Yaşam Büfesinde “SmartSenior (Akıllı Yaşlı)”

“…Küçük bir kasabanın yerel otobüsüne genç bir kadın biner. Bilet parasını öder ve tek boş koltuğa oturur, yanında şık giyimli bir bey vardır ve gülümseyerek genç kadına yer açar. Otobüs hareket eder etmez kadın cebinden bir zarf çıkartır, içeriğine bakar. Kenarında mavi logosu olan bir mektup kağıdıdır ve üzerinde daktiloyla yazılmış kısa bir yazı vardır. Gürültüyle iç çeker ve devasa bir gülümseme belirir yüzünde. İstemeden onun işine karıştığını düşünen bey “İyi haber mi ?” diye sorar. “Oh, özür dilerim” der yaptığının farkına varan genç kadın. “Sorun yok, tam tersine sanırım iyi haber” diye cesaret verince şık beyefendi “Çok iyi.. Hamileyim” diye açıklar genç kadın. “Çok sevindim. Kutlarım” der beyefendi, babacan bir tavırla genç kadının elinde dokunarak. “Ben de çok sevindim. Uzun süredir istiyordum. Dört yıldır evliyim ama hiç bu olumlu haberi alamamıştık.” “Rastlantılar çok ilginç” der adam cebinden bir zarf çıkartarak. “Ben de iyi bir haber aldım….”

Merhaba

Bugün yine Balçova Termal’den yazıyorum Nezuş’un tedavisi dördüncü gününe girerken ve onu beklerken. Bu kez sırt çantama baktığımda dört farklı ama aklımın ortak noktaya getirmeye çalıştığı kitabın yanımda olduğunu gördüm. Bunlardan birisi Arjantin’li Doktor Jorge Bucay‘a ait olan “İleri Doğru Atılan Yirmi Adım (20 Pasos Hacia Adelante) kitabı-ki internete girdiğinizde doktorun daha pek çok kitabı olduğunu kolaylıkla görürsünüz. Bu kitabı 22 Şubatta D&R da yine Nezuş’u beklerken almış olduğumu görüyorum ilk sayfasına eklediğim notlardan. Benden dört yaş küçük olan Bay Jorge’un Gestalt fizikoterapisti olduğunu, 17 dile çevrilen kitaplarının iki milyondan fazla sattığını, iş hayatına onüç yaşında çorap satıcılığı ile başladığını ve bugün Buenes Aires Üniversitesi’nde terapatik öğrenme konferansları verdiğini görüp imreniyorum. Yukarıdaki öyküyü “sahip olduğun bilgiyi önyargısızca yenile” başlıklı onbirinci adıma ait bölümden ödünç aldım ve tamamını yazımın sonunda vereceğim.

Bu öykünün sonundaki mesaj beni yine onsekiz yıl önce bölgesel satış yönetimi sorumluluğunu üstlendiğim sürece götürdü. Sevgili BT henüz rahmetli Beşikçioğlu’nun temel ve uygulamalı öğretilerinin sınırları içindeyken ekibimize katılmıştı. Yılların doğal erozyonu içindeki yerleşik çözümlerin güncel müşteri algılarındaki yıpranmışlığın pek farkında değildi ve daha ilk günde adeta o…. u bakire diye satıp tümüyle beklenti dışı dört tonluk bir siparişle geri dönmüştü. Bu başarı SSTC ustalık yolculuklarını da zenginleştiren bir örnek olarak ortak akıl arşivimizde yerini almıştı. Bu başarıya bakınca pek çoğumuz “ürünü değiştiremiyorsan satışçıyı değiştir” algısına götürdü ki bu inancı pekçok karar verici daha sonra uyguladı.

Peki, yazımın başlığı ile bu girşin ve sonrasında geleceklerin ne ilgisi var ki ?

Aslında çok ilgisi var. İnşallah bu ilgiyi  ve mesajımı doğru yansıtabilirim. Dün yine burada bu masada otururken elimde Capital’in Mart 2012 sayısı vardı ve bay Rauf Ateş derginin sonlarına eklediği “geleceğin dünyası” na ilişkin yazılarında  bu kez “SmartSeniorSystem” i ele alıyordu ki “al sana yeni bir tane daha 3S konsepti“. Bir yanda dünyanın aç insanları ve çocuk ölümleri, diğer yanda sekseni aşanların gecenin bir vaktinde tuvalete gidip de geri dönüşlerinin gecikmesi durumunda merkezden otomatik olarak kaldırılacak ambulansla yaş doksanı aştığında da yaşam konforunu korumaya yönelik gelişmeler. Aklım karışıyor… Hemen bu noktada Ocak ayının son günlerinde Mudanya-Güzelyalı’da kar yağışı manzarasında “Şavaş Atı”nı izlerken aynı anda okumaya çalıştığım Sayın Cem Kozlu‘nun “Liderin Takım Çantası” isimli kitabından aklımda kalan “Parkinson Yasası” yeniden aklıma düşüverdi. Belki şimdi arayışımda yanlış yerdeyim. Belki de aradığım Sayın Yılmaz Argüden‘in “Yönetim Kurulu Sırları” isimli kitabındaydı. Çünkü o gün bu iki kitabı birlikte okuyordum. Ajandamı açtım. Karalama notlarıma baktım. Görebildiklerim;

“…C.N.Parkinson, 1955. Bir kaynak üzerindeki talep ihtiyaca göre değil, kaynağın arzına göre artar. Bu kuralın tersi geçerli değildir. İhtiyaç azalsa da kaynağın arzı değişmediği sürece kaynağa olan talep azalmaz”. Buradan türettikleriyle adını verdiği yasayı daha anlaşılır kılmış. Dediklerinden bir kaçı da şöyle:

1.Yöneticiler rakiplerinin değil astlarının sayılarını azamileştirmeye çalışır (2000 İstanbul / La Maison’da neşeli günler/ikinci Global birleşmenin ön hazırlıklarında pazarlama bölümünde 16 kişilik subay kadrosu yaratmak bunun en güzel örneği) 

2.Yöneticiler birbirlerine iş üretirler (Hemen ertesi yılında kuvvetlerin ayrılığı prensibiyle bunu çok güzel yapan Pazarlama/A..; Satış /T. ve Teknik/N. ne yazık ki alt kadroda bütünleşik eylemler adına “mış gibi” bile yapamadılar ve sadece altı ay dayandı bu yapı).

3.Masraflar gerçek ihtiyaca değil gelirlere orantılı olarak artar (hah, işte bu da bizim dün gecemizin gerçek ifadesi).

Dün gece ne oldu ?

Balçova’dan çıktığımızda saat onsekizdi. Hava ılıktı. Dünya Kadınlar Günü’ydü. Son günlerde ikinci nesil Copcu’ların rehberliğinde Foça ve Özbek güzelliklerinde çok mutluyduk. Bu kez çevre yolundan İsabey Bağevi’ne gittik. En son sevgili genç profesörümüz Eray’ın Kanada’lı hocası, önolog  Prof.Mufe. ve eşini ağırlaşmıştık orada. Tadı damağımızda kalmıştı. Dün gece de Premium bu kadar güzel mi olabilirdi ! Ambians ise mükemmeldi. Gelecek ayın sonlarında Allah nasip ederse gideceğimiz Paris’te bile böylesi bir güzelliği bulamayacağımıza eminim. Onyıl önce ikinci kez gittiğim Budapeşte’nin şarap mahzenlerinde bile o denli mutlu olmamıştım. Ve dün gece “Parkinson Yasası” aynen çalışıyordu. Akşam yemeği ve sonrasındaki üç şişe seçilmiş 2007 Premium’un ikiyüzelliyi aşan mutluluk bedeli ihtiyacın artmasından çok gelirin artmasının doğal bir sonucuydu. Öyle ya da böyle; aslında değdi. Aklımız ve gözümüz arkada olmadığına göre ara sıra bunları yapmak gerek şu ölümlü dünyada ki belki de bizim yerli “SmartSenior/Akıllı Yaşlı” olgumuz ve beklentimiz de budur; bu kadardır !!!

“…Küçük bir kasabanın yerel otobüsüne genç bir kadın biner. Bilet parasını öder ve tek boş koltuğa oturur, yanında şık giyimli bir bey vardır ve gülümseyerek genç kadına yer açar. Otobüs hareket eder etmez kadın cebinden bir zarf çıkartır, içeriğine bakar. Kenarında mavi logosu olan bir mektup kağıdıdır ve üzerinde daktiloyla yazılmış kısa bir yazı vardır. Gürültüyle iç çeker ve devasa bir gülümseme belirir yüzünde. İstemeden onun işine karıştığını düşünen bey “İyi haber mi ?” diye sorar. “Oh, özür dilerim” der yaptığının farkına varan genç kadın. “Sorun yok, tam tersine sanırım iyi haber” diye cesaret verince şık beyefendi “Çok iyi.. Hamileyim” diye açıklar genç kadın. “Çok sevindim. Kutlarım” der beyefendi, babacan bir tavırla genç kadının elinde dokunarak. “Ben de çok sevindim. Uzun süredir istiyordum. Dört yıldır evliyim ama hiç bu olumlu haberi alamamıştık.” “Rastlantılar çok ilginç” der adam cebinden bir zarf çıkartarak. “Ben de iyi bir haber aldım. İki yıl önce bir yarış atı almıştım, ama sizin dediğiniz gibi hiç olumlu haber alamadık. Büyük ödül kazanamadı. Birkaç dakika önce bu telgraf geldi. Önemli bir resmi yarışı kazanmışız !” Kısa bir sessizlikten sonra “Bazen insan talihine muhteşem şeyler borçlu olabiliyor. Öyle düşünmüyor musunuz ?” diye sorar genç kadın. “Evet…Ama bu kez talihe yardım etmek gerekti doğrusu… Size bir sır vereceğim” der adam, sesini kısıp sözlerini saklamak istermiş gibi elini ağzına götürerek ” Bu yarışı kazanmayı o kadar çok istiyordum ki, kimseyi söylemeden jokeyi değiştirdim” “Ben de size bir sır vereceğim” demiş genç kadın “Ben de aynısını yaptım”  

Arjantin’li düşünce yapısıyla böylesi bir fıkra ya da kıssadan hisse yaratma adına öykü bizde ilk anda bir yadırgama, bir iç tepki yaratabilir. Kutsal saydığımız değerlere saldırı gibi de gelebilir. Doğaldır. Bu nedenle bu öykünün devamına Dr.Bucay‘ın açıklamalarını da eklemek istiyorum. Diyor ki;

“Biz batılıyız ve işlerin hal yoluna girmesi için asırlarca bekleyemez. İşe karışmamız, itmemiz, bükmemiz, yönlendirmemiz gerekir. Evrenin, en azından bizim yaşadığımız bölümünün iradesini yöneten olduğumuzu hissetmemiz gerekir. Bu bana kötü gelmiyor. Bu dünyada olan iyi ya da kötü herşeyin belli bir yüzdesi bize aittir. Bu katılım bazen temel bazen de önemsizdir; ama her zaman mevcuttur. Bizi çevreleyen olaylar, arzuladığımız ve uzandığımız, temas halinde olduğumuz şeyler üzerindeki doğrudan olan ya da olmayan etkimizi nasıl görmezden gelebiliriz ki?…”

Her zaman bir fazla seçenek vardır ve yeni seçenekler arayan öğrenme yolculuklarınızın hep aydınlık yollarda geçmesi dileklerimle.

Öykücü