Yaşam Büfesinde “Ardıç Ağacı”

“…#HAYIR amacım güne, haftaya umutsuzlukla başlamak değil; #HAYIR beklentim baharın sıcaklığı ile birlikte gelişecektir…Bir kış günü kadın ağacın altına oturmuş elma soyarken parmağını kesmiş ve karların üzerine bir damla kan akmış. “Ah” demiş kadın ve iç çekmiş “Ah, keşke kan kadar kırmızı ve kar kadar beyaz bir çocuğum olsaydı !” Böyle konuşurken hayalinde öyle mutlu olmuş ki bunun gerçekleşeceğini hissetmiş. Sonra eve girmiş. Aradan bir ay geçmiş, kar dinmiş, sonra ikinci ay gelmiş, her taraf yeşillenmiş, üçüncü ay geçmiş topraktan çeşit çeşit çiçekler bitmiş, dördüncü ay bitmiş ormandaki bütün ağaçlar daha da kalınlaşmış, yeşil dallar sarmaş dolaş olmuş. Beşinci aydan sonra bir gün kadın ardıç ağacının altına oturmuş; ardıç ağacı o kadar güzel kokuyormuş ki yüreği yerinden oynamış, sevinçten kendinden geçmiş kadın. Altıncı ayda ardıç meyveleri olgunlaşmış, yedinci ayda kadın meyveleri toplamış ve iştahla yemiş. Sonra hastalanmış ve sekizinci ay sona ererken kocasını çağırıp “Ölürsem beni ardıç ağacının altına göm!” demiş. Dokuzunca ayda kadının bir oğlu olmuş. Kar kadar beyaz ve kan kadar kırmızıymış. Kadın o kadar sevinmiş ki sevincinden ölmüş…”

Beypazarı’nda Cumhuriyet Bayramı Kutlaması ve İzmir’liler (2011)

#HAYIR larla Merhaba

Bugün sabah yürüyüşüne çıktığımda havayı dünden iyi gördüm. Yanılmışım. Yürüyüşün sonuna doğru Bostanlı’dan Menemen yönüne uzanan bisiklet yolunun solundaki deltada Karabataklara, Flamingolara bakarken yerdeki çimenlerin bembeyaz çiğle kaplı olduğunu görünce ellerimin neden aşırı derecede üşüdüğünü anladım. Havalara hâla güven yok. Güneşe aldanmamak gerek. Biraz daha korunaklı giyinip vapurla Alsancak’a gittim. Yeni bir organizasyonun ilk girişiminde bulundum. Meclis tatile girdi. Durumdan memnun olanlar yollara döküldü. #HAYIR cılar havanda su döğmeyi sürdürürken ve ellerinde bunca koz varken beceriksizliklerini yine aşamayacaklar ve son dönemeçten yuvarlanıp gideceğiz korkularım tavan yaptı. Bu endişelerimin arasına “Ardıç Ağacı” neden ve nasıl düştü ?

#HAYIR lı soruma yanıt ararken birkaç “Ardıç Ağaçlı” anı birbirine karıştı zihnimde. İlkinde Çeşme-Ada yürüyüşümüzde (bu kış fazla ara verdik; hasret kaldık) önümüze çıkan birkaç ardıç ağacıdır. İlki tepenin üstünde, hemen denizin kenarında ve bol iyotlu temiz meyveleriyle, genç ve güzel ağacın sabah yürüyüşümüzün ilk tadımlıklarıdır. Ardından Ada Balık’ın, Fethi ve Fatoş dostlarımızın hemen yanıbaşlarındaki yaşlı ve rüzgara boyun eğerek şakuli kaymış ardıçlardır. Bunların kırmızı meyveleri biraz daha fazla deniz suyunun tuzuna bulanmışlardır rüzgarla. Bunlar da lezizdir. Ardıç Ağacı ile anılarımdaki ikinci adım biraz daha gerilere gidip yaklaşık 10 yıl önce İsabey Bağ Evinde buluştuğumuz Kanadalı hekim profesör Muferaj (adını okunduğu gibi yazdım) la olan sohbetin konusunda yer alan Lübnan Ardıçlarıdır. Üçüncü adımda 53 yıl geriye gidip fakülte ikinci sınıftaki korkulu derslerimizden biri olan “Ağaçlandırma” dersine ve korkunun temeli olan hocası Profesör Ercüment (Orçum muydu soyadı ?) beyin sert tutumuna gider anılarım. Ağaçların Lâtince isimlerini ve karakteristiklerini öğrenmek esastı bu derste. Örneğin Sarıçam yerine Pinus silvestris, Fıstık çamı yerine Pinus pinea demek gerekirdi ve Sarıçamın hangi enlem (yoksa boylam mıydı) derecesinin altında (ya da üstünde) bulunmayışını bilmek gerekliliğiydi. İşte bu öğrenmelerde Ardıç Ağacı anılarıma Juniperus genusundan (cinsinden) Juniperus oxycedrus ve Juniperus excelsa olarak iz bırakmıştır. Yazımın başlığı olan “Ardıç Ağacı” ise bir masalın ana temasıdır. Bugünlerde yaşam gölünde kulaç atarken masallar ve öyküler nedense dinlendiğim, sığındığım limanlar.

Yazımın girişindeki masal Jacob ve Wilhelm Grimm (1812) kardeşlerin “Household Tales” isimli kitabından bir uyarlamadır.

jacob ve wilhelm grimm Household Tales ile ilgili görsel sonucu

Masallar çok güçlü araçlardır. Benim çocukluk masalım annemden alıp da çocuklarıma aktardığım “Tülü Kuzu“dur. Nezuş’un ise horozun çöplükte bulduğu altındır. Daha sonra benim radyodan dinleyip de içselleştirdiğim Avrupa kökenli (Macar mı, Bulgar mı ?) üç tilki masalıdır. Bunlardan birinde “Tilki ile Ayı” nın iş ortaklığındaki kurnazlığın yaşamın diğer alanlarına da yansıması masallandırılır ve finalinde de “sen de kurnaz ol, sen de kazan ama başkalarının hakkını yeme” gibi bir mesaj vurgulanır. Üç oğluma defalarca anlattığım bu masal benliklerinin oluşmasında nasıl etkili olmuştur ? Bu sorunun gerçek yanıtı tam olarak bilinmese de her üçünde de (özel sektörde yönetici; akademisyen hekim ve kendi şirketinde tüccar) doğru normların oluştuğunu görmek en büyük mutluluk nedenimiz. Binlerce şükür. İkinci tilki masalında “Tilkinin Bağı”nda yine benzer mesaj vardır. Üçüncüsünde “İnsan ve Yılan” ana öğelerdir (Tilki bu masalın bir yerinde gizlidir) ve finalinde “İnsana iyilik yaramaz…” benzeri bir mesajın varlığı “Tartışmalı Algılar” yaratsa da yaşamda bunlara da gerek vardır. Hani “Sevaba gireyim derken günaha girmek” ya da bir Katolik yargısı olan “Cehenneme uzanan yollar iyi niyet taşlarıyla döşelidir” ifadesinde olduğu gibi #HAYIR lara ulaşmaya çalışırken gereğinden fazla saf olmamaya dikkat çekmektedir. Masallarda çoklukla baba da dahil olmak üzere her zaman aptalca davranan yetişkinlerin karşısında çocukların tarafını tutarız. Neden mi ?

#HAYIR la bu soruya vereceğim yanıta şartlanmışken aklım, cep telefonuma bir mesaj düştüğü sinyalini duydum. Yazmayı bıraktım. Telefonumu açtım ve WhatsApp taki grubumuzun (C13XYZ) en genç katılımcısı olan torunum İrem (2006) den şöyle bir paylaşıma tanık oldum:

“…Ümit amcam da yazı paylaşmışken ben de bir yazı paylaşmak istiyorum. Ödevimde gördüm ve çok beğendim; not aldım (13.51)…” Hemen kapı araladım ve “Heyecanla bekliyorum (13.53)” yazdım. İrem yazmayı sürdürüyormuş “…Olduğun gibi görünmek ya da göründüğün gibi olmak herkesin başkalarından beklediği bir davranıştır. İnsan kendisinin öyle davranıp davranmadığını tartışmak bile istemez. Çünkü kendisinin olduğu gibi göründüğünden, göründüğü gibi olduğundan emindir. Bu bencilliğimizi bir yenebilsek önce kendimizi eleştirmeyi başarabilsek ne güzel olur ! Ben çok mantıklı olduğunu düşündüm (13.55)…” Hemen yanıt verdim (> Marifet iltifata tabidir). “…Mükemmel. Geçen yıl Havagazı Gençlik Merkezinde dört sohbet konuşması yaptım. Dördünün de ortak mesajı “Kendinizi sorgulayın” idi. Bunu dürüstçe yaptığımızda, kendimize aynada bakıp da değişme yolculuğunda kendimize tutacağım sözler verdiğimizde ve gerçekleştirdiğimizde yaşam daha değerli, daha keyifli ve daha doyumlu olacaktır. O halde… Tekrar teşekkürler İrem. Öpüyorum.” ve anında yanıt “Önemli değil (14.00)”. Daha ne ister insan ? Birazcık gayret.

Vapurla Bostanlı-Alsancak; oradan yürüyerek Kemeraltı’ndan geçip yine vapurla Konak-Bostanlı yapmak gerçekten huzur vericiydi. Üstelik 65 yaş kartıyla tüm ulaşım beleşti. Bilir misiniz ki emeklilikte en zor şey (ya da hüner, maharet) para harcamadan vakit geçirebilmekmiş. Üstüne üstlük hiç aceleniz yoksa, vapur kaçtı kaçacak diye koşmanız gerekmiyorsa, birkaç dakikalığına kaçıp da yirmi dakika beklemek gerekse bile elinizde bir de kitap varsa (yazımın girişindeki masala değinen Martin Cohen’in kitabı) değmeyin keyfime…Vapurlarımız da artık o kadar güzel ki. Alsancak İskelede inip de hemen karşımda sevgili Eray’ın tabelasını görünce azıcık duraksayıp bir fotoğraf çektim. Zili çaldım. Öğle tatili nedeniyle yemeğe çıkmış olmalılar (Eray ameliyattadır) diye düşünüp İkinci Kordon’da “Shino Tur”a uğradım. Sohbet ettim. Beklentimi belirttim (Mayıs başında üç günlük Kuşadası konaklamalı, çevre gezili bir tatil “ZM68” liler için). Mutlu, mesut Hisarönü’nden geçtim. Mennan’a baktım (eski havası yok; belki de benim algılarımda zamanın külleri yok); Kızlarağası’nı teğet geçtim (Nezuş’la gelmeliyim). Balıkçılar içinden geçerken portakal suyu sıktırıp gevrekle karnımı doyurdum (hepsi iki lira; İzmir yaşaması kolay bir şehir ve hâla herşeye rağmen neşeli). Elimdeki kitapta hangi mesajların altını çizdim ?

“…Kötülük uygun karşılığı bulur; masumlar kurtulur ve suçlular cezalandırılır… Kendisine söyleneni yapmayanın (örneğin küçük çocuk) itaatsizliğinde iki neden vardır: Merak ve İnatçılık…” Herikisi de masallarda kötü olarak anlatılırsa da bugün iş yaşamında iki temel gereksinimdir. Ebeveynlerin sözlerinden çıkmaması öğütlenen çocuklardan büyüdüklerinde (!) inisiyatif kullanmaları istenecektir. Kullansa bir türlü, kullanmasa bir türlü. En doğrusunu (!) Ali Bin Bey söyledi “İtaat et, rahat et !”. İtiraf etmeliyim ki bu sözleri bizimkinin oy kullanma tartışmalarında “tıpış tıpış gidecekler” deyişine oranla beni daha az rahatsız ediyor. Bu dünyada rahat var sanki ! Son#HAYIR yolculuğunda büyüklerin itaati çocuklardan kat be kat fazlaydı. Şimdi ruhları rahat mı acep ? Gece yattıklarında rahat uyuyabiliyorlar mı ? Eşlerine sarılıp keyifle sex yapabiliyorlar mı ? Yaşamdan keyif alıyorlar mı ? Onların altına oturup da düşünecek, şükredecek, sığınacak Ardıç Ağaçları var mı ? Şimdi hepsi yollara dökülecek (döküldüler bile) ve itaatlerini daha bir fazla göze sokacak şekilde sürdürecekler. Üstelik bu kez gizli oylama da yok. Siz şimdi bakın onlardaki yarışa.

#HAYIR lar için #HAYIR la sürecek ustalık yolculuklarınız hep açık ve aydınlık yollarda #HAYIR lı olsun.

Öykücü