Yaşam Büfesinde “Gestalt Projesi”

“…İlacı atarsın; otu sayarsın;1-9 Ayak’a bakarsın ya da OM1de değerlendirip raporunu yazarsın. İşte bu kadar…Hayır o kadar değil, köklerdeki nodozitelere ne oldu acep ?… Terzi Mustafa’nın bağındasın; ilacı atarsın; salkım ve yapraklara bakarsın; rakamlar sana yeter; kabak çiçeği dolmasını yersin eve dönersin. İşte bu kadar… Hayır o kadar değil; görülen fark anlamlı ve bugünün genel müdürü dünün emekçisi Öner’le küfeleri sırtlarsın; üzümleri bandırırsın; tarafsız Mehmet gelir kalite ve fiyat belirler; bir de bakarsın ki o canım aktifin görünenin ötesinde daha ne çok güzelliklere imza atmış. … Yerinde duramazsın. Heyecaların yükselir; bilimselliğin depreşir. Antalya’da sahneye çıktığında ilk gelen anlamlı soruyla sevinirsin. Ancak seni yalnız bırakmayan SHB nın kanalıyla eve dönüşte bir de fırça yersin…Bunlar seni durduramaz ve aradan yıllar geçer…”

Merhaba

Bugünden sonra sizlere öykülendirdiğim gerçeklerimi bir tek amacı vurgulamak için tefrika halinde sunmaya çalışacağım. Başlıktaki anlamsız gibi görünen ikiliden (Gestalt Projesi) ve girişteki iki karmaşık öyküden beklentim N(AIDA)S ın ilk “A“sı (Attention/Dikkat); diğer bir deyişle dikkatinizi çekmeye çalışıyorum.

Yaşam Büfesinde sıraya geçtiğim, sırada kalmaya çalıştığım ve sırada öne geçme yarışına katıldığım, 2/42/65 lik beden ölçülerimi şekillendiren hep “projeler” oldu. Bu nedenle bundan böyle uzunca bir süre “Yaşam Büfesi=Projeli Yaşam” denkliğinde görüşlerimden pratik faydalar türetmeye çalışarak sizlere seslenmeye çalışacağım.

Kırkikinin ilk 16 yılında Teknik ve Bilimsel bakışlarla Enstitütümün “Beyaz Kitap“ındaki kurallarla oynadım projeler alanında. Beş tür projemiz olurdu bir zamanlar. Bunlar,

1.(T) Projesi: TÜBİTAK tan aldığımız kaynağı güçlü; sorumluluk ve hesap vermenin yüksek ve paylaşılan ödülü olan biraz daha temel araştırma konularına dönük kapsamlı projelerdi. Rahmetli Dr.C.Saydam’ın liderliğinde Bağda Ölükol hastalığının biyolojisini saptamak ve mücadelesini geliştirmek için yola çıktığım ilk proje demetim (T) idi ve çok şey öğrenmiştim. Hastalık henüz ülkem için yeniydi. Benzerini birkaç yıl önce (1970) Kav Hastalığı ile Cumaovası’nın yaşlı yer bağlarında elimizde fırça ile zaç yağı karaboya karışımını sürerek başlamıştım mesleğimin bağ kısmına… Hor görmemek; yadırgamamak gerek. Günün koşullarına göre yapabileceğimiz bu kadar gibi görünüyordu bizim gözümüze. Kendi köyümüzden dışarı çıkmadıkça da bu bize yetecek gibiydi. Ardından (T) Projemiz gözümüzü açtı ve Ölükol etmeni fungusun alfa ve beta sporlarını çok sevdik. Proje yardımcısı sevgili Aykut, Ankara Devlet Lisan Okulu’na gidince projede baş yardımcı olarak aktifleşen görevimi daha bir fazla sevdim ve böylece kış mücadelesinin ne denli önemli olduğunu Turgutlu’nun hastalıklı bağlarında Cumartesi, Pazar demeden çalışırken daha iyi anladım ve  çok keyf aldım. Anladım ki Projeli Yaşam zor yollardan unutulmayacak öğrenme dersleri almakmış ve inanıp inandırmakmış. Benzer projelerin sonuncusunu da Enstitümden istifa etmezden kısa bir süre önce Prof.Dr.N.Açıkgöz’le birlikte çeltik konusunda almıştık ve amacımız daha çok su sıkıntılarının arttığı süreçte çeltikte verim ve kaliteyi artırma hedefinde nasıl daha az su kullanılabilir amacında pratik ve yerel sonuçlara ulaşabilmekti. Güzel günlerdi.

2.(A) Projesi: Bakanlık olanaklarıyla alınan beş yıllık kapsamlı projelerdi. Üniversite ile daha çok kaynak paylaşma odağında sözde destekleri olurdu. Proje değerlendirmelerinin şöyle bir sırası vardı o yıllarda. Proje liderinden ekip beraberliğine verilen hesaptan sonra Enstitü Araştırma Komitesine gidilirdi. Komitenin yaşlı kurtları vardı ve bilimsellik kadar saygı da isterlerdi tarışmaların kimi zaman artan heyecanlarında. Kırkı yıl önce iki grup dikkatimi çekerdi komitede. Ellili yıllarda “bahçe toprağından ambar tozu” yaparak şikayet etmek yerine yoklukları aşan, sırtındaki çuvalı Bornova’dan Alsancak silolarına (20km) taşıyan; Erdek’te deniz kenarında keman çalarken zeytin sineğinin uçakla ilaçla programının ilk taşlarını yerine yerleştiren deneyimli-yaşlı ve ustalıklarıyla  uzmanlıkları pratikten gelen grupla; çok oldukları için özellikle 65 liler dediğimiz ( ancak 62 lilerin de olduğu) genç kadro çatışırdı Komitenin hep özlemini çektiğim atmosferinde. Bazen yaşlı grup gençleri saygıya davet ederdi ki rahmetli Dr.Saydam’ın şu sözlerini hep anımsarım “size saygımı doğru bildiklerimden vaz geçerek değil, otobüste ayakta gördüğümde yerimi vererek gösteririm” derdi. Ve sevgili Dr.Saydam bunları görüp yaşayayım ve geç kalmadan pişip hazır olayım diye bazen mazeret uydurup komiteye katılmaz ve asistan-masistan parçası olarak laboratuvarımızı temsilen beni çağırmak zorunda kalan komiteye katılmamı sağlamış olurdu. Ruhu şad olsun büyük adamdı benim gözümde sevgili Dr.Saydam. Bu grup büyük projelerin gerek beş yıllık kalkınma planlarına katkısını ülkesel olarak paylaşmak için gerekse seçilmiş bitki korumacı hocaların eleştiri ve katkılarını almak için grup toplantılarından sonra konseye sunulurdu. Konseye katılma olanağım olmadığına hep üzülmüşümdür. Ne varki en son (sanırım 20nci) konsey kararlarından en çok etkilendiğim hastalık, zararlı ve yabancı otların ilaçlı savaşımında sadece etkilere bakarak değil; özellikle etkilerin yarattığı verim ve kalite artışlarına da bakılması kesin kararından çok etkilenmiştim. Bunu hep yapmaya çalıştım. Bu zorunluk benim alışkanlığım oldu ve beni “Şu GAT Dünyada MASlaşmak için RAW mısınız ?” temel sorumun “GAT (Give And Take)”ına odakladı. Böylece doğada varolan kimi dengeleri değiştirme çabalarımızda hep “Masraf/Yarar” değer yargımı somutlaştırmaya çalıştım.İşte girişteki ikinci anlatım onaltı yıl sonra birdenbire istifa edip firmacı olduğumun ertesi yılında salt ruhsat amaçlı bir denemenin uzmanlarınca sona erdirildiği anda yeniden başlattığım ek yüklerimi anlatır. O yükleri Öner’le paylaştık. O benden daha güçlüydü ve sağ ve sol omzunda iki üzüm küfesi taşırdı. “A” projeleri bana daha geniş açılarla bakmayı öğretti.

3.(E) Projesi: Aniden bir sorun çıkıverir ve pek fazla detaya girmeden çözüm aramaya girişirsin. Ya biyolojide bir değişiklik olmuştur; ya yeni bir zararlı türemiştir veya yeni bir üründe daha sonra yapılacak ilaçlı savaşıma baz oluşturmak için bir konunun ivedi ele alınması gerekmektedir. İkiyıllık bir proje yaparsın. Lideri bellidir; ekibi bellidir. Laboratuvarında geliştirilip komiteye sunulacak şekle kavuşmuştur. Komitede tartışılır. Çalışma grubuna gider. Ülkemizin farklı coğraflarında (7 enstitü vardı o zamanlar ve bugün en iyilerinden olan Bornova ZMAEnstitüsü’nün de kapatılmak istendiği haberini alınca yüreğim burkuldu) yer alan konu uzmanlarının süzgecinden de geçer ve çalışma planı kabul edilip yola çıkılır. Belki de yine yetmişli yılların ortalarında Beydere’deki ilaç denememizin (bu grup projelerin adı daha sonra RID olacak ki bu yaklaşım biçimi de enstitülerin varlığının küçümsenmesine ve kapatılma kışkırtmalarına çanak tutacaktır) son parselini saymadan gün karadığı için geri dönüşümüzü ve ertesi gün (pazardı) gittiğimizde biçer döverin denememizi de biçiverdiğini görünce yaşadığımız mahcubiyeti anımsattı bana. Hatamız neydi acep ? (Beden ölçülerimle birlikte hatalarım artıyor ve dün yaptığım hatamı biliyorum ve sevgili Kerem’in tesellisindeki “hata ve fayda” yaklaşımını da çok seviyorum.Kerem benden ilerde. Buna kuşkum yok. Allah herkese Kerem/Eray/Ümit gibi oğullar nasip etsin). O yılın hatası bize yeni bir yol açtı ve Gassner’in metodundan esinlenip yeni bir teknik geliştirip literatüre kazandırdık. O yıl çalışma grubumuza sunduğumuz bu teknikten daha sonra yararlanan oldu mu bilmiyorum. Bu grup projeden öğrendiğim de “her zaman çıkış vardır. Hatalardan öğrenmek ve bilenip yollar açmak olanaklıdır” oldu. Projeler öğreticidir; yeter ki öğrenmeye hazır olun ve istekli olan.

4. (RID) Projeleri: Hep söylerim Tarımsal Araştırma Enstitülerinin (rahmetli Dr.K.Temiz grubu) varlığının nedeni tohumdur ve onlar dış kaynakları da geliştirerek tohuma tohum gibi bakmasını bilmişlerdir. Benim enstitülerim (Zirai Mücadele) ise ilaca hep külfet olarak baktılar ve bu bakışlarını ısrarı uzun yıllar sürdürünce kendi sonlarını da hazırladılar. İlaçlara ilaç gibi bakmadılar; böyle bir bakışın varlığını sürdürme adına, ilişkilere değer katma ve katma değerlerle karşılıkli kazanma uğruna çaba göstermediler. Bu tür projelerin isimlerinin başındaki “RID/Ruhsat İçin Deneme”nin kısaltmasıdır. Biraz eleştirsen “ilaç denemesi değil mi canım; başkanlıktaki eleman bile yapar” diye küçümsediler ve ellerindeki fırsatı alacak hedefi bile göstermekten çekinmediler. Ne oldu ? Çok geç kalmadan bu yetkiyi başkanlıklar almadı (çünkü başkanlıklar kalmadı) ama firmalar kendileri aldılar. O günün koşullarında ve biz Antalya’da ilk ulusal sinmpozyumu yaparken, sorunların çözümünde “yönetim/denetim/organizasyon/eğitim” gibi temel konulara dikkat çekerken sap gibi ortada kalıverdi enstitülerim. Buna enstitümden istifa ettikten sonra bile tanık oldum; hem de moral ve mantığımın kabul etmediği biçimde. Kadının birisi (peynir tenekelerini bile taşımıştım evine kadar garip Anadol’umla)  bir projeye sahip olmak zorundaydı. Sahip de oldu ve benim başvurumu kerhen kabullenerek bir proje yaptı. Deneme yeri istedi. Alaşehir’de Ahmer Günerhan’ın bağı kırmızı örümcekten kırılıyordu. Deneme yeri olarak bağ hazırdı ama o kadının çalışma yapmaya niyeti yoktu. Ahmet onu gelip ilaçlama yapacak diye sabırla ve kızgınlıkla bekledi ve o zararlı çıkmadı gerekçesini yazarak hem Ankara’daki grup toplantısına gitme zahmetinden sıyrıldı ve hem de yok dediği zararlının kuruttuğu bağın ceremesini çekmek de bana kaldı. Ahmet’in öfkesi bile yeterdi böyle düşünenlerin barındığı enstitüümin kapatılmasına… Yirmibir yıl önceydi bu oluşum ve cüppeleri giymiş doçentlik jürim önünde sözlü sınava girdiğimde bana ilk gelen soru “yeni ruhsatlandırma sistemi hakkında ne düşündüğüm ” olmuştu. Yaşam büfesinde sıraya geçmek için o tarihten iki yıl önce SSTC öğrenme yolculuğuna çıkmamış olsaydım, bıyık ve sakal arasında sıkışıp kalır ve zor anlar yaşardım. Girişin ilk bölümündeki  öykülendirmem 26 yıl önce istifa etmezden önce,  başkanı olduğum araştırma komitesine sunulan soya fasulyesinde yabancı ot savaşımına ait bir RID Projesi raporunun çapsızlığını anlatıyordu. Soya köklerindeki nodoziteler çok önemlidir ve hatta bunun için ekim öncesi bakteri bulaştırması bile yapılır (umarım yine hata yapmıyorum) ve o malum ilacın yabancı otlara etkisinin yüksek olması yetmez, nodozitelere olumsuz etkisi de olmaması gerekir eleştirimle proje bir yıl daha ertelenmişti. Herneyse RID kapsamlı projeler bana, projeli yaşamın ayakta kalmak için hayatta kalmak için ne kadar önemli olduğunu öğretti ve yukarıdaki sorumun “MAS/More And Smarter” kısmında proje sahibinin kendine bakmasını, kendinin değerlendirmesini ve yönü belirleyip sonuçlarla yönetirken potansiyelini ne kadar açığa çıkardığının hesabını yapmasını öğretti.

5.(D) Projeleri: Enstitülü olacaksan, Enstitütüde kalacaksan; sana araştırıcı diyeceklerse bilimsel yaratıcılığını ya da katkılarını göstermelisin. Hem de daha önce kimsenin yapmadığı alanda, açmadığı yollarda. Bu proje demetinden mutlaka bir özgün çalışman olacak. Süren belli, 5 yıl. Ekibin olmayacak. Yalnız olacaksın. Seni uzaktan ya da yakından izleyen bir hoca olacak. Ona hesap vereceksin. Beş yıl içinde sürekli gözlem ve denetim altında olacaksın. Sıkıntıların çok olacak; aşabilmek içinse kaynakların çoğu zaman hiç olacak. İşte akademik kariyer yapabilmek için “doktora” nın “D” sinden gelen bu projeler senin kendi kulvarını oluşturmana yardımcı olacak. Yetmişli yılların ortasında beş yılda, yokluklar içinde tamamladığım doktora projem bana daha doğru TÜBİTAK Teşvik Ödülü’nü getirdi. Çeltiğin hayran kaldığım Pyricularia fungusuna aşık etti; iki hücreli sporunun dibindeki küçük çıkıntıya, ucundaki sivriliğin zarif kıvrımlarına hayran bıraktı. Ödülün ardından Türkiye’nin ilk ve tek Tohum Patolojisi Laboratuvarı’na şef olmamı sağladı ise de istifa edip firmacı oldum bu hazzımın zirvesindeyken 1985 yılının İşçi Bayramı’ nda. Böylece dilimden düşürmediğim ve kırk yılın öğrenme yolculuğundan damıttığım “Şu GAT Dünyada MASlaşmak için RAW mısınız ?” sorumun sonundaki “RAW/Ready Able Willingness/Cevher” olabilmek için kimi zaman yalnız kovboyluğun oynandığı projelerin iç ve dış yarışlardaki “rekabet üstü” olabilmede ne kadar önemli olduğunu öğretti bana projeler.

Bu yazım bundan sonraki “projeler” konusundaki mesaj paylaşımlarıma öncülük etsin ve konu başlığım olan “Gestalt Projesi” ifadesinden beklentime kısaca değinerek yarattığım algı sıkıntısına son vereyim.

Neden “Gestalt Projesi” gibi pek fazla anlamlı olmayan iki sözcüğü bir araya getirdim ?

Bildiğiniz gibi “Gestalt” bir felsefe ve ben onu beş yıl önceki yurt dışı sunumlarımda çok kullandım kurumsallığın önemini anlatabilme çabalarımda. Bugün de kullanıyorum. Diyorum ki “Bütün, parçaların toplamından farklı bir şeydir. Demek istiyorum ki bugün (ABG) şu gördüğünüz arabaları, ilaçları, yapıları, sistemleri ve hatta insanları ayırıp bir başka çatı altında bir araya getirseniz yine ABG olmaz. Parçaları bütünleyen göremediklerimize dikkat çekmek isterim. Bu felsefenin derinliğinde bilgi birikimim sığdır; bilmediğimi kabul ediyorum. Sadece mesajımı güçlendirmek için bir arayışım var. İşte Gestalt’ın bütünlük anlayışı ile benim Proje konusuna yaklaşımıma yeni bir renk katabilmeyi istiyorum. Bu düşüncelerle ikigün önce torunum Barış’a D&R dan kitap almaya gittiğimde raflara dalıp kaldım ve Dr.İlhami Fındıkçı (ilfindikci@degerdanismanlik.com.tr) nın “Hizmetkar Liderlik” kitabının bir bölümünü hatmetmeye çalıştım. Aklıma kazıdıklarımı aşağıya aktarıyorum. Ona göre,

“…Parçaların biraraya gelerek dengeli, kapsamlı, anlamlı bir bütün oluşturması” imiş Gestalt. Bana göre tam da Projeli Yaşamı anlatıyor bu tarif ve bence

  • Bireyin kurumla özdeş kıldığı “ortak hedefler“e (kapsam),
  • Bölümlerle, birimlerle “Bütünleşik Eylemler“de erişip (denge)
  • Ödülün Paylaşılması“dır (anlam) Projeli Yaşam.

ve Dr.Fındıkçı, parçaların bütünü oluşturmasında 6 yasa tanımlıyor. Bunlar,

  1. Yakınlık Yasası: Birbirine yakın olanlar birlikte algılanarak bütünü oluşturur (demek ki projelendirmede yakın olmak ya da yakın algılanmak çok önemlidir. Adına SAT-PGP de desem-ki şimdilik rafa kaldırıldı-kendimize sormak gerek “yakın mıyız; ne kadar yakınız; yakın görünüyor muyuz; yoksa herbirimiz ayrı tellerden mi çalıyoruz?” )
  2. Benzerlik Yasası: Şekil ve özellik olarak benzer olanlar birlikte algılanır (demek ki benzerlik önemli ve asıl önemlisi de benzer algılanmak önemli; biz içinde “ben”leri koruyarak ve farklılıklardan yararlanarak benzer görünümde-projenin çerçevesi- eylemleri etkili kılacağız projeli yaşamda).
  3. Kapanma Yasası: Bir boşluk varsa organizma doldurur (wooooow ! Hep dediğim gibi “doğa boşluğu sevmez” ve bütünü oluşturan parçalar tıpkı su akar yolunu bulur gibi boşluk doldurmak için bir araya gelip dengeli, kapsamlı ve anlamlı bir bütün oluştururlar. Projeli yaşamın korkularından dolay hep olan kaymakamlığı bir noktadan sonra sürdürmemek gerekir).
  4. Devamlılık Yasası: Devamlılık varsa organizma bütünlüğünü sürdürür (projeli yaşam için de aynı önemde geçerli bir yasa. Hani bizim dilimizden hiç düşmez bir ünlü sözcük vardır ya adı “sürdürülebilirlik /sustainability”olan, bunu iki boyutu olduğunu, yedi yıl önce Max ve Xavier’le Antalya seralarını dolaşırken ve sevgili Xavier’in “EVE Projesi”ni anlamaya çalışırken öğrendim. Birisi düşey boyuttaki “düzenlilik/regularity” idi, diğeri ise yatay düzlemdeki “devamlılık/continuity” idi. Çok sevmiştim bu iki sözcüğü ve Gestalt düşüncesiyle oluşturdukları kavramın derinliğini. İşte projeli yaşam kendi çerçevesini ve koşullarını oluştururken, daha doğrusu biz oluştururken bu işin, çağlayanın gürlemesi gibi tek atımlık barut olmayacağını, taşın suyu delmesi gibi süreklilik ve devamlılık göstererek sürdürülebileceğini öğreniyoruz “Gestalt Projesi” uydurmasında, beraberliğinde)
  5. Tanışıklık Yasası: Benzer ve tanıdık yaşantılar bütünü oluşturur (projeli yaşam biçimi bu tanışıklığı hem yaratacak ve hem de devamlı kılacaktır)
  6. Tavır Yasası: Belirli ortamlarda beklentilere göre oluşan tavırlar bütünü oluşturur (bu iletim bitince “SynSevSto”un değer verdiğim bireyi olarak bir arkadaşımı kutlayacağım ve bu yazımın linki de ona özel olarak göndereceğim. Tarafsız olabiliriz ama tavırsız olamayız. Onun da tavrını hep sevdim. Bugün eriştiği düzeye pek kolay gelmedi ama temel taşlarında “Allah Malatya’nın Kayısılarını Cyprodinil İçin Yaratmış (MAC)” projesinin yarattığı tavırla bütünü oluşturdu)

İşte “Gestalt Projesi” dediğim yukarıdaki altı yasayla oluşan projeli yaşama inancımı bundan sonraki yazılarımda da hep sürdürüp öğrenme yolculuklarına çıktığınız yolların hep aydınlık olması için bir mum yakmadaki nadımı sürdüreceğim ve “kuş yemleri“mi dökmeye (ya da valizime doldurmaya) çalışacağım.

Kalın sağlıcakla.

Öykücü