Yaşam Büfesinde “Zombi Argus”

“…Rengi gitmiş bir yüz, balık gözler, donuk bakışlar-tam bir zırvalık…Gerçekte zombileri farketmek çok zordur. Görünüşte benden ve sizden bir farkları yoktur; bizim gibi yürür, bizim gibi konuşurlar- içeride hiçbir şey dönmediğine dair hiçbir ipucu vermezler. Bir zombinin kaval kemiğine esaslı bir tekme atın, sizin ya da benim kadar korkup avaz avaz bağıracaktır. Ama sizin ya da benim hissettiğimizin tersine hiçbir şey hissetmez aslında: ne acı, ne duyum, ne de herhangi bir bilinç hali. Aslında “siz ve ben” diyorum ama belki de sadece “ben” desem daha doğru olur. Çünkü sizden hiç emin değilim…düşünüyorum da, aslında hiçbirinizden emin değilim…Dostların kusurlarını görmezlikden gelmek, geçiştirmek, göz yummak, olduğundan farklı görmek, apaçık kusurları erdemmiş gibi sevip saymak, bunlara hayranlık beslemek delilikle akraba olmak değil de nedir ? İnsanların çoğu aslında delidir ya da daha doğrusu çeşitli şekillerde delirmeyen kimse yoktur; bu nedenle zorunluluk benzerini benzeriyle buluşturur. Bilgeler arası dostluk zorunluluk sonucu dostluktur, karşılıklı iyi niyete dayanamaz…”

PLN / D&D Pazarlama Beraberliğinde Kurbağa Fredy Öyküsü (1999 dan 2016 a mesaj)

Merhaba

Bu yazımı 2016 nın son pazarında yazıyorum ve yılın son günü yayımlanması için programlayacağım (beceri hatası olmazsa). Yazıma önce “Pişmanlıklarım 2016” diye bir başlık atıp bir yılın özeleştirisini yapmak istedim. Vazgeçtim. Bir süredir ne zaman böyle bir çerçeve çizse aklım hemen ardından gündemi değiştiren önemli/ciddi gelişmeler yaşadım ve “henüz erken” diye her seferinde vazgeçtim. Bugün de elim klavyeye bu amaçla gitse de gözüme çarpan kitaplara dönmeyi uygun buldum. Diğer konuyu (pişmanlıklarım) yeni yılın ilk günlerine bırakayım. Yeni yılda (veya arefesinde ya da hemen ardılında) Süslü Ekonomik Kaktüsten “güven/konfor/prestij”e uzanırsa yolum C4Exc den vazgeçme hatasının beraberine Yunt’un kanatlarını, Kent’ten Kent’e CY lerin erkeklerini, Cango’lu Çeşme gecesini de ekler ve özümle “hesap keserim”. Biraz daha sabır diliyorum kendime. Gelelim bu yazıyı şekillendiren düne ve bu sabah yürüyüşüne. Yılbaşı yaklaşırken El Bab ve çevresi yakarken sanki Bostanlı sahilinde de hava ısınıyor gibi olsa da çoktandır gülmeyi unuttum. Yaşadıklarımızla gülmek adeta haram gibi gelmeye başladı. Arada bir Duru’nun çocuk safiyetiyle yaptığı benzetmeler ve sözleri olmasa yüzüm bırak net gülmeyi gülümsemeye de hasret kalacak. Bir de üstüne yaşlanmanın getirdiği kıvrımlarla bir kat daha kararan çehremin sabah traş olurken aynadaki durgunluğuna bakınca Ben Dupré‘ nin “Diğer Zihinler” başlıklı felsefi bölümünü birkez daha ziyaret ettim. Bu ziyaret bana ne öğretti ?

Yazımın girişindeki mavili kısım olarak alıntı yaptığım “diğer zihinler” düşüncesini felsefenin tarihçesinde 1912 yılına sığdırmış Bay Dupré (nedeninin niçinini merak etmiyorum). Bu çerçevenin “öncülleri” olarak da İÖ.250 yılında “Hayvanlar acı çeker mi ?”; İÖ 350 yılına “Argüman Biçimleri“; 1300 yıllarına “Occam’ın Usturasını” yerleştirirken 1912 den bu yana da “ardılları” olarak da 1950 yılına “Turing Testini”; 1953 yılına “Kutudaki Böcek” ve 1974 yılına da “Yarasa olmak neye benzer ?” başlıklı düşünceleri yerleştirmiş Ben bey. Hemen hepsinin konu başlıkları bana, bugün, ekranların bir numaralı aktörünü anımsatıyor “Argus’la Zombi”yi buluşturmaya çalışan zihnimde. Ne alakası var ?

Diye soracak olursanız eğer; o eski Çokomilk reklamının sonundaki cümleyi yanıt olarak verebilirim: “Hiç aklımdan çıkmıyor ki !”. Bir yanda en son aldığım (ve dört adet alarak oğullarıma da armağan ettiğim) kitaplardan biri olan “50 Felsefe” nin güncel anlatım dili, diğer yanda dün ziyaret ettiğim Ümitgillerin kitaplığından ikinci kez elime aldığım Desiderius Erasmus‘un “Deliliğe Övgü” kitabından rastgele açtığım sayfalardaki benzerlik oluşuverdi (http://e-kitapindirmeyeri.blogspot.com/2015/03/desiderius-erasmus-delilige-ovgu-pdf.html). Ekranlardaki zombinin düşüncelerimi esir aldığı bugünlerde bu kitaptan neler elimdeki küçük kağıtlara aktı ve yazımın girişindeki kırmızılı kısmı nasıl ? Nasıl oldu da dünün Erasmus’u ile bugünün Dupré’sinin derlemesi “Zombi ve Argus” ikilisiyle bir araya geldi ve ben neden bu iki ayrı varlığı ekranlara bakıp da ruhumun (ve ensemin) karardığı bugünlerde “Zombi Argus” olarak tek varlıkta topladım ?

Daha çok üniversitelerde bir öğrenci değişim programı gibi olan Erasmus sözcüğüne aşinalığım (tanış olmam), seçilmiş öğrencileri bir proje bazlı çalışma hedefiyle yurt dışına uzunca bir süreliğine gönderen bir programdı, bir olanaktı Erasmus sözcüğü benim için. Tıpkı bizim gençliğimizde (yetmişlerin başları) akademik yolun yolcusu ziraatçıların Almanya’da Giessen Üniversitesine gönderilmesi gibi.. Öte yandan yaşam öyküsüne bakınca Erasmus beyin Basel’da ölmesi beni daha bir fazla yakınlaştırdı (1986 dan bu yana çok kez gidip CINOS’ta ve sonrasında etkilendiğim bir kent). Ardından “…aurum Tolosanum: Onursuzca elde edilen servet…” sözlerinin hem anlam olarak çağrıştırdığı birkaç yıl önce 1725 sokağa dökülen servetlerin kirliliği, hem de Tolosa’nın Fransa’nın Toulouse Kenti oluşunu görünce canlanan anılarımla (2002 yılında CTR poster sunumuyla katıldığım bir etkinlikte bu şehre hayran kalışım; iki denizi kanallarla birleştiren pembe şehir) beni iki koldan kuşattı (https://gezimanya.com/GeziNotlari/toulouse-fransanin-pembe-sehri). Önce şu Argus neymiş onu görelim de aklım neden ekranlara bakıp da Zombi ile Argus’u tek bedende buluşturuyor ben istesem de istemesem de onu anlamaya çalışalım ?

Bunu yanıtlamaya çalışayım. Bu sözcüğün benzeri (beş harfli ve tek bir harf farklı olanı) iki değişik yapıda karşıma çıktı ben yetmiş ikiye doğru yol alırken. İlki hep duyageldiğim “Angut” idi (http://blog.milliyet.com.tr/keske-herkes–angut–gibi-olsa–ama-nerdee-/Blog/?BlogNo=68065). Onun bir kuş olduğunu ve ona angutluğu kazandıran özelliğin ne olduğunu kulakları çınlasın, Allah selamet versin Tarık Beyin yıllık toplantıdaki sunumundan öğrendim (Antalya-2002). Tarık bey otoritenin (karar verici tek adam) heyecanlarına baktı; gruba gaz verişine dikkat etti ve dikkati çekmek, uyarmak istedi hepimizi. Ne zaman ve nerede ?

Ondört yıl önce Antalya’da ve her yanı bembeyaz olan yeni bir otelin mükemmel bir toplantı salonunda özel konuğumuzun gözetiminde yıllık toplantımız sürüyordu (Türkçeleştirilmiş söylenişiyle Janluka beydi konuk). CINOS’un ikinci evresinin başarısızlıklarından sıyrılıp üçüncü devrede mutlu olmak istiyorduk. O günlerde “Mor İnek” ve yerli versiyonları gündemdeydi (Allah rahmet eylesin Prof.Dr.Arman Kırım beyin çizdiği çerçevedeki “Mor İneğin Akıllısı” gibi). Hatta ana haber spikeri Reha beye de “Mor İnek” etiketi yapıştırıyorduk. Tüm bu heveslerimiz aslında “farklı olmak” amacımızı yansıtıyordu. Ne var ki Tarık beyin dikkat çekmek istediği gibi henüz cin olmamıştık ve şeytan çarpmaya da pek hevesliydik. Çünkü kalıcı ya da geçici olduğu henüz tam bilinmeyen başarılarla figürlerimiz hızla yükseliyordu. Bu yükseliş bir “rüzgara” benzetiliyordu. Otorite “rüzgarı arkamıza almak” deyimiyle “bir yandan ulu çınar dallarıyla uğuldar, diğer yandan da yürüyün siz aslansınız” diyordu (Geçen ay sonunda PLN-D&D toplantısında anlattığım Aslan & Eşek fıkrasında olduğu gibi sırtımız sıvazlanırken “siz aslansınız” denmesi gibi). O yıl benim ana mesajım “BUS (Business as UNusual/İşler Eskisi Gibi Değil)” idi. Yola 16 kişilik geniş bir ekibin rehavetiyle çıkan Pazarlama ekibi kısa sürede 6 kişiye indirgenmişti. Bir yıl önce yine Antalya’da DOD1 (Do Or Die/Oyunu kuaralına göre oynamak) vurgumu yeterince anlamayan ekibe yeni bir ruh katma gayreti olan  DOD2 (Differentiate Or Die / Farklılaşmassan yokolursun)” dönemine henüz hazır değilken ben sahneye çıkan iki uzmanıma (BHG/KA) kırmızı tulum giydiriyordum. Otoritenin “rüzgarı arkamıza almak” deyimine dikkat çeken Tarık bey angut kuşunu anlatmıştı. Angut kuşu yere konarken yuvarlanıyordu (Angut gibi yuvarlanmak). Çünkü diğer tüm kuşlar yere konarken rüzgarı önlerine alıp da iniş dengelerini sağlarken Angut kuşu rüzgarı arkasına alıyor ve yere ayak basarken kendini frenleyemediği için paldır küldür yuvarlanıyordu. Tarık bey çok güzel anlatmıştı. Biz anlamış mıydık ? Sonraki yıllar kimi haklı çıkardı ?

Bugün “Argus” u “Zombi”leştiren aklım aradaki süreçte Angus’ları da yaşadı. Ben 2005 yılında Rio’da özel et restorununda yediğim eti Angus sanmıştım. Meğer bize Angus olan sunulan öküzler İskoçya orijinliymiş ve Avustralya’ya kadar gitse de Brezilya’ya gelmemiş; internete inanırsak (https://tr.wikipedia.org/wiki/Angus_(s%C4%B1%C4%9F%C4%B1r). Her neyse konu şimdi Argus ve ekranlardaki görüntüden etkilenerek birleştirdiğim:”Zombi Argus”. Ne ola ki ?

Argus: Yüz gözlü canavar” demekmiş Erasmus’un kitabındaki efsane anlatımına göre ve devam ediyor (arasındaki bağları ben kopartıyorum) “… non pulcra, pulcra videntur / güzel olmayan ona güzel görünmüyor mu ?“. Bu Latince söylenişte demek istenen “güzel olmadığı ortada, bu sana güzel mi görünüyor ? Neden böyle yapıyorsun ?” benzeri vurguyu anlatmaya çalışıyor Erasmus bey deliliğe övgü dizerken. Yargısı net; kendinden olanı çirkin de olsa güzel görüyor insan. Rahmetli annem der di: “Kuzguna sormuşlar, en güzel yavru hangisi ? ” Kuzgun kendi yavrusunu göstermiş. Bu nedene “kuzguna kendi yavrusu kuğu görünür” derdi. Hadi diyelim ki o kuzgun; belki de akıldan yoksun… Peki ya bizimkiler; ekrana bakıp da adam sandıklarımız neden güzel olmayana güzel demeyi inatla sürdüyorlar ?

Erasmus’un yanıtı net: Bizler kendimizin olanı güzel görüyoruz ve Erasmus soruyor: Kendinden nefret eden adam başkasını sevebilir mi ? Kendisiyle anlaşamayan kişi başkasıyla anlaşabilir mi ? Kendisinden bile bıkmış, usanmış kişi başkasına keyif verebilir mi ?…” Ve bir Latince sözcük ekler araya: “Philautia (Kendini Beğenmişlik)” (şimdilik bu kadar. Salep arası. PÜ telefon etti. Mavibahçe’ye çağırıyorlar).

Gittim (k). Hayal Kahvesi’nde bir cappucino içip, biraz da sohbet edip geldim. Nezuş’u beklerken arşivimdeki “Dying of the Light” filmini izlemeye başladım (http://www.beyazperde.com/filmler/film-178197/fragman-19536352/). Filmde Nicolas Cage hastaydı ve masanın üzerinde “Dementia: From Diagnosis to Management- A Functional Approach” yazılı kitap duruyordu. Filmi durdurup kitabın bu tam ismini aldım ve internetten araştırdım. Bugün özellikle “Zombi Argus” a odaklanmışken neden böylesi bir beyin hastalığı ilgimi çekti; çekmesi yetmemiş gibi beni yoğunlaştırdı. Çok şükür ki ne kendimde ve ne de C13XYZ de (şimdilik) böyle bir illet yok. Belki sadece isimdeki “tanı/yönetim/eylem/yaklaşım” gibi sözcükler zihin haritamda “anahtar kelimeler” olduğu içindir; özellikle ekrandaki Zombi Argus”a baktıkça. Her neyse. Bu yazım, bugün gereğinden fazla açılım gösteriyor. Kendime dur demeliyim ve tekrar “Zombi Argus” a dönmeliyim. Akşam oldu. Hava karardı ve de soğudu. Mavibahçe’den biraz fazla soğuk toplamış olmalıyım ki masamdan kalkıp evin daha sıcak olan oturma odasına geçtim. Üstelik eskilerin deyimiyle “Ajans Saati” de gelmek üzere. Bana müsaade. İzninizle (https://www.researchgate.net/publication/287301309 _Dementia_From_diagnosis_to_management_-_A_functional_approach).

Yeni yılın sağlık ve esenlik içinde 2016 dan daha fazla umut vermesi dileklerimle yolunuz hep aydınlık olsun.

Öykücü