındaki dikenlerden ÅŸikayet etmedi ve her zaman “Allah dikenler arasında gül yaratmış” diye şükrederdi. Annem hiç üşenmezdi. Ä°ftar saatinden öne bize sepetle yemek getirir; daha sonra da eve dönüp babama hizmet ederdi. Bu kadar mı ?

Hayır. “Yemek Sepeti” ne elbise giydirdi annem daha sonra ve onu daha uzak yerlere taşıdı hem de 1966 dan babam YSE den emekli oluncaya kadar yaklaşık on beÅŸ yıl boyunca gocunmadan; bir hizmet yapmanın gönül huzuruyla. Ondan bu öğretileri tam olarak almış, içselleÅŸtirilmiÅŸ ve özveri ile güçlendirmiÅŸ olan eÅŸim NezuÅŸ da aynısını ve daha fazlası yapageldi. Hatta fizik tedavi sonrası iyi olmak yerine ayağını sürüdüğü en aÄŸrılı günlerinde bile. Buna dayanarak geçen gün Kerem’e sitem ederken gerçekten de elli yılı aÅŸkın süredir her koÅŸulda bu özveriyi özgünlükle sürdüren NezuÅŸ içindi beklediklerim. Yoksa ben yetmiÅŸli yılların sonlarında her pazar akÅŸamı babamgillere yemeÄŸe gitmeyi bir yük görürdüm. Babam ise yaptırımcı disipliniyle bunu metazori de olsa kurmuÅŸtu. Elli yılı geriye döneyim. Altmışlı yılların ortalarına doÄŸu bakkal dükkanında iÅŸler ters gitmeye baÅŸladı. Kendimizi yenileyemedik. Rekabet arttı. Aşçı Hüseyin’in oÄŸlu Fahrettin de karşımıza bakkal dükkanı açtı. Yeni bir dükkandı. ÇeÅŸidi boldu. Kendi mülküydü. Kirası yoktu. Yıllarca müşterimiz olan, her akÅŸam üzeri kahverengi deri doktor çantasıyla SSK dan muayenehanesine gelen ve geçerken bizden Yenice sigarası alan ve beni, öğrenmemi, geliÅŸmemi kitaplığındaki kitaplarıyla her zaman destekleyen, mahalle doktorumuz rahmetli Dr.Orhan Akdeniz bile o yeni dükkana gitti. Böylece iki üç sene kârlılığı düşük ekmek, sigara satışlarıyla direnmeye çalıştık. Sonunda kapattık. Kısa bir süre bocaladı babam ve çok geçmeden büyük oÄŸlum Ãœmit’in doÄŸduÄŸu yıl (1966) rahmetli baldızım Ä°kbal ablanın referansıyla YSE (Yol Su Elektrik ya da YaÅŸasın Süleyman Efendi) kurumunda gece bekçisi oldu. Babam memur benzeri böyle bir iÅŸe girdiÄŸinde (1330 doÄŸumlu) 52 yaşındaydı. Ä°lk defa sigortalı oluyordu. GerektiÄŸi süre kadar (5000 iÅŸ günü) çalıştı ve YSE den emekli oldu. Ä°ÅŸte bu on beÅŸ yıllık süre içindeki on beÅŸi aÅŸkın Ramazan ayında annemin elinde yine “yemek sepeti” vardı. Hem de bu kez yemek sepetine elbise giydirmiÅŸti annem. Neden ?

Rahmetli babam çocukluk ve gençlik dönemlerinde çok sıkıntı çekmiÅŸti. Benim doÄŸduÄŸum ve rahmetli ablamın ilkokula gittiÄŸi kırklı yılların ortalarındaki Ä°kinci Dünya Savaşı koÅŸullarına hazırlıklı olma önlemlerinin bir parçası olan karneyle ekmek almanın damgalarını babamın “Kafa Kağıdı”nda hep gördüm. O cüzdanı sakladım. Bulursam bir gün blogama eklerim. Ä°ki defa askerlik yaparak ek sıkıntı çekmiÅŸti geride tütüncü eÅŸ ve çocukları bırakırken. Yol vergisini (!) ödeyemediÄŸi için Soma-Ä°stasyon Yolunun yapımında çalıştırıldığını anlatırdı. ÇocukluÄŸumda hayal meyal anımsadığım gibi tütüncülükle geçen ilk evlilik yılları da sıkıntılı geçmiÅŸti. Sonrasında kahvecilik, köftecilik ve Ä°zmir-Tepecik/Zeytinlik’te bakkallık derken çiftçi ve esnaf olmanın sıkıntılarında rahmetli babam aşırı disiplinliydi, zorunlu olarak yaÅŸam gölünde kulaç atarken. Yapısı gereÄŸi azıcık huysuz da denebilirdi. Ä°ÅŸte bu huysuzluk, disiplin ve “ataerkil” olmanın baskısıyla YSE de gece bekçisi olduÄŸunda da Ramazanın her gününde evdeymiÅŸ gibi hizmet isterdi. Rahmetli annem iftar saatinden bir saat kadar önce yemek sepetini hazırlardı. Yine tarhana çorbası, yine kıymalı yumurta, bir ana yemek, salata ve tatlı. Elbise giydirdiÄŸi sepetle yola çıkardı. Tepecik’te troleybüse biner ve Konak’ta inip CoÅŸkunoÄŸlu Ä°ÅŸhanındaki YSE e götürürdü iftar menüsünü ve babamla birlikte iftar ederdi. Sepete elbise giydirmek ÅŸarttı. Çünkü belediye (ESHOT) otobüs ve troleybüslerine sepet sokmak yasaktı. Evden götürülen yiyecekler konusundaki anılarımda daha neler neler var. Fakülte yıllarımdaki ekmek arası peynir domates gibi ya da büyük oÄŸlum Ãœmit’in YSE nin altındaki diÅŸ laboratuvarında (Dişçi Hasan) yaz tatilinde çalışırken götürdüğü “sefertası”ndaki yemekler gibi. Tepecik’ten Karşıyaka’ya uzanan ve bugün MaviÅŸehir’de toplanan C13 ün büyüme ve geliÅŸme, deÄŸiÅŸme ve dönüşme serüvenindeki çok bedeller ödendi ÅŸu GAT Dünyada…

Peynirsiz HongKong (Ocak 1993) taki deniz ürünleri dolu döner tabla; Milano’da antre olarak getirilmeyen peynir tabağı ve “Desert” sözcüğünün söyleniÅŸ biçimiyle “Çöl” ya da “Tatlı” olmasının ortak paydası, Almanya’dan Kaymak sipariÅŸi yanında, 10195 kadrosunda çalışan rahmetli Dr.CoÅŸkun Saydam’a “tatlılar senden abicim” deyiÅŸimiz; Komser Osman’la (67 li EÃœZF Osman Yalçın) birlikte Salihli’ye doÄŸru yola çıkarken Bornova Merkeze uÄŸrayıp fırından iki sıcak ekmek ve bir paket Sana yağını içine koyup eriterek yememiz, yarım saat sonra Turgutlu’da çorbacıya uÄŸrayıp kelle-paça, beyin çorbası içiÅŸimiz ve öğle olmadan Salihli’de Odun Köfte yiyiÅŸimiz biraz fazlaca pisboÄŸazlık olsa da bu serüvenin keyifli, düşündürücü anıları (demek ki 2000 yılında by pass olmanın alt yapısı böyle hazırlanmış). Babamın emekli ve rahatsız olduÄŸu seksenli yılların ortalarında Parmak Yalatan’ta (rahmetli Melih) kızarmış piliç gelinceye kadar masadaki bir ÅŸiÅŸe ketçabı bitirmemiz de aynı yolun öğretici olamamış olan hataları deÄŸil mi ? Akılsız başın cezasını ayaklar çekse de (by pass için gerekli damarlar bacaktan çekilirken) her Kurban Bayramı sonrasında geniÅŸ katılımlı, babam için çok önemli bir ritüel (tören) olan Sura YemeÄŸinin aksilikleri de hiç unutamadıklarımdandır.

Sözün özü; dün oÄŸullarım bana hem yeni yıl hem de yaÅŸ günü hediyesi olarak yeni ve özellikli bir laptop aldılar. Çok sevindim. Daha geçen yıl teklif etmiÅŸlerdi. Eskisiyle idare ediyordum. Ä°ki eski (Dell ve Asus) laptop da çökünce saÄŸolsunlar anında yetiÅŸtiler. Åžimdi Netdirekt’teyim. Orada yazıyorum. Yenisine gerekli programlar kuruluyor ve ben eskisinden bu satırları yazarken Ãœmit’in Tac.lı günleri salimen iki gün sonra bitecek diye bir bakıma seviniyorum. Sevincimin temelini “tırtılın dünyanın sonu dediÄŸine usta kelebek der” sözüne inanarak pekiÅŸtiriyor ve yeni yılın hepimiz için açık ve aydınlık yollarda hayırlar getirmesini diliyorum. Kalın saÄŸlıcakla.

Öykücü