Yaşam Büfesinde “Geribildirim”

“…Bir bilim adamının, tıp konusunda yeni ve çok önemli buluşları olmuştu. Bir gazete muhabiri röportaj yaparken kendisine, ortalama bir insandan nasıl olup da daha farklı ve yaratıcı bir insan olduğunu,  kendisini diğerlerinden ayıran özelliğin ne olduğunu sormuştu. Bilim adamı bu soruya, “İki yaşındayken annemle yaşadığım bir deneyim nedeniyle” diye cevap vermişti. İki yaşındayken buzdolabından çıkarmaya çalıştığı süt şişesi elinden kayıp yere düşmüş ve ortalık süt gölüne dönmüş. Annesi mutfağa geldiğinde, ona bağırmak, söylenmek ya da cezalandırmak yerine, “Robert ne kadar güzel bir hata yaptın ! Daha önce bu kadar...”

 

Merhaba

Bugün soğuk ama bir o kadar da güzel bir pazar günü. Dün Bursa’dan çocuklarımız gelince, yine Albatros’ta COPCUsPlus (13+1) toplanınca, Nezuş’un yemekleri ve Yeni Seri’nin keyfinden sonra tıpkı otuz yıl önce rahmetli babam ve Ümit’le oynadığım, üç nesli bir araya toplayan kâğıt oyunu benzeri oyun masası kurulunca ve kucağıma oturan İrem’in de benzer heyecanları duyduğunu görünce mutluluğum bir kat daha arttı. Hep dediğim gibi “daha ne ister insan !”. Şimdi ve blogumda hep yapageldiğim aslında sadece ve sadece birer “geribildirim“.

Neden bu kısa öykü ve neden “geribildirim” ?

Belki de FEB MOTES‘in gündeminde “geribildirim” olsun diye; ya da iki gün önce bir telefon konuşmasında yükseldiğini hissettiğim tansiyonu düşüren akıllı eşlerin etkisini desteklemek için; ya da MOTES öncesi “MGM” toplantısı yapıp ortaklıkların ömürleri açısından, küçük şeyleri dert etmemek için “geribildirim” konusunu özellikle ele almak istediğim için.

Küçük Şeyler” kavramını ne zaman duysam iki şey düşer aklıma. Bunlardan ilki doksanlı yılların başlarında yönetimde görev aldığımda bana hediye edilen Nüvit Osma‘nın “İnsan Mühendisliği” kitabıdır. Kitaplığımın baş köşesinde duran bu kitaptan pek çok şey anımsarım. Bunlardan biri de “yöneticiyi bitiren, enerjisini tüketen şeylerin aslında büyük, önemli konular değil küçük şeylerin olduğu” yargısıydı. Hani hep deriz ya “deryayı aşıp derede boğulmak”. İşte öyle bir şey “küçük şeyler”. Kahrolursun değmeyecek şeyler için. Ne var ki bir kez bu açmazın girdabına girince batmadan da çıkamazsın. Bu şeyler bazen Osman’ın mikrodalgası olur; bazen yeni işe başlayan Ahmet’in ilk gününün prosedürüdür aklına takılı kalan küçük şeyler. O anda öylesine önemlidir ki senin için her ne söylenirse söylensin ruhun isyan eder “… iyi ama…” der durursun; bazen yüksek sesle ve öfkeyle, bazen de içinden seni kemiren sessizlikle. İkinci anımsadığım küçük şeyler ise Prof. Üstün Dökmen bir seri kitabı ve televizyonda yaptığı teatrel gösterilerdeki mesajlarıdır.

Ne yapalım nasıl yapalım da küçük şeylere takılı kalmasın akıllarımız, yüreklerimiz ve ruhlarımız ?

İlk yanıtım “senin ellerinde”. yeter ki sen iste ! Kendini buna ada; mükemmellik yolunda ilerlemek için tortularından, safralarından kurtulmayı dene; içe bak ve kendini tanı. Önce kendine liderlik etmek için (LS1: Lead Self) sekiz küçük beceriyi (micro skills) öğren ve kabullen. Daha sonra karşındakine liderlik (LS2:Lead Other) etmek için ikinci sekiz küçük beceriye yönel. Belki de sadece Johari Penceresi’nde buluşmak bile ilk adımda sana yeterli gelecektir…”

İşte bu gelişme, değişme ve dönüşme yolculuklarının temelinde “geribildirim” yatmaktadır. Tek koşul, net ve dürüst olmaktır. İşi gereksiz karmaşadan çıkarıp sadeliktir. Ben ilk “geribildirim” sözünü sevgili Alev’le birlikte SSTC den sonra ikinci aşama olarak verdiğimiz “Leadership & Coaching” öğrenme yolculuklarımızdan anımsarım. Bu yolda önce kendimizi eğitmek için Bay HPHardmeyer‘le ustalık yolculuğuna çıkmıştık. Hem de 1994 kriz yılının başında ve üstelik ilk satışı yönetme görevini de üstlendiğim bir kritik süreçte. Daha sonra ustalığımızı bay B.I.Coleman‘ın pratikleriyle pekiştirmiştik İstanbul’da. Aradan bir yıl geçmeden bu kez Alev ve ben CINOS’un ilk evresinde üst  ve orta yönetici grubunu bu öğrenme yolculuğuna çıkarıyorduk (Aralık 1995 İzmir).

Krize rağmen öğrenme yolculuklarını ısrarla sürdürdüğümüz  o günlerde yönetici ve çalışan arasındaki ilişkiyi Dr.Blanchard‘ın öğretisi kapsamında ve “situational leadership” odağında irdelerken “feedback & reinforcement” ikilisinin birbirinden ayırt etmede güçlük çekiyordum. “Feedback” sözcüğünü “feed” takıntısı ile ilk günlerde “geribesleme” olarak kullanmayı yeğlemiştik. Hoş dün akşam yine bir yabancı filmin alt yazısında “geribesleme” çevirisinin yer aldığını gördüm. Beni biraz tırmalıyor bu “besleme” sözcüğü tıpkı Fakülte yıllarımızdaki “bitki besleme” ve “hayvan besleme” ders isimleri gibi beni az da benden uzaklaştırıp diğer canlılar grubuna sokuyor gibi hissettiriyor. Rahatsız oluyorum. Bu nedenle “geribildirim“i yeğliyorum.

Daha sonraları geribildirim gündemimde daha ağırlıklı olarak yerini aldı. Örneğin bu sözcüğün kapsamı ve sınırlarında bugün hem övgü, hem yergi, hem de sövgü var. Çoğu zaman geribildirim için “söylenme söyle” vurgusu yaparım. Bunun hem “almak” ve hem de “vermek” gibi iki boyutuna dikkat çeker ve 2005 yılında hızlandırdığımız “Çerçeve çalışmaları ve Performans Yönetimi” kapsamında amirlere, yöneticilere “Geribildirim vermek ve almak hem hakkınızdır hem de göreviniz” der ve onları “geribildirim isteyin” diye cesaretlendirirdik. Sekiz yıl sonra JAN MOTES de Netgillerden genç bir arkadaşımız yinelediğim bu isteğe “ya yöneticim bunu kabullenecek olgunlukta değilse” korkusu, kuşkusuz gerçeğin bir ifadesiydi. Verecek daha iyi bir yanıtım olmazsa “siz deneyin, terslenirseniz de bir kere ile bir şey olmaz” diyecek kadar ileri giderim.

Geribildirim neden bu kadar önemlidir ?

Bunun ilk yanıtı için “eleştirilmek acıdır ama eleştirilmemek çok tehlikelidir” demek istiyorum her ne kadar geribildirim salt bir eleştiri değilse de… İkinci bir bakış açısı için de R.Bach’ın “Martı” sındaki martı Jonathan’ın sözlerini yazayım : “sınamazsan gücünün sınırlarını bilemezsin” . Geribildirimin kendisi ve geribildirim verme/alma becerisi “olgunluk” yolundaki ilk adımdır. Yine JAN MOTES‘te tanımını bir kez daha yaptığım gibi “olgunluk, saygı ile cesaret arasındaki geliştirilmiş dengedir“. O halde saygı ve cesaret için “ben ve sen” arasındaki ilişkiyi ve doğruları bilebilmek için geribildirim vermek ve almak şarttır.

Geribildirim şampiyonların sabah kahvaltısıdır” deriz biz. CINOS‘taki son günlerimde kimi yıldız oyuncuların hızlı kariyer yolculuklarına olan tanıklığımda, seçilmişlere CCL (Center of Creative Leadership) de yapılan yatırımlara baktığımda; onların bu ustalık yolculuklarını şekillendiren ondört kitapçığın dört tanesinin geribildirim üzerine olduğunu gördüğümde geribildirimin ne denli önemli olduğunu bir kez daha anlıyordum.

Yine o süreçte (2005-2009) kimi çatışmalarda yer alıp, çatışma yönetimi becerilerimi geliştirmeye çalışırken geribildirimi hep “etki ile tepki arasındaki özgürlük alanı” nı en iyi şekilde kullanabilmek için en önemli beceri olarak gördüm. Hep söylerim “etki ile tepki arasındaki boşluk sizin özgürlük alanınızdır” ve isterseniz, hazırsanız ve yetkinseniz ya da yetkin olduğunuzu düşünüyorsanız bu alanda mucizeler yaratırsınız. İsterseniz “al atını gör tımarını” der çeker gidersiniz veya “sen kaç paralık adamsın ki seninle oturup da konuşan da kabahat “der Adana’dan Urfa’ya uzanamazsınız; isterseniz yapıcı, yaratıcı, yenilikçi yeni bir işbirliği geliştirirsiniz. Bunun da tek yolu dürüst, net, açık geribildirim almak ve vermek becerinizi geliştirmekten geçer.

Başarılı geribildirim vermenin sırrını biliyorsanız yapın da görelim. Çünkü, “bilmek yapabilmektir”. Biz bunu gelişme, değişme ve dönüşme yolculuklarının ilk adımı olan Yaşam Büfesinde “sıraya geçmek” olarak tanımladığımız SSTC Ustalık yolculuklarında ısrarla, inatla, sabırla, inançla, tutkuyla ele alıyoruz. Bu nedenle SSTC nin bir başka açılımını da “Selling Skills by Trained Competence / Eğitilmiş Yetkinlikle Satış Becerileri” olarak ortaya koyuyoruz ki göreceğiniz gibi bu tanımda hem doğuştan sahip olunan, hem sonradan kazanılan hem “Beceri” ve hem de “Yetkinlik” söz konusudur. “Satış” ise her işin başıdır. hayatta yaptığımız her şey ya doğrudan satıştır veya dolaylı olarak satış desteğidir. bu nedenle ister satışın başarısı isterse desteğin katkısı hangisi olursa olsun, bu yolculuklardaki başarının ölçülmesinin, ölçülebilir kılınmasının tek yolu geribildirim almak ve vermektir.

Hep deriz ki geribildiriminiz olumlu ise herkesin içinde veya yazılı olsun. Tıpkı “çocuğunuzu onun da duyabileceği şekilde methedin” deyişimiz gibi. Olumlu etkinin yayılmasını sağlayın ve buna neden olanın da bundan gurur duymasına, kıvanç duymasına izin verin. Yok eğer geribildiriminiz olumsuzsa-ki olumsuz olmasına izin vermeyin. sadece en azından “olumsuz gibi olmasına” özen gösterin– bunu da sakın yazılı yapmayın ve özellikle de bire bir, tek başınıza yapın. Kişiselleştirmeyin. Adama değil topa oynayın. Genelleştirmeyin.

“Geribildirim” konusunda neleri etkisi altında kaldım ?

İki anıyla algılarımı, kabullerimi ve şartlanışlarımı iletmeye çalışacağım. Allah selamet versin, sağsa eğer Allah ömrünü uzatsın 1994 krizinin etkisi altında satışın bölgesel sorumluluğu yanında merkezde JPK (Kroto Amca diyelim) baskısında kritik günler yaşıyorduk. Kendisi Bengladeş’ten yeni gelmişti. Buradaki şirket araçları onun için lükstü. Çünkü o daha birkaç yıl önce Prof.M.Yunus‘un gariban memleketi Bengladeş’te motorsikletli promoterlerin köylerde yaptıkları “Pull/Talep yaratma: Satış Destek Sistemi“ni yönetmişti. Çok geçmeden taşın sert olduğunu, ateşin yaktığını anlayacaktı. Baharın serinliğinde ve satışın yerine oturmayan koşullarında moral vermek için İzmir’e gelmişti. Amerikan Pazarının yakınında, Kervan Pasajının dış kısmında bir öğle yemeğimizin gelmesini beklerken masadaki peçetenin üzerine Bengladeş’te masasının arkasındaki duvarda yazılı olduğunu söylediği şu sözleri yazmıştı: “I must be mushroom. Because I am in darkness and they feed me bullshit”.  Oradayken üst yönetime sitem edermiş bu sözlerle ve dermiş ki “Ben bir mantar olmalıyım. Çünkü karanlıktayım ve beni gübreyle besliyorlar”. Diğer bir deyişle, “benimle hiçbir şeyi paylaşmıyorsunuz; neler olup bittiğini bilmiyorum. Üstelik bilgi diye ilettikleriniz de hiç bir işe yaramayan b… tan, saçma şeyler”. Ne kadar güzel bir benzetme. Gerçekten de mantar yetiştirenlerin çok iyi bildiği gibi, en önemli iki çevre koşulundan ilki ışık daha doğrusu ışıksızlık, karanlık ortam; ikincisi de toprak yerine salt gübreden oluşan yetiştirme ortamı. İş yaşamında da kimse seninle bilgi paylaşmıyorsa, gelişmelerden ya da gelişememelerden kimse seni haberdar etmiyorsa mantar gibi karanlıktasın demektir. Bazen de ayıp olmasın diye sana sundukları bilgiler işe yaramayan saçmalıklarsa, seni aydınlatmıyorsa, sana bir yol göstermiyorsa sen yine bir mantarsın demektir. Son günlerin gelgitlerine baktığımda kimi zaman (veya çoklukla) mantar yerine konduğunu hissediyor olmalı diye düşünüyorum yakın çevremde… On dokuz yıl önce bu sözü, peçetenin üzerinde gördüğümde ve özümsemeye çalıştığımda Kroto Amcanın ne demek istediğini; mesajını pek net anlayamamıştım. Karnım doyunca meseleyi anladım ve mesaj kafama dank etti. Diyordu ki “sen haline şükret; bak biz seninle ne çok bilgiyi paylaşıyoruz. Sana değer veriyoruz ve senden…. bekliyoruz“. İşte bu sözlerdeki “feed” her ne kadar “back” siz duruyorsa da “geribildirim“in çalışan motivasyonunda ne denli önemli olduğunu anlatıyordu.

Bir diğer küçük anı. İsimler şimdilik gizli, kalsın. O kendini bilir. Bunu somut öğrenme aracı kılmama izin vermediği için şimdilik bu giz içinde bu kadarla yer alsın. Sekiz sene önceydi toplantı salonundaydık. Ertesi sabah yeni bir ilacın lansmanını yapacaktık. İş bölümü ve tek ses konusunda prova yapıyorduk. Çağrıldım. Gittim. Özel bir toplantı yapıyordu. Bizi de yanında arkadaşına sunmak istiyordu. Bir süre kaldım. İzin alıp ayrıldım. Bunu otoriteye baş kaldırı olarak gördü. İçine sindiremedi. Bir saat kadar sonra odasına çağırdı. Masasının otorite tarafındaydı. Halbuki bir süre önce gittiği CCL den dört ayrı derste “etkili geribildirim nasıl verilir ?” dersi almıştı. Oturuş hatalıydı. Benimle konuşurken yüzüme bakmıyordu. Yüzü sol yanındaki bilgisayar ekranına dönüktü. İkinci hatası. Sesi kızgındı; amacı kavga etmekti. Olaya (toplantıyı terk etmem) odaklı değildi. Bana benim genel özelliklerimle saldırıyordu. Beni, bana, geçmişimdeki yaptıklarımı eleştirerek anlatmayı seçti. Ben sakindim. O konuştu. Ben not aldım. Aldığım notları arada bir kendisine okuyarak aktardım. Böylece hem onu dinlediğimi ve hem de anladıklarımı “geribildirim” şeklinde anında yansıtıyordum. Amacım hem kendisini görmesini sağlayacak bir ayna olmak, hem ona dönüşler için manevra alanı açmak ve hem de asıl olarak kendi iç dünyamda kopan fırtınaları dışarı yansıtmadan söndürebilmekti. Bu süreç yarım saati aştı. Anladıklarımı özetleyerek çıktım ve toplantıma geçmeden hemen bir elektronik posta yazdım. Adını da “My Key Learnings” dedim ve hemen ona gönderdim. O da hemen anında en sakinleşmiş şekliyle yöneticinin üç temel sıkıntısını yazarak yanıt verdi. Böylece (sözde, görünürde) sular duruldu. Bu, benim, hep övünç duyduğum, başarı formülümdeki “2P”nin karşılığıdır. İkisinin birden ifadesi ise “P/Passion:Tutku” dur ki tutkuyla yaptığınız her işin sonundaki kazancınız mutlaka size YSE olarak geri gelecektir. Buna inancım tamdır. Bu nedenle ben “RAW” ın “Cevher” oluşundan bir adım ileri gidip  “RAF” ın “F” sindeki “Faith” ile inancın gücüne önem veriyorum. Gerçi sevgili MH nın kulakları çınlasın hiç bir şey eskisi gibi olmuyor. Hani daha önce de dediğim “kopan her şey bağlanır, arada bir düğüm kalır” sözü var ya bu sözü haksız çıkarmak için çok emek verdim. Değdi de. Hiç bir say boşa gitmiyor; emeksiz yemek olmuyor. Bunlar da yaşamın bize, bu dünyada, görebildiğimiz geribildirimler.

Yazımın girişindeki öyküyü tamamlayayım:

…Bir bilim adamının, tıp konusunda yeni ve çok önemli buluşları olmuştu. Bir gazete muhabiri röportaj yaparken kendisine, ortalama bir insandan nasıl olup da daha farklı ve yaratıcı bir insan olduğunu,  kendisini diğerlerinden ayıran özelliğin ne olduğunu sormuştu. Bilim adamı bu soruya, “İki yaşındayken annemle yaşadığım bir deneyim nedeniyle” diye cevap vermişti. İki yaşındayken buzdolabından çıkarmaya çalıştığı süt şişesi elinden kayıp yere düşmüş ve ortalık süt gölüne dönmüş. Annesi mutfağa geldiğinde, ona bağırmak, söylenmek ya da cezalandırmak yerine, “Robert ne kadar güzel bir hata yaptın ! Daha önce bu kadar büyük bir süt gölü görmemiştim. Evet olan olmuş. Şimdi birlikte burayı temizlemeden önce biraz yerdeki sütle oynamak ister misin” demiş.  O da eğilip oynamış yere dökülen sütle. Birkaç dakika sonra annesi, “Robert bu tür bir şey yaptığında, bunu senin temizlemen ve her şeyi eski haline getirmen gerektiğini biliyor musun ? Bunu nasıl yapmak istersin ? Bir sünger mi kullanalım, bir havlu ya da bir bez mi ? Hangisini istersin ?” demiş. Robert süngeri seçmiş ve birlikte yere dökülen sütü temizlemişler. Daha sonra annesi “Biliyor musun ? Burada yaşadığımız olay, senin iki minik elinle bir süt şişesini taşıyamadığın kötü bir deneyimdi.Şimdi arka bahçeye çıkalım ve şişeyi suyla doldurup, senin dolu bir şişeyi düşürmeden taşımanı sağlayalım” demiş. Küçük çocuk şişeyi boğazından iki eliyle tutarsa düşürmeden taşıyabileceğini öğrenmiş…”

Bay Kılıç’ın yorumladığı gibi; ne güzel bir ders. Sevgili S.Aksu’nun çok bilinen şarkısındaki sözler gelir aklıma sabırsızlığımızı, kızgınlıklarımızı ve öfkelerimizi düşününce “nerde bende o yürek...”

Ne diyeyim ? Nice turfa müneccimlerle birlikte ustalık yolculuklarına çıktığınızda alacağınız ve vereceğiniz tüm iyi niyetli geribildirimlerin sizi hep aydınlık yollarda başarılı kılması dileklerimle.

 

Öykücü