Yaşam Büfesinde “Tanrının Dükkanı”

“…Köyün orta yerindeki meydanda bir ağaç vardı. Ağacın iki yana uzanan iki dalı vardı. Dalların üstü meyve doluydu. Köylüler koparıp yemeye korkuyorlardı. Çünkü bir daldaki meyvelerin faydalı, diğer daldaki meyvelerin zararlı ve hatta öldürücü olduğu söylenmişti ve bunun doğru olduğunu biliyorlardı. Hangi dalın faydalı, hangi dalın zararlı meyveli olduğunu kimse bilmiyordu…Köy meydanında bir dükkan vardı. Dükkanda “Tanrının Dükkanı” tabelası asılıydı. Adam tabelaya bakıp şaşırdı. Yine de bu dükkandan herşeyi isteyebileceğine inanıp içeri girmeye karar verdi.  Adam dükkandan içeri girdi ve dükkan sahibinden kendisi, ailesi ve arkadaşları için mutluluk, sevgi, akıl ve para istedi…Köyün yaşlı bilgesi meydandaki dükkanın önündeki ağacın altına gidip öğrencilerini yanına çağırdı. Kendilerine on gün sonra öleceğini ve bir ay sonra da ahırdaki domuzun üçüncü yavrusu olarak yeniden dünyaya geleceğini söyledi. Öğrencilerinden domuzun doğumuna dikkat etmelerini ve üçüncü yavruyu hemen oracakta öldürmelerini istedi. Böylece dünyaya bir başka biçimde (domuz olmayarak) yeniden geleceğini söyledi…” 

Babalar ve Oğullar, Emeksiz yemek olmaz (VAMS & SSTC Plus HAGEM3)

Merhaba

#HAYIR dır inşallah diyerek kahvaltıdan sonra kafeteryaya geldim (burada internet daha güçlü). Hava ılınsa da yağışlıydı ve günümün “Keyif Bölümü”nün “İkinci Y”sini gerçekleştiremedim(k). Yürüyüş yapamadık. Dün de yapamamıştık. Gerçek gerekçelerimiz var ise de azıcık da olsa tembellik mi çöktü içimize diye düşünmüyor değilim ! Ne varki dünün etkileri sürüyormuş ve ardıllarının, artçıların etkisi yine sıkıntılı oldu. Boş vermek gerekse de veremiyoruz. Yusuf’a doğru yürürken aklımdaki sorular, ne yapmalı, nasıl yapmalı ?

#HAYIR sana inanmıyorum diyor iç sesim haykırarak bir gazetenin manşetinde yer alan şu sözlerin sahibine “Suya da sabuna da dokunacağım” diyor yeni haber spikeri. Biz köyde kırk kişiyiz. Birbirimizi biliriz. Sen bırak bireysel yaklaşımına, senin ortamın, patronun belli: Çin şiirindeki gibi “İşte taş, işte köpek / İşte taş, işte köpek / İşte taş, işte köpek / Taşı köpeğe atamazsın, çünkü köpek senin patronun“. Suya sabuna dokunmak iş mi ? Ele dokun, eldeki kire dokun. Dokunabilir misin ?

#HAYIR bahane üretmiyorum; özellikle dün için. Bizim (C13XYZ) en önemli özelliklerimizden birisi olan “isteneni sorgulamaksızın yerine getirmek” tir. Bu hepimiz için hemen her koşulda, her zaman ve mekanda geçerlidir. Kimi zaman kişisel iç dünya savaşları olsa da bu ne yüzümüze ne de ilişkilerimize ve eylemlerimize yansımaz (ne…ne … yapılı cümlelerde sondaki fiilin-yüklemin- olumlu yazılması gerekiyorsa da bazen elinde cımbız olanlar yüzlerdeki fazlalık kılları almak yerine bu sözcüğü çekip alırsa bambaşka ters anlamlar çıkıyor diye ben bile bile hatalı da olsa cümlenin sonunu olumsuz yazıyorum). En büyük hasletimiz budur ve bu bizi güçlü (ve hatta farklı kılmaktadır). Bu nedenle dünya her cenahımızda (ortada ve yan kollarda, merkezde ve uçlarda) herbirimiz sağlık sorunları ile cebelleşirken bazen algı farkları oluşup soru işaretli izlenimler olabiliyor. Doğaldır. Algılarımız farklı; aklımızın kıvrımlarındaki renkler farklı ve biz bu farklılıklarla zenginiz; zenginleşiyoruz. Bu nedenle kimi zaman yükselen tansiyonları yadırgamıyoruz. Çünkü güçlerimiz sınırlı ve bazen her yere yetişmeye çalışırken dağılıyoruz. Çok şükür ki dün Medical’de Çınar-Pınar’lı Nadire hanım; Pınar-Nezuş’lu Aslıhan yolculuklarımız günü panikle başlatsa da akşam olduğunda sakinleşmişti. Ta ki gecenin bir yarısında bir kolumuzun da Ege’de Minik Teyze için gayretler içinde olduğunu görünce kimi zaman sessizliğe bürünen iletişimdeki boşlukları anlama olanağına kavuşuyoruz. Dün iç ağımızdaki (C13XYZ) sesimize “günün muhsabesini yapıyorum” sözleriyle başlayan mesajımda bu duygularımı, algılarımı ve yargılarımı paylaşmaya çalıştım. Ne işe yaramıştır ? zaman gösterecektir. Amacım bu kendi iç diyaloglarlarımız değil bu yazımda; amacım #HAYIR odaklı iletişimlerimi hızlandırırken dün Aslıhan’ın başında otururken Pınargillerin kitaplığından elime aldığım “Masal Terapi (Judith Malika Liberman)” kitabından bir mesaj paylaşabilmek (Judith hanım 1978 Paris doğumlu; TED İstanbul konuşması: https://www.youtube.com/watch?v=eX14jqR8AXI)

#HAYIR Judith hanıma takılıp kalmak istemiyorum. Onun kitabından okuduğum üç masalın mesajlarını aklımda kaldığı kadarıyla paylaşmak istiyorum. Bundan önce biraz önce posta kutuma düşen ve Antalya yoluyla Florida’ya kadar gidip de bana kavuşan Amcaoğlu & Sam ikilisinin paylaşımı görselin linkini de vereyim ve içinde birkaç kez yinelenen “bu hainler mutlaka cezalandırılmalı” diyen Ken O’Keefe nin BİP Projesi’ne ait sözlerinin bugün bana, sadece ülkemi, ülkemdeki hainleri anımsattığını ve içimi fazlasıyla acıttığını, yüreğimi kanattığını ifade edeyim (https://www.facebook.com/fatihyazicitr/videos/1573015142725600/). Bu konu burada bu kadarla kalsın ve ben yine Ben Dupré den “Kötülük Problemi” başlıklı felsefi düşünceyle boğuşmayı sürdüreyim. Neden böyle yapıyorum ?

#HAYIR amacım kafa karışıklığı yaratmak değil; zaten yeterince var hem ilgi ve etki alanımda hem de odak noktamda. Bu kadarı yeter. “Kötülük nedir ?” sorusu ve Tanrı var mıdır; yok mudur tartışmaları arasında “Kötülük Problemi” başlıklı bu çerçevenin MÖ.300 yıllarına uzanan bir geçmişi olduğu görülüyor ve paragraf başlığındaki ardışık birkaç soruyu vermezden önce dikkat çekilen şu italik anlatımı aktarayım: “…Etiyopya’da siyasal istikrarsızlık ile etkisi daha da şiddetlenen kıtlık ve kuraklık, bir milyondan fazla insanın açlıktan can çekişerek ölmesine neden oldu…“. Buna bakınca teist/ateist görüşlerde “Tanrı bilgisiz mi; iktidarsız mı; kötü niyetli mi; yoksa Tanrı yok mu ?” soruları yeniden gündeme taşındı. Geleneksel dini anlatıma göre:

1.Tanrı alim-i mutlaktır; herşeyi bilir.

2.Tanrı kadir-i mutlaktır; herşeyi yapmaya gücü yeter.

3.Tanrı rahim-i mutlaktır; evrensel iyi niyet sahibidir, yapılması mümkün olan (faydalı olan) herşeyi yapmayı arzu eder.

O halde; insanlar açlıktan can çekişerek ölüyorsa; çocuklara tecavüz edilip, kafalar kesiliyorsa Tanrı bunları neden önlemiyor ?

#HAYIR amacım asla böylesi bir tartışmaya girmek değil; çünkü buna ne aklım erer, ne de bundan bir fayda türer. Ancak yukarıdaki üç temel sıfattan akılla şu çıkarımlar yapılabilir:

4.Eğer Tanrı alim-i mutlaksa, yaşanan bütün bu acı ve ıstirabın baştan aşağıya farkındadır.

5.Eğer Tanrı kadir-i mutlaksa, bütün acı ve ıstırabı önlemeye gücü yeter.

6.Eğer Tanrı rahim-i mutlaksa, bütün acı ve ıstırabı önlemeyi ister. O halde neden böyleyiz ?

#HAYIR bu sorulara ve çıkatrımlara odaklanmayacağım. Bu kadar yeter. Şimdi ben genç Judith hanımın kitabından aklımda kaldığı kadarıyla yazdığım girişteki mavi, kırmızı ve yeşil masalların (!) mesajına yer vermek istiyorum. Bundan önce yine aynı kitapta anonim olarak yer alan bir şiiri aktarmak istiyorum. Amacım ne ? diye sorduğunuzu hissediyorum.

#HAYIR amacım var bu şiirden medet umduğum. Ardılını bugün de yaşadığım gibi girdaplarda, kimi kırılma noktalarında rahmetli annemin zaman zaman diline düşen bir şarkının sözleri kulaklarımda çınlıyor: “Cihanda var mıdır acep böyle yar, sevsem azarlar, sevmesem azarlar…” ( istersenin rahmetli Müzeyyen Senar’dan: https://www.youtube.com/watch?v=FDa7b-9HpWc . Ancak bence bu şarkıya ait kayıtlardan en yalın sesle yüreğe işleyeni Radife Erten’e ait olanıdır: https://www.izlesene.com/video/radife-erten-cihanda-var-midir-acep-boyle-yar/5611699). Bu gelgitlerle dün hastanelerde geçen ve sonunda bir işe yaramış olmanın hazzıyla ve azıcık da beceriksizliğimi örnekleyen bir kıyaslama ile günü kapatırken bir de baktım ki çamlar devrilmiş… Değer mi ?

#HAYIR değmez. Yine de daldan dala atlayan bu kuşun aklına takılı kalan girdapların sonunda kendine söylediği Mevlana’nın şu sözlerinden ötede değildir: “…Tüm günahların ve sevapların ötesinde bir yer var; seninle orada buluşacağız…” Gölgeni keşfet ve arka bahçende hangi değerli yetenekler gömülü bul çıkar (işte tam bu noktada yazıma eklediğim filmdeki üç ana kaynağın nasıl ve neden buluştuğuna anlamak için Cuma günü (13.01.2017) Netdirekt’te buluşan eski/yeni dostların gözlerindeki ışığı ve yüreklerindeki umudu görüp gönlü ferah tutmak gerektiğini anlıyorum. Bu üçlüyü ben herbirinin isimlerinden ikişer harf alarak oluşturduğum MACUN Sözcüğündeki kıvama, lezzete ve renklere benzetiyorum (MACUN’un ortasındaki “C” ortak harftir ve bundan pekçok anlam türetebilirsiniz. Önce “Niyet ve Zihniyet”). Sadece “Tanrının Dükkanı”ndaki görüntüyü açıklayıp yazımı sonlandıracağım:

 “…Köy meydanında bir dükkan vardı. Dükkanda “Tanrının Dükkanı” tabelası asılıydı. Adam tabelaya bakıp şaşırdı. Yine de bu dükkandan herşeyi isteyebileceğine inanıp içeri girmeye karar verdi.  Adam dükkandan içeri girdi ve dükkan sahibinden kendisi, ailesi ve arkadaşları için mutluluk, sevgi, akıl ve para istedi. Satıcı dedi ki “Bu dükkanda meyve bulunmaz. Biz sadece tohum veririz“…”

#HAYIR dır inşallah ! dermisiniz ? Hani herşey vardı. Şunu düşünün “Bahçenizde herşeyin yetişebileceğini bilseydiniz ne ekerdiniz ? Günlerini biçtiğin hasatla değil ektiğin tohumla yargıla. Bak bakalım o zaman neler bulacaksın, neler göreceksin, neleri azlatıp neleri çoğaltacaksın ? Neleri yapacak neleri yapmaktan vaz geçeceksin ? “...Beni sevdiğini söylemenden korkuyorum…” diyor şair. Neden korkuyormuş ki ?

#HAYIR mıdır bu korkuyu oluşturan öncüller, algılar, izlenimler ? Bir bilene sormak gerek. Şaire kulak verelim:

…Yağmuru seviyorum diyorsun >Yağmur yağınca şemsiyeni açıyorsun. / Güneşi seviyorum diyorsun > Güneş açınca gölgeye kaçıyorsun. / Rüzgarı seviyorum diyorsun > Rüzgar çıkınca pencerini kapatıyorsun. / İşte beni sevdiğini söylediğinde Bunun için korkuyorum…”

#HAYIR korkularımızın bizi esir almasına rıza göstermeyeceğiz ve #HAYIR lı kararlarla aydınlık yollarda #HAYIR lara ulaşacağız.

Öykücü