Yaşam Büfesinde “SSTC ve İtibar”

“… Kurbağa Fredy yolda yürürken çukurda bir kurbağa görür. Yağmurdan sonra kamyon tekerleklerinin açtığı derince bir çukura düşmüş olan kurbağa çukurdan çıkmaya çalışmaktadır. Fredy izler ve kurbağanın çabalarının yetersiz kaldığını ve çukurdan çıkamadığını görür. Çukura iner. Kurbağaya nasıl çıkacağını anlatır. Kurbağa anlatılanları uygular ve çukurdan çıkamaz. Fredy bu kez çift parende tekniğini gösterir. Kurbağa dener ve çıkamaz. Fredy arkasından havada burgu hareketini anlatır ve gösterir. Kurbağa bunu da uygular ve çıkamaz. Birkaç teknik daha gösterir ve kurbağa yine çıkamaz. Fredy kendi anlatttığı tekniklerden birini uygular ve çukurdan çıkıp yoluna devam eder. Fredy birkaç saat sonra göldeki nilüfer yaprağı üzerinde güneşlenmektedir. Bir ses duyup etrafına bakınınca çukurdaki kurbağanın üstü başı perişan bir vaziyette, yaralı, bereli gelmekte olduğunu görür. “Hayrola” der “Ne oldu ? Çukurdan nasıl çıktın ?“…”

Merhaba

Çukurdaki kurbağanın yanıtını yazımın sonlarında vereceğim.

Temmuz  ayının son günlerinde Adana ve çevresinde başta İsmailoğlulları olmak üzere sadece “meraklı“sına “çukurdan çıkma teknikleri“ni “SSTC çerçevesi ve ilkeleri“ne göre uygulamalı olarak gösterme gayretimin son demlerini yaşıyordum. Önceki yazımda da dediğim gibi arkama bir baktığımda Bekir dışında kimse kalmamış ve ben adeta onlar adına çukurdan çıkmaya çalışan biri olmuştum. Bu işte bir terslik vardı ! Birkaç gün sonra etkisizlik sürecine girmiş bu çabaları karşılıklı anlayışla, acısız bitirme fırsatı oluşunca, oluşturulunca şimdi Çeşme’de yine “MAS / Mustafa Artık Serbest” sürecine girdim ve günleri keyifle yudum yudum hissederek yaşıyorum. Aman nazar değmesin. Dün bir kadim dostum yardım istedi ve hemen sözel görüşlerin ötesinde yarın işine yarar diye birkaç sunum görseli de hazırlayıp gönderdim. Akşam üzeri mükemmel bir geribildirim aldım ve dostumun beklentilerini karşılamaya bu yazımın içeriği ve çerçevesine yerleştireceğim “itibar“mesajlarıyla devam ediyorum.

Dün 11 Eylüldü ve Amerika’nın evrensel yasının öğretileriyle bugün 12 Eylülün ülkesel buruk anılarına daldı bir ara aklım ve ruhum sakin denizin kenarında Bay S.Kadıbeşegil‘in “İtibar Yönetimi” isimli kitabını yeniden okurken. Kitabın ilk sayfasının tepesine şu notu düşmüşüm: “Arife gününün heyecanlarıyla erkek Copcu’lardan hatıra olarak. 22.10.2006″. O kitabı Sevgili A.Saydam‘ın “Algılama Yönetimi” isimli kitabından sonra ve Bay Kadıbeşegil’i 2005 de İzmir’deki Mükemmeli Arayış Sempozyumu (MAS)‘nda tanıdıktan sonra okumaya başlamışım . Oyak Genel Müdürü Sevgili İ.Aybar‘la Philips’in Avrupa Kalite Direktörü Dr.Castro‘nun sunumları yanında Bay Kadıbeşegil’in “İtibar Yönetimi ve Kelebek Etkisi” bağlamında gösterdiği birkaç slayttaki çizelge ve grafikler çok hoşuma gitmişti. Her üçünden de sunumlarını benimle paylaşmalarını istemiştim seminerden hemen sonra yazılı olarak gönderdiğim mesajımla. Sevgili Aybar ve Castro beklediğimin de ötesindeki ek görsellerle ve hemen sunumlarını paylaşırken Bay Kadıbeşegi’den ses çıkmadı. Şaşırmıştım. Üstelik konusu ve uzmanlık alanı “itibar” olan ve “itibar yönetimi“nde “iletişim“i baş köşeye oturtan Bay Kadıbeşegil’e yakıştırmamıştım bu sessizliği, yanıtsızlığı… Bu yaşadığım örnek bana, İstanbul’da “zaman yönetimi” konulu bir eğitim programına katıldığımda eğitmenin ilk güne geç gelişini anımsatır. O nedenle hep Konya’lı Mehmet örneği ile usanmadan söylerim: Bilmek yapabilmektir. İnşallah iletişim hatlarındaki bir kopukluktan dolayı gelişmemiştir bay Kadıbeşegil’den basit beklentimin cevapsız kalışı !

Son yirmisekiz aya genel olarak baktığımda SSTC bazlı olarak “eylemleri etkili kılmaya rehber olma, kolaylaştırıcı koçluk becerilerini sergileme” amaçlı gayretlerimde bir tek ortak kavram görüyorum. İki yıl önce Trakya’da gelişen “dublenin triplesi“nde pazarda, müşterinin algısında şekillenenin “itibar yönetimi“nin ilk adımları olduğunu anlıyorum. CINOS‘lu RŞT in Kuzey Saha Gücü‘ne yerel komutan oluşunda, eski BSFFK un da Güney Saha Gücü yönetiminde yer alışı geniş müşteri tabanında henüz tam kazanılamamış olan ve hatta kimi somut kötü örnekleriyle yer yer yitirilmiş olan “itibar“ı yeniden kazanma gayretlerini görüyordum. Umutluydum. Kimi direnişleri de konfor alanından çıkmamak için doğal kabul ediyordum.”Kolaylaştırma” öncesinde özellikle yerel satış yönetiminde “hamdım, piştim, yandım” diyebilmek için sahaya inip tepeye tırmanmak gerekiyordu. Her tür zorlu pazar koşullarında yükseltilmiş hedeflerle zirveye erişmeye çalışırken SSTC çerçevesinde disiplin ve ilkeli eylem ve tavırlarla itibarın temel taşlarını yaratma hevesi için zorlamalı katkı çabalarımı tüm direnişlere karşın artırmaya çalışıyordum. Ayrılışımdan hemen önceki son elektronik posta ile Adana sonrası, Çeşme’den bir hafta sonu mesaj iletirken harika bir başarı öyküsü gibi görünen “dublenin triplesi“nin neden çift taraflı “güven kaybı” yarattığını anlatmaya çalışıyordum. Beklentimi aşan süre içinde yapmaya çalıştıklarımın hemen hepsinde “itibar” a katkı amacı görebilirsiniz. Bunu Söke’de Muammer ve Mehmet’le şekillenen kurumsal sorumluluk anlayışının ürünlerin tarla peformansını ustalıkla maksimize etmede net olarak görürsünüz. “Allah razı olsun” diyerek somutlaşan “müşteri memnuniyeti”ni diğer tüm çalışanlara bulaştırabilmek için yaptığım kısa filmleri SSTC nin tmel öğretilerinden olan “etkili görsel kullanımı” uygulaması olarak gösterime sokma uygulamalarımda buna tanık da olursunuz. Aynı şekilde bulunmaz bir tarihi şansı aracı ile pazara sunma mecburiyeti içinde müşteri algılarını Mersin’li güvenilir turunçgil üreticisi Mehmet Ünsal’la pekiştirme gayretimde de “itibar yönetimi“ne katkı amacı yaşamaktadır. Bunu sağlayan Hüseyin beyin de müşteri grubundaki “güvenilir adam” imajı kurumsal itibarın gelişmesine katkı sağlamaktaydı. Herşey güzel gelişiyordu; ta ki çukurdan çıkmaya çalışanın kimler olduğu konusunda otoritenin aklı karışınca kısır döngü başa döndü. İnşallah yeni yapılanma ve genç oyuncularla bugünlerden çok daha iyi yerlere gelirler. Bunu hak ettiklerine inanıyorum. Sadece bu zorunlu geçiş döneminde benim gibi “otorite kim ?” noktasına varıp da akıllarını takacak olgulardan uzak kalabilirlerse… Yapabilirler; yapmalılar. Bugünler de geçecek.

Şimdi Bay Kadıbeşegil’in “Şöhret itibar değildir” başlıklı bölümünde kısa bir alıntıyla hem Adana’da yoğunlaşan 2011 yılı eylemlerime ve ilişkilerime bakayım hem de dün dostumun istediği yardıma bir nebze daha netlik kazandırayım:

“… İtibar meşhur olmak değildir. İtibar kavramsal olarak güveni, saygınlığı ve kredibiliteyi simgelerken, İngilizce karşılığı olan reputation‘ın anlamları arasında nam, ün ve şan da yer almaktadır. Buradan yola çıkılarak itibarla şöhret arasında bir paralellik olduğunu, ancak bunun nedensel, başka bir deyişle zorunlu bir bağ olmadığını belirtmeliyiz. İtibar para ile satın alınabilecek bir ürün ya da hizmet de değildir. Çok paranız olabilir ama itibarınız bu para ile ters orantılı bir şekilde yerlerde sürünüyordur (MC: … ve ne çaresiliktir ki bizim de herkese nasip olmayacak altın gibi ürünümüz böyle bir elde müşterilere sunulmaktadır. İşte bu koşullarda müşterinin satın alma dürtüsünde SSTC nin ilk gün öğretisi olan altı seçenekten ilki ve sektörümüzün özelliği gereği en yaygın olanı “kazanç sağlamak” dürtüsü yaratıcı satışçının en güçlü çözüm yolu olmaktan çıkıyor olmaktadır. Bununla da kalmıyor kayıplar ve bu kez alıcının en önemli dürtüsü “dertten sakınmak” oluyor ve seçilmiş, kazanılmış müşteri rakibe geçiveriyor… Hatta bir kuruş kazanmadan alıp satma pahasına sırf bu değersiz yük olan itibarsız ilişkiye bir son vermek uğruna… Gerçekten çok yazık !). İtibar para ile satılmaz. İtibar toplumun duyarlılıklarına karşı bir duruştur; içinde saygınlığı barındırır. Yansıması takdir duygusudur (MC: Söke’li pamukçu Mehmet Yalnız, bizim Muammer ve Mehmet’in akıllı tarla yönetimleri sonucunda kazandıkları için “Allah razı olsun; bize de böyle mühendisler lazım; ucundan kenarında tutan değil tarlaya girip çıkacak, işini bilen mühendisler...”).Kişiler için de kurumlar için de bu saygınlığın gereği , yaptığımız işin toplum tarafından övülüp beğenilecek politikalar ile donatılmasıdır. Çilginca bir meşhur olma arzusu ya da itibarın para ile satın alınabileceğini sanmak “itibar açlığı” nın bastırılmasına yönelik gündelik duygu rüzgarlarıdır. Gürleyemeden eserler ve arkalarında hiçbir şey bırakmazlar (MC: Unutmayın ki bay Covey’in son kitabının ekindeki on filmlik cd nin ilk filminin dördüncü “L” inin anlamı: Bir miras bırakmaktır).İtibar açlığı itibarın en büyük düşmanıdır. İçinde samimiyet, doğallık, gerçeklik ve şeffaflık olmadığı için gelgeç bir rüzgardır bu. Eğer o rüzgar eserken itibar açlığını gideren bir rütbe ve makamsa bu açlık bastırılır. Ya sonra ?…”

Yandaki iki slaytta RepMap ve Reputation Institute’nin itibar kriterlerini veriyorum. Seçilmiş görseller ise 1994 krizinin ilk sinyallerini görebilenler için pazarda kritik günlerin başladığı 1992 sonbaharında Antalya-Kemer’deki yıllık toplantıdan alınmıştır. Bir garip “teknik danışman” olan ben sahneye fırlamak için yanıp tutuşuyordum. Sanki tarladaymış gibi Bond çantamda hazır duran tulumu giyip ısrarımla çok özel izin alıp sunum yapıyordum. Mesajım bayide yoğunlaşan ve 270 güne kadar uzatılan vadelerle hem işimizi zora sokan ve hem de itibarımızı zedeleyen uygulamalardan kaçınmak ya da en azından kaçınılmaz bu faaliyetleri tarlada mesleğimizle yaratacağımız farklılıklarla bir nebze olsun desteklemenin “SSTC ve Proje” bazlı seçeneklerini anlatabilmekti. Bu sunumdan birkaç ay sonra gemiyi terkedenlerle, kornişon deyip rakibe geçenlerle, kendi verdikleri sözü yerine getirirsek, Fethiye dolaylarından yurt dışına seçilmişi götürürsek başımıza gelecekler için tehdit savurmaktan kaçınmayanlarla, daha düne kadar överek DMR satanların o gün kötüleyerek KTN satmaya çalışanlara duyulan öfkenin yansımaları içinde öyle bir yıl yaşadık ki sormayın gitsin (1993). Tıpkı 16.10.2008 de yine Antalya’daki “SynSevSto(Yedi Fırtınacı)” dan sevgili Fatih’in dediği gibi “216 kemik yerinden oynamıştı“.

Şimdi kendinize bir bakın; bugün umut ya da sıkıntı yaşadığınız iç ve dış ilişkilerinizin dinamiğinde çatışmalarınıza bir bakın…Bireysel ve kurumsal itibar yönetim gayretlerinizi, yeterliliklerinizi, konuya verdiğiniz önemi, bu önemin iş görenlere yansıması ve onların algılarında şekillenmesine bir bakın ve ölçün. SSTC nin temel öğretisidir: Ölçemezseniz bilemezsiniz; bilemezseniz yönetemezsiniz. Sadece ölçülebilen değerler gelişir.

İtibarınızı korumak, geliştirerek sürdürmek yolculuklarınızın SSTC çerçevesi ve ilkeleriyle hep kolaylaşmasını ve aydınlık yollarda geçmesini diliyorum. Çukurdaki kurbağanın Fredy’nin yanıtı ile yazımı bitiriyorum:

“… Kurbağa Fredy yolda yürürken çukurda bir kurbağa görür. Yağmurdan sonra kamyon tekerleklerinin açtığı derince bir çukura düşmüş olan kurbağa çukurdan çıkmaya çalışmaktadır. Fredy izler ve kurbağanın çabalarının yetersiz kaldığını ve çukurdan çıkamadığını görür. Çukura iner. Kurbağaya nasıl çıkacağını anlatır. Kurbağa anlatılanları uygular ve çukurdan çıkamaz. Fredy bu kez çift parende tekniğini gösterir. Kurbağa dener ve çıkamaz. Fredy arkasından havada burgu hareketini anlatır ve gösterir. Kurbağa bunu da uygular ve çıkamaz. Birkaç teknik daha gösterir ve kurbağa yine çıkamaz. Fredy kendi anlatttığı tekniklerden birini uygular ve çukurdan çıkıp yoluna devam eder. Fredy birkaç saat sonra göldeki nilüfer yaprağı üzerinde güneşlenmektedir. Bir ses duyup etrafına bakınınca çukurdaki kurbağanın üstü başı perişan bir vaziyette, yaralı, bereli gelmekte olduğunu görür. “Hayrola” der “Ne oldu ? Çukurdan nasıl çıktın ?“. Kurbağa kısık ve zor çıkan bir sesle “Kamyon üzerime geliyordu !” demiş..”

SSTC öğrenme yolculuklarının sunduğu proaktif kapasite ve kapabilite kullanımı olanaklarını işinize, rolünüze ve o andaki satış çağrınıza inanarak uygulayarak, bunu başarıların self servis olduğu yaşam büfesinde sıraya girerken sıradan, günlük bir yaşam biçimi kılarak kamyon üzerinize gelmeden çukurdan çıkma gayretlerinin etkili olması ve itibar kaybı yaşamadan nice zirvelere ulaşmanız; zoru başardıktan sonra kolaylaştırmanın keyfini yaşamanız dileklerimle.

Öykücü