Yaşam Büfesinde “Cennete Gitmek”

“…Herkes cennete gitmek ister; ama kimse ölmek istemez…Eve giren bir hırsızı ev sahibi kovalayıp yakalamıştı. Tam o sırada bir başka hırsız seslenerek adamı yanına çağırdı. Bu çağrıya kulak veren adam , “Bir Müslüman benden yardım istiyor. Onu geri çevirmek olmaz” diyerek kendi tuttuğu hırsızı bıraktı. Adamın yanına vardığında o kişi hırsızın ayak izlerini bulduğunu söyledi. Adam öfkeyle “Ben zaten yakalamıştım o hırsızı, senin feryadına onu bırakıp senin yanına geldim buraya.” Bilgisiz kişi kendi kısmetini kendi teper; ehil olansa artırır…”

Merhaba

Bugüne baktım. Medyadan etkilendim. Parsel çatışmalarıyla öne çıkan Yıldırayın abisinin yine bir açılım sürecine girdiğini gördüm. Umutlandım mı ? Hayır. Bence ara sıra okyanus ötesinden gelen talimatların etkisiyle çıkış yapıp bir şeyleri test ediyor. Gülüp geçmek gerekse de çaresizliklerin orta yerinde öküzün altına bile bakan umutsuzların temsilcileri mesajın yayımlandığı saatin 17.25 olmasından bile medet umuyorlar. Nafile bir bekleyiş. Siz hırsızı yakalamışken, şans sizden yana dönmüşken, (bence) kazara sahiplendiğiniz olanağın farkına varıp da üçünüz somut ve basit amaç için bir araya gelemediniz ya ! Siz ona bakın. Gidip de hırsızın ayak izine döndünüz ve yaz sıcaklarından sonra güzün serinliğinde feleğinizi şaşırdınız. Şimdi duvardaki resmin gözyaşlarıyla oyalanın. Allah akıl fikir versin de yarım asır önce Berlin’e örülen bir duvar misali ülkemin bölünmesinin engellenmesine azıcık katkınız olsun, emeğiniz olsun. Bundan azı nankörlüktür ve korkarım ki bunu da övünerek yapacaksınız ve gördüğüm danışıklı döğüşle biz oyalanacağız.

İki yıl önce yolsuzluk kuşkularıyla somutlaştırılıp öne çıkarılan yüzlerine maske takılıp teşhir edilen MEZEgillerin yaptıklarının soruşturulmasından nasıl bir sonuç çıkmamışsa bundan da çıkmaz. “Başarı Formülüm” deki “Üçüncü D / D: Dedication-Adanmışlık” ı iş yerlerinde umutsuzca beklerken bunun aslında iki yerde olduğunu vurgularım: İlki askerlik, ikincisi de cemaatlerdir. Bugün alenen (açıkça, göz göre göre, çekinmeden) ülkem ve kaynakları parsellenirken, MEZEcilerin keseleri dolarken ne yazık ki, “Cemaatte kişilerin kenetlenmesi ve birbirine bağlanma gücü (adanmışlık da diyebiliriz) askerden daha fazlalaşmıştır. Bu nedenle Manisa Tarzanı ile Erginleşmiş Kılıçgiller dörtlüsünden de bir sonuç çıkmaz. Biz de tıpkı “zenginin parası fakirin çenesini yorar” benzeri avunup gideriz ve yine dördüncü günde unuturuz. Yakalanmış hırsızı bile elden kaçıranların cılız çağrıları umutsuz vakalar. “Ulu çınar dallarıyla uğuldar” der ünlü şairimiz ve biz Platanus orientalis‘den daha oryental olduğumuz için ne dalların ne de budakların sesi ve haykırışını duymayız. Kulaklarımız mühürlenmiştir. Görünen köye kılavuz ararız ve duvardaki resmi kim indirdi aymazlıklarıyla vakit yitiririz. Biz de, onlar da tıpkı rahmetli Özal’ın dediği gibi “alışırlar, alışırlar, kıç üstü otururlar” benzeri bir umursamazlığın duyarsızlılığıyla sınırları aşarız ve de papatyalarla fal bakarız. Böylece ömür yetmişi aşar ve ellerindeki eski tasla eski hamamda hep aynı tellakların elinde çıkmayacak kirleri keselemeyi sürdürür görünürler. Kirler sırıtır. Tellak sırıtır. Göbek taşında çiğ köfte partileri sürer gider bir yanda oflar, bir yanda ahlar diğer yanda şehir içinde dörtçekerler keyifle keder biribirine inat artarak devam eder…Kader mi bu ?

Ara sıra internet bağım kopuyor. O zaman yazmayı bırakıyorum. Televizyonda iki gündür bitiremediğim “Casuslar Köprüsü” filmini bölük pörçük izliyorum. Tam bir iş ve ilişki filmi. Alınacak ne çok ders var. Bir ara montajlarımda bazı sahnelerini kullansam diye düşünüyorum. Dışarıda hava açık, güneş parlak ve yürüyüş için beklemedeyiz. Bir aydır gerçek bir “3D” inanışıyla (Kararlılık / Disiplin / Adanmışlık) yeme içme alışkanlıklarımızda değişiklik yapıp çabalarımızı sürdürüyoruz. Memnunuz. Hem ağız tadımız yerinde hem de hissettiğimiz iyileşme sürecinin moral yüksekliği. Bu nedenle artık sabah kalkınca sütlü kahvemiz ve kurabiyemiz yok. Bir aydır şeker ve yağ yok (gibi). Peyniri özledik. Çökelekle arkadaş olduk. Germiyan’dan geçerken aldığımız ekşi maya ev ekmeği tıpkı çocukluğumdaki gibi ve dilimleyip buzdolabına koyuyoruz. Bize bir hafta yetiyor. Sadece birer ince dilim ( ~40 g) var üç ana öğünümüzde. Üç ara öğünün gün ışığı gören zamandaki ikisi meyve ve son ara öğün de bir bardak süt. Çerezi özledik. Geçen akşam İrem darı patlatmamı istedi. “Biz yemeyiz sana yapayım” deyince o da “ben de istemem” dedi. İşte bu kadar. İnanıyorsan, gerçekten inanıyorsan konfor alanından çıkıp örnek olacaksın. Ve emeğin boşa gitmediğini göreceksin. Bu düşüncelerle bu yazımın ekine 17 ve 19 Ocak günlerinin odağı olan yaş gününden bir film ekleyeceğim. Bu filmde biz C13 ü C11 olarak göreceksiniz. Çünkü Ümit Pakistan’daydı ve Aslıhan da hava muhalefete nedeniyle evden çıkamamıştı. Görünenlerden anlaşılacağı gibi bizim evde hiç birimizin sesi yükselmez. Çocuklar özgürce düşündüklerini yansıtırlar. Tıpkı İrem”in “bana uyar” sözleri gibi. Her zaman dualarımda bu beraberliğin bulunmaz nimetlerine şükür ve şükranlarım ağırlıklıdır. Allah hepinize nasip etsin.

Yazımın mavili ilk cümlesiyle devamındaki Mesnevi öyküsü arasında bir bağ var mıdır ? Yoktur. Sadece aklımdaki iki kutbun kendilerini, ifade etmelerine aracı olmaktadırlar. İlki “cost/benefit” yargısına değinmektir. Tıpkı Kerem’in panelin kapanış konuşmasındaki “emeksiz yemek olmaz” deyişidir. Ya da “quae nocent docent > yaralayan şeyler öğreticidir” sözleri gib. Hiçbir ilişki dikensiz gül bahçesi değildir. Nasıl ki toplantıların başında ve sonunda “beklenti” ve “edinim” sahneleri vardır (ya da olmalıdır); tıpkı onun gibi ilişkilerin sınır değerleri de test edilmelidir. “Martı Jonathan” ı anımsayalım. Ne demiştir ? “Sınamazsan gücünün sınırlarını bilemezsin”. Azıcık modifiye edelim ve gücü, ilişkiye ya da iletişime çevirelim. Sınamak şarttır. Zamanlama doğru mudur ? İşte bu su götürür bir durumdur. Dikkatli olunmalıdır. Yıllar yetmişi aşıp da yaşam gölünün karşı kıyısına atılan kulaçlar sabırları zorlarsa hata yapma olasılığı yükselir. Hatayı göze almak gerekir. Yine yıllar öncesinin bankacılık sektörünün kriz günlerinde İsabel Grindal hanımın yazı başlığı düştü aklımın kıvrımlarından parmaklarıma “How to live with risk and love it ? > Riskle yaşamayı sevmek”. Bazen yaşnması kaçınılmazdır. Hedefin “Kaizen” ise ve Batının “SAP”ları yerine Doğunun Dr.Deming’ine kulak veriyorsan sormak gerek: Değer mi ? Değdi mi ? Zaman gösterecek.

Tüm öğrenme ve ustalık yolculuklarınızın hep aydınlık yollarda sağlık ve esenlikle geçmesi dileklerimle yolunuz hep açık ve aydınlık olsun.

Öykücü