“…Taktikten çok cesaretin varsa burnun boktan kurtulmaz…İstikrar deÄŸiÅŸimin peÅŸrevidir… …Neden baÅŸarıyormuÅŸ gibi görünürken hezimete uÄŸradı ?…Bir  öğleden sonra kurbaÄŸa Freddy çamurlu bir yoldan aÅŸağı doÄŸru zıplaya zıplaya gidiyormuÅŸ. Birden yolun üzerinde bir tekerleÄŸin yolun üzerinde bıraktığı çukurun dibinden gelen bir ses iÅŸitmiÅŸ. Yanına gidip bakınca…“
Merhaba
ÇeÅŸme’den MaviÅŸehir’e geldik. Böylesine güzel ve bir o kadar da sıcak bir günde ÇeÅŸme bırakılır mıydı ? Yanıtı kesin “hayır” olsa da bir baÅŸka hayırlı iÅŸ için geldik. Mevsim temizliÄŸini yapıp A1D4 ü bir süreliÄŸine Pınargillere bırakacağız. Sevgili Eren babasının hedefleri doÄŸrultusunda İZAL (İzmir Atatürk Liseli) olurken, Sevgili Barış da annesi ve teyzesinin özlemlerini gçerçekleÅŸtirerek İZAK (İzmir Amerikan Kolejli) olunca baÅŸlangıç (kick-off) olarak bunun en yararlısı olduÄŸuna hep birlikte karar verdik. Bu demektir ki yılbaşına kadar bize ÇeÅŸme her zamankinden daha keyifli olacaktır (inÅŸallah ciddi bir saÄŸlık sorunu yaÅŸamayız da içimize siner). Yazımın giriÅŸindeki ilk iki ifadeyi R.Crowe‘un “broken city” isimli filminden alıp defterimin bir köşesine yazmışım. Aklım nasıl buluÅŸturdu ? bilmiyorum. DiÄŸer ifade de “Medcezir” dizisinden. İlginç ! Yazımı havuzun kenarından yazıyorum. Albatros’lar tam bir tatil cenneti, tatil köyü gibi. Bunu görmek, yaÅŸamak ve en önemlisi de hissetmek gerek.
Yazıma birkaç fotoğraf ekleyeceğim. Fotoğraflar umutlarımı güçlendirecek. Fotoğraflar odak noktamdaki güzellikleri yansıtacak. Sözcükler ise ilgi alanımdaki ruhumun sıkıntılarını dillendirecek. Bu uyumsuzluk hoşgörüle, bağışlana.
Yazımın başlığındaki ERDA ne demek oluyor ?
Uydurdum. Sanki “Er dayıya kız halaya çekermiÅŸ” demek ister gibiydim. Copculara baktığımda Z kuÅŸağı kızlarımızın (İDA) çekecek halaları yok; amcalar baÅŸka hiçbir hısım, akraba aratmasa da hala olmayınca bakıyorum da özellikle Dİ ikilisi tıpkı NezuÅŸ gibi, “sınır tanımayan doktorlar” gibiler. Nazar deÄŸmesin; gerek giriÅŸimlerinden (parasız balon patlatmak, komÅŸunun havuzuna girmek, her koÅŸulda dost, arkadaÅŸ edinmek, vb) gerek konuÅŸkanlıkları, neÅŸeleri ve sürekli gülücükleriyle sosyal atılımlarından bunu net olarak görmek olanaklı. Herneyse ! “ERDA” nın dayı olan DA sına gelelim.
Ekranda bugüne dek kapanmayan aç gözleri, kin ve nefreti, gizlemeye çalışılan küfürleri, kasaları, kutuları, havuzları ve oturtulan kucaklarıyla ünlü suratsız bozacıyı zor çekerken ÅŸimdi bir de karikatür gibi sürekli gülen, rahmetli Erbulak’ın çizgilerini anımsatan, gülmeyi ayaÄŸa düşürüp sırıtan, kıpış kıpış gözleri görülmeyen, kayıktaki profesör örneÄŸi hendese ve yabancı dili çok iyi bilip de yüzmeyi öğrenememiÅŸ “turfa müneccim” örneÄŸi sırıtan şıracıyı da görmeye mahkum olmak bu günlerin en büyük ızdırapı olacak. Allah onlara akıl bize de sabır versin.
Suratsız Bozacı (SB) ve Sırıtan Şıracının(SÅž) dayısı var mıdır ? Varsa nasıl biridir ? bilmem ama bildiÄŸim bir ÅŸey varsa o da bozacının nasıl dayılandığıdır. Sırıtan Şıracı da benzer dayılığı gösterirse, birisinin pratik deneyimleri diÄŸerinin teorik birikimleri bir araya geldiÄŸinde Ahmet’in geçen gün yazdığı gibi, asli görevdeki yaÅŸanmış beceriksizliklere benzerse yeni sorumluklarını yönetmek yandı gülüm keten helva. Anlamakta zorluk çektiÄŸim konu, “Evet, biz çaldık ama bunu dini, ve hayri iÅŸlerde kullanmak için yaptık” mı diyorlar kapalı kapılar ardında ! Tıpkı hutbesini bitirirken inme hazırlığındaki imamın hemen her cuma yaptığı “camiye yardım çaÄŸrısındaki dini ve hayi iÅŸlerde kullanmak için lütfen pamuk eller cebe” deyiÅŸi gibi… Bu açıklama diÄŸerlerinin “Biz neden çalamıyoruz ? Neden bizim kucağımıza oturan yok ? Bizim kutular niye boÅŸ ? vb” benzeri itirazlar çıkmadan bunca yıl koyun misali gidiyor bu beraberlik.Hatta konusunda uzman olan Kuzu bile kuzu kuzu oturup bekliyor. HoÅŸ neyi bekliyorsa ?  “Devlet malı deniz yemeyen domuz” denirdi bizim çocukluÄŸumuzda. DomuzluÄŸa mı ısındırmak istiyorlardı; yoksa duyarlılıklarımızı mı törpülüyorlardı ? Kesin yanıtı bilmesem de vardığımız noktada meydanlara baktığımda bu yaklaşım iÅŸe yaramış. Yiyenler günah nedir bilmezken seyredenler alkışlamayı sürdürüyorlar. Demek ki daha o günlerde yarın birgün devlet memuru olursan kendini buna hazırla ki çalarken mahcup olmayasın yaklaşımı memur olmayanları da tepkisiz yapmaya yaramış. İyi olur inÅŸallah !
Akıllı insanlar neden akıl dışı davranırlar ? Başarıyormuş gibi görünürken neden hezimete uğradı ?
İlk soruyu geçen gün Dr.M.Öz soruyordu. İkincisini ise Tokatçı Tekmelettinin yoldaşı olacağı kesinleşince sırıtan şıracıyı analiz eden Ahmet  köşesinde yazdı.
Çevremizde yangın yerine dönen OrtadoÄŸuda ilk anda elde edilen olumlu sonuçları “kendi eylemlerinin” meyvesi olarak gören sırıtan şıracı bunun global sistemin verdiÄŸi avans olduÄŸunu göremedi; kendini bilemedi. Gücünü de bilemedi. Attı, tuttu ve “göster gücünü” dediklerinde “bizi test etmeyin” demekten ötesini yapamadı. YaÅŸadığı coÄŸrafyayı bilemedi ve Vietnem’dan beter bataklığın kenarından atıp tutmayı sürdürdü. Bereket içine girmedi. Ne oyunun kurallarını tam anladı ne de oyunun kurallarını yeniden yazmaya gücü yetti. Otoyolda sürücü deÄŸildi. Otoyoldaki otobüste yolcu da deÄŸildi. Sadece kenardan seyretmekle yetindi. Buna da şükür. Diplomaside geleneÄŸe gereksinim duyulacağını anlamadı. Şöyle bir düşünüyorum da Mısır’da 2004 yılı Ekiminde “BEE” diyerek sahneden oyuna veda etmeye hazırken ve de üstelik “ZeytinyaÄŸlı Mustafendi” olayı nedeniyle aramız limoniyken adına CDM dediÄŸi yeni bir görevle beni daha dört yıl kurumda tutmaya karar veren otorite aslında bu süreçte nelerden nasıl yararlanmıştı ? Oradan bir sahneyi alıp bugün yapacağımız AUG14MOTES3 toplantısında paylaÅŸacağım. Temel sözcük: Tutku.
Akıllı insanlar akıl dışı davranırlar. Çünkü hoca da olsalar, balondaki ya da kayıktaki profesör de olsalar D3 olarak istediÄŸimiz “Dedication/ Adanmışlık” eÄŸer din beraberliÄŸinde olursa, “dini ve hayri” iÅŸlerde kullanmak için ister yardım dilemek, isterse kucaÄŸa oturtmak veya havuz doldurmak olsun fark etmiyor akıldışı görünen adımları atmak.
Bakın “Buy-ology” kitabının 111 nci sayfasında Bay Martin nasıl bir açıklama getiriyor. Aralarındaki onca farklılığa raÄŸmen, baÅŸlıca bütün dinlerin temelinde on ortak dayanak noktasını şöyle belirtiyor:
1.Aidiyet duygusu: Bundan yoksun olan muhalefetin boyu uzun ya da kısa olsa fark etmez. Onları kuyruk suyunda dolaÅŸarak omurgasız, çerçevesiz Atatürk’ün gayretlerine ihanet edip sadece kendi varlıklarını sürdürmeye çalışıyorlar. Hepsi birbirinden beceriksiz. Suratsız Bozacı veya Sırıtan Şıracı olmasalar da aidiyet duygusundan yoksun, sahiplenme (ownership)den uzak oyalanıp gitmeyi iÅŸ sayıyorlar. Onlara iki kere yazıklar olsun.
2.Net bir vizyon: Dini ve hayri işlerde kullanmanın vizyonunu net çizen Deniz fenerliler de tıpkı bahçeli fenerliler gibi hırslılar. Allah onların hırsından korusun.
3.Düşmanlara karşı güçlü olma: Tokatçı Tekmelettin, Sırıtan Şıracıyı seçtiğinde bunu net olarak söyledi. Kimsenin de buna adam gibi itirazı olmadı. Suratsız Bozacı liderliğinde bunu çok net olarak yapıyorlar.
4.Duyulara seslenme: Sırıtan şıracı henüz bu konuda acemi ise de Suratsız Bozacının ustalığında o da çok çabuk uyum sağlayacaktır.
5.Öykü anlatma: Belki de en masum olan yönü budur. Fakat en etkili kısmı da bu. Din genelinde fabl benzeri öykülerle insanları nasıl can evinden vurup göz yaşları döktürüyorsa Suratsız Bozacının tokatçılığı ve tekmelettinliği de unutulup gidiyor.
6.İhtişam: Bu tek kelime yeter. Muhteşem Süleymanı bir geçtiler. Ne örtülü kaldın ne de açıkca yapılan bağışların miktarı. Bu havuz onlarda olduğu sürece kutular yetmeyecek, uçaklar korkutmayacaktır. Allah gözlerini doyursun.
7.İnanç yayma: Öylesine ekonomi dünyası olunca onların yaÅŸam büfeleri artık öyle sıkma baÅŸmış, türbanmış pek önemli deÄŸil. Bu konudaki hazırlıkları gelecek seçime saklıyorlar. Onların stokları her zaman doludur. Zamanı bekleniyor. Åžimdi biraz “es zamanı”.
8.Simgeler: Geçen seçimde gördük. Şimdi traşlama zamanı ve bereketki bakan bey kendini kurtardı. Başka yerde olsaydı buna ne denirdi acep ? Adam masum !
9.Gizem: HerÅŸey öylesine su yüzüne çıktı ki iÅŸin gizemi sadece “verdiysem ben verdim” diyen İlksan (!) davasındaki Süleyman beyin o sözlerinde kaldı eski gizemler. Åžimdi gizemle süreyi uzatmak istemiyorlar. Net ve doÄŸrudan “görsel odaklı” ve bodozlama gitmekten çekinecekleri hiçbir güç kalmadı ortada. Çok yazık.
10.Ritüeller: Cemevleri ve Mevlana törenleri ilk akla geliyorsa da ekonomi dünyasında farkına varamadığımız öylesi profesyonel törenler oluyor ki sanki yılbaşında boğaz köprüsünde yapılan ışık gösterisi gibi ağzımız açık bakarken cambaz mali götürüyor.
Ne olcek bu gidiÅŸ ?
Yazımın giriÅŸindeki son satırları Ocak 1999 da CINOS’un orta döneminde beklentiler gerçekleÅŸmeyince, ülkesel krizin öncül etkileri kendini göstermeden etkilemeye baÅŸlayınca, iki en üst otoritenin (ÜSTİ) Antalya’da düzenledikleri “bütünleÅŸme” toplantısı için hazırlamıştım. Fırsatını bulursam yine sahneye fırlayacaktım. Ben bunu hep yaparım ve genellikle de aşırı tepkiler alırım. Yine de yaparım. “Çukurdan Çıkma Teknikleri” olarak ısrarla vurguladığım sunumum ne o zaman tam iÅŸe yaradı ne de oniki yıl sonra Kırıkhan’da 47 derece sıcaklıkta “SSFWS/Satış Becerileri İzleme Uygulamaları” nın “bilmek yapabilmektir” mesajını yaÅŸama aktarırken iÅŸe yaradı. Geriye bir baktım ki benden baÅŸka çukura girip de çıkmaya çalışan kimse yok. Ne oldu sonunda ? İstanbul ekibi tümüyle gitti ve CINOS ertesi yıl üçüncü evreye geçti.
Bugüne ve ülkeme bakınca; paradigma değişikliği şart (boyu uzatmak değil amacım). Keşke olmasaydı diye düşünebiliriz. Eski alışkanlıklarımızı sürdürmek isteyebiliriz. Değişim şart. Değişirken performansı sürdürmek şart. Değişim içimizden gelmeli. Önce bunu hissetmeliyiz. Heves duymalısınız.  Yeni bir oyun için, yeni kurallar koymak, yeni raylar döşememiz gerektiriyor ki ancak o zaman içinde bulunduğumuz tren doğru yere gidecektir ve bu sadece bizim ellerimizdedir.
Nice ustalık yolculuklarınız hep aydınlık yollarda geçsin.
Öykücü