Yaşam Büfesinde “Prosedür Adaleti”

“…Dünyadaki acı ve haksızlık yüzünden kalbi kırılmış bir şekilde Tanrının önünde diz çökmüş olan adam “Sevgili Tanrım der “dünyadaki ızdırap, keder ve acıya bak. Niçin yardım göndermiyorsun ?”  Tanrı cevap verir “Yardım gönderdim; seni gönderdim“…Tanrının her şeye güce yeter. Buna bütün kalbimizle inanıyoruz.”Peki kendisinin bile kaldıramayacağı büyüklükte bir gezegen yaratabilir mi ?” Bu soruya “evet” ya da “hayır” dersek ne tür bir paradox içinde kaybolur gideriz; ya da inancımız zayıflar ? Kendi sorumuzu kendimiz ignor mu edelim ? Ne yapmak gerek ? …”

 

Merhaba

İkigündür yağmur ve çamur nedeniyle günlük yürüyüşümüzü yapamayınca, üsütne üstlük dün gece ısınmak için klima kullanmak gerekince bize İzmir yolu göründü. Bu sabah beton zeminde sabah yürüyüşümüzü zorlama ile yaparken hava yine kapalıydı. Aklımıza dönüş hazırlıkları düştü. İzmir Marşıyla dönüşe geçtiğimizde hava yine bahara döndü. Sıcaklık yirmi dereceyi aştı. Güneş ısıttı.  Bu koşullarda dönüş yolunda önce hüzün yaşadık. Sonuçta bugün yedi aylık bahar-yaz-güz sezonunu kapatıp beş aylık Karşıyaka-Kış sezonunu açtık. Hepimiz için hayırlı olsun. Hava durumu bir yana aslında dönmemiz gerekiyordu. Pakgillere yakın olmak için, Mestgilleri ziyaret edebilmek için Netgillerle Yunt Dağına çıkabilmek için dönmemiz gerekiyordu. Kimi zaman yoğun çırpınışlarla Akropol’den hız alıp Kızılcahamam’a doğru yollansak da yaz rehavetinde rüzgarı enerjiye çevirmede pek fazla faydalı olamadık. Ortanca teknenin otuzu aşan Mercanlarıyla başta Aslıhan olmak üzere zaman zaman balık ziyafetine doysak da büyük teknenin sezon sonuna denk gelen varlığından da pek fazla keyif aldığımız söylenemez. Seneye inşallah. Geçen ayın ortalarında sağlık için gelişen operasyon sonrası artan dualarımızla aklımızın kıvrımlarına söz geçirmeye çalıştık. Çok şükür ki gözümüzün gördüğü değişimler korkularımızı yersiz kıldı. Bu özet görünümle 2015 yaz sezonundan her zaman hayırla söz edeceğimizi umuyorum. Biraz geniş açıyla bakınca Çeşme’de beş akraba eviyle zengin ilişkili komşular olarak yola çıkmıştık. Önce yeğenim Melek evini sattı. Kızının ev almasına desstek oldu ve kendine de Çandarlı’da çok güzel, başını dinleyecek, kutu gibi bir ev aldı. Güle güle otursun. Satışı daha iyi bir sonuç içindi. Bu sonuca ulaştı. Bu arada oğlu İlke, Kanadalı Meg ile evlenip genç yaşta Kanada’ya yerleşti. Kısa sürede, çiftlik yönetimi ve tarımsal üretim becerisi gösterip kış sezonunda kazandıklarıyla Avrupa turu yapıp birkaç ay önce Türkiye’ye geldiler. Ülkemizin pekçok yerini gezip doğuya doğru yola çıktılar. Türki Cumhuriyetlerle başlattıkları doğu gezisinde Hindistan’ı da aşıp bugünlerde Çin’deler. Ne güzel. O genç yaşta böyle bir serüven. Biz yetmişe vardığımızda bile sadece turların program güvencesiyle kalitesini sorguladığımız konaklamalarla sınırlı seyahatler yaparken olanaklarımızın onda birine bile sahip olmayan bu gençler (İlke ve Meg) sırtlarında çadırla Kanada-Çin menzilini yaşıyorlar. Asıl cesaret bu olsa gerek. Daha sonra kayınbiraderim Nazım evini sattı ve Karşıyaka’da ev aldı. Böylece yetmişi aşan yıllarda daralan enerji sınırlarında daha rahat bir yaşam için mekan değiştirmiş oldu. Hoş Çeşme’de yaz yaşamını aynı konforla sürdürüyor. Geçen hafta diğer kayınbiraderim artan sağlık sorunları nedeniyle Çeşmedeki evini saatı ve o da İzmir’de özellikle kış yaşamının konforunu artırmak için yeni bir ev satın aldı. Sağlıkla otursun. Şimdilik biz ve Bülent kaldık Çeşme günlerini keyifle sürdüren. Bakalım nereye kadar ? Her işin başı sağlık. Her neyse. İnşallah kış da böyle güzelliklerl gelişir. “Nasıl başlarsa öyle gelişir” diye inanıp Mavişehir’e günlük güneşlik bir günde geri dönüşümüze bu azımla bir kez daha şükrediyorum.

Yazımın başlığı “Prosedür Adaleti” ki bu kavramla doksanlı yıllarda Power Dergisinin eki olarak verilen Harvard İşokulu Araştırma özetlerinde tanıştım. Çok kez yazdığım Londralı yaşlı kadının trafik polisi ile çatışıp mahkemeye düşmesi öyküsü ile bu kavramın anlam ve önemini daha iyi anlamıştım. Üstelik SSTC Öğrenme Yolcuklarındaki bir diğer temel mesaj olan “let customer bay in his reason / bırak müşteri kendi nedenlerinden dolayı satın alsın” uyarısı ile bütünleştirip hem bu kavramın mesajını hem de SSTC nin öğretilerini birbirine perçinleşmiştim. Aradan yaklaşık on sene geçmişti ki aynı kavramın yaratıcısı olan iki profesör (Kim ve Rene) bu kez bu kavrama odaklı bir kitap yayımladılar. Kitap tüm dünyada sükse yaptı. İçindeki “Güneş Sirki” örneği ile pekçok kurum ve kuruluşta “rekabet üstü” olabilmek için “VIP-ERIC Strateji Tuvali” çerçevesiyle yeni açılımlara ışık yaktı. Biz de bu kitaptan bir yıl önce CINOS’un üçüncü evresinde beş yılımızı doldurmuştuk. Böylece ikinci adım olan DOD2 e geçme zamanı gelmişti. Bundan tam on yıl önce DOD2 hazırlıklarımızı adına “F1 veF2” dediğimiz çerçeve çalışmalarıyla yirmibini aşkın tüm çalışanlarımıza duyurma yolculuğuna çıkarak inancı eyleme çeviriyorduk. Önderlik edecek eğitmenleri seçip Londra, Paris ve Barcelona’da seçmeli F2 ustalık yolculuklarına çağırdık. Bu çağrının amacı “TTT/Train The Tranier/Eğiticinin Eğitimi” idi. CINOS’un ilaç CEO’su Londra’yı, Tohum Bölüm Md. Barcelona’yı seçti. Bana da Paris düştü. Milyon kere yazdım. Bu Paris’in doksan kilometre kuzeyindeki tarihi şatonun gün ışığı gören toplantı salonundaki konuşma halkasından, Ekvator ormanları gibi gün ışığını görmeyen toprakta yetişmiş yüksek ağaçların altındaki börtü böcek sesiyle yaptığım sezgi yürüyüşünden öğrendiklerimi yetmiş yılda öğrenmemiştim. Mest olmuştum. Mayıs 2005 in en güzel bir haftasındaki Johari Pencerisinde buluşmak ve esas olarak geribildirim verip alırken DANS edebilmek içselleştirip SSTC ile bütünleştirdiğim en önemli “update > upgrade > upcreate > upskill” bütünleyicilerine kişisel olarak erişmek bana nasip oldu. Bu dörtlüye daha sonra “fourups” ya da “forups” diyerek Netdirekt’in “kesintisiz kolaylık” misyonunun temel değerleri adını verdim. İşte on yıl önce, 2005 de şaşkınlıkla katıldığım Paris yolculuğunun öğrenme kitabı “Good to Great” iken bir yıl sonra öğrenilenlerin “F3” e hazırlık olsun diye izleme çalıştayı olan Prag beraberliğimde önerilen giriş kitabı bu kez “Blue Ocean Strategy /Mavi Okyanus Stratejisi” idi ki aynı Kim ve Rene hocaların yazdıkları bu kitap son yılın birikimleriyle güncellenmiş olan “Prosedür Adaleti” ya da “Adil Süreç” veya İngilizce olarak “Fair Process” idi. Ana mesaj “ownership / sahiplenme” düşüncesine dayanmaktadır.

Diğer bir deyişle “Prosedür Adaleti“ne inanmayan otorite (Patron, CEO, Gn.Md) “ben yaptım oldu” veya “ben sizin babanızım ben ne dersem o olur” ya da “ben doğrusunu bilirim” ve hatta 1998 de yaşadığım gibi elini masaya vurup, sinirlerine hakim olamayan yılların en üst idarecesi gibi “bizi buaraya yönetici yaptılarsa biz doğrusunu biliriz” diye hiddetlenirse bu ilişkide “güven” bulamazsınız. O zaman da konu ister “performans yönetimi” gibi ucu parasal bir beklentiye bile dayanan plan program yapmak; uygulamayı izlemek; sonuçları değerlendirmek; bir havuz kurup üst/orta/alt gruplarını belirleyip himmette bulunmak bile olsa “laf olsun torba dolsun” veya “dostlar alışverişte görsün” ü aşmaz ortaya çıkanlar. İşte 2006 yılında “Etkili Performans Yönetimi“ni “Omurgalı Liderlik Modeli”nde “Kolaylaştırıcı Koçluk” olarak “Prosedür Adaleti” ile SSTC İzleme Çalıştaylarında ele alıyorduk. İzmir, Bursa ve Adana Bölgelerinde güncel ve önemli gerçek olgularla bilgi, beceri ve hevesimizi sorguluyorduk. Bunlardan Hakan’ın bir dakikalık video görüntüsünü önceki yazımın ekinde vermiştim. Bu yazıma da Muharrem’in görüntüsünü ekleyeceğim. Bu görseldeki temel mesaj inanca dayanan öğrenmeyi işten özel yaşama aktarıp öğrenmeyi eğlenceli kılabilmiş olmaktır. Buna “Öykülerle Öğrenme” de deriz. Burada zorlama yoktur. Burada “inancın gücü “vardır.

Prosedür Adaleti” güven ve katılım sağlar. Güven ve katılım gönüllü işbirliği üretir. Böylece çalışanlar görevin gerektirdiğinden daha fazlasını yaparlar. Üst sınırı zorlarlar. Yaratıcı enerjilerini açığa çıkarırlar. İşte DOD2 in açılımı olan “looking for the best in the people” ın ürünü olan potansiyel yaşama aktarılır. Bunun kısa anlatımı MAS (More And Smarter / Daha Çok ve Daha Becerikli) > Nicel ve nitel artışlar dır. Demem o ki gerçek anlamda MAS için “Prosedür Adaleti” şarttır. MAS emirle olmaz. MAS tepeden inme yaklaşımlarla olmaz. MAS havuçla ya da sopayla olmaz. MAS adil süreçle ortaya çıkar. Görev ne olursa olsun süreklilik için adil süreç şarttır. Özellikle bilgi ekonomisinde prosedür adaleti çok önemlidir. Çünkü Nobel ödüllü ekonomist Friedrich Hayek‘in dediği gibi “Pratikte her birey sadece kendisinin aktif işbirliğiyle kullanılabilecek özgün enformasyona sahiptir“.…It is rather a problem of how to secure the best use of resources known to any of the members of society, for ends whose relative importance only those individuals know. Or, to put it briefly, it is a problem of the utilization of knowledge not given to anyone in its totality…”  https://mises.org/profile/friedrich-hayek

Bu ifade size karmaşık gelmesin. Çok basit ve gerçekten de çok doğru. Size binlerce kez SSTC den söz edebilirim; tüm prensiplerini anlatabilirim. Ancak yine de satın alma dürtülerini açığa çıkarmak için, en kısa yolda ve tüm geri dönüş kapılarını da açık bırakacak şekilde ihtiyaçla kişiye özelleştirilmiş faydayı buluşturmak için, soru sorma becerilerinizi SSTC den ötede SPIN Tekniği ile hızlandırıp etkin kılabilmek için benimle SSTC öğrenme yolculuğuna çıkmalısınız ki anlatımlarım dışındaki tüm jest ve mimiklerin katkılarını, yazılmamış kişisel öykülerin öğretilerini görebilesiniz. Muharrem’in filmine bakın ve onun algılarını yorumlayın.

Bu yazım 2015 Ekim sonuna doğru Mavişehir’den ilk yazım. Haftaya seçim olacak ve her yanda heyecansızlık (ruhsuz demek ruhumu incitiyor) var. Sanki hiçbirisi iktidar olmak istemiyor. Palasında palasını bilemekten vazgeçmiş gibi görünen geçen yılın Aralık ayının kahramanı bile yan sokaklarda vakit geçiriyor. Halkın önüne çıkacak yüz kalmadı, ne onda ne bunda.  Sloganlar sönük. Kavgalar sokakta kalınboyunlulara kaldı. Komşu Yılmazlar ortada yok. Kuyunun etrafı yine çamur. Sanırım bizim nar kuruyacak. Suyu arıtmada sadece derdimi tam anlatamamış olmaktan dolayı verdiğim anlamsız “cehalet primi” aklımın bir köşesinde kendime yakıştırmadığım küçük bir anı olsa da… Sezon sonu yine sıkışmış olan çöp öğütmeyi açmak için alyan anahtar getirmiş olmama rağmen yine teknik servise muhtaç olma beceri yoksunluğu… Bunlar küçük şeyler. Tıpkı Prof. Dr.Üstün Dökmen’in bir seri kitabının adı gibi: Küçük Şeyler.

On yıl önceydi. Televizyona bakıyordum. Bir pazar sohbetiydi. Üstün hoca genç satranç şampiyonu Atilla’ya sordu: “Satrançta bir taş olsaydın; hangi taş olmak isterdin ?”. Atilla’nın yanıtı kısa ve netti: “Piyon olmak isterim ?”. Aynı yıl Mühendislik Fakültesinin öğretim yılı kapanışındaki Kariyer Günlerinde konuşmacıydım. Aynı soruyu sorduğumda Şah ve Vezir olmak isteyen çoktu. Kimse piyon olmak istemiyordu. Genç mühendisler okul bitince hemen kravatla masa başına geçmek istiyorlardı. Çünkü dünyanın GAT olduğunun farkında değiller; “ne gain without pain” den habersizler; “emeksiz yemek” yapmaya çalışıyorlar. Büyük bir kimya fabrikasının sahibi de konuşmacıydı ve sunumunda iş yerini açtığı yıllarda mühendisi de işçisi de ve hatta yerleri süpüren çöpçüsü de sadece kendisi olduğunu anlattığında genç dinleyici mühendislerde küçük bir mahcubiyet oldu mu acep ? Sanmıyorum.

Tüm öğrenme yolculuklarınız Prosedür Adaleti ile çizilmiş hedefe doğru  adil süreçlerde, aydınlık yollarda sizi usta kılsın. Yolunuz hep aydınlık olsun.

Öykücü