Yaşam Büfesinde “Takıntılar”

“…Bana arkadaşını söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim…Birinci sınıf liderler, birinci sınıf çalışma arkadaşlarını, ikinci sınıf liderlerse üçüncü sınıf kişileri seçer…”

1.Yaşamın Ak yüzü; Altın Kızlar; Eylül Bereketi; Çeşme Çandarlı hattında keyifli anlar

Merhaba

Bir yanda yakın çevremde, ailemde beklenti üstü olumlu gelişmeler, büyük adımlar ve yardımseverlikler ve altın kızların ruhumda yarattığı huzur ve şükür; diğer yanda ülkemi yangın yerine çeviren hainlerin yüreğimde yarattığı yangın ve huzursuzluk…İçimde akla karanın kavgası biteviye (durmaksızın) sürüyor. Yoruluyorum. Göz kapaklarım uykuyla kapanırken gözlerim görmek için çırpınıyor. Her zaman ki gibi “When Calls the Heart” dan iki bölüm seyredip uykuya gidişin ruhsal alt yapısını oluşturup gece yarısına birkaç dakika kala yatağa gidiyorum. Beş on dakika içinde uyuyorum. İzlediğim bölümün ana mesajının olumlu etkisiyle saat 03-04.00 e kadar süren uykumdan sonra uykusuzluk başlıyor. Sürmekte olan tadilatın detaylarına takılıyor; su tesisatçısının becerisini sorgulayan zihnim yoruluyor ve elektrik hattını nereden geçirsem daha iyi olur için yarattığım seçenekleriyle yataktan kalkmak kaçınılmaz oluyor. Tüm bunlardan önce gecenin bir yerinde uyandığımda aklıma düşen ilk soru : “Şimdi ne düşünürsem uykum kaçmaz ?” oluyor ki tıpkı “sakın pembe fili düşünme” örneğinde olduğu gibi uykumu kaçırmanın alt yapısını ellerimle hazırlıyorum. Bunu biliyorum ve hep yapıyorum. Bugünlerde esas takıntım bu ve benzerleri ki cemaate farz namazını kıldırmakta olan imamın sabrını taşıran örneği anımsıyorum.

Adamın biri camide imamın hemen arkasındaki ilk sırada farz namazını cemaatle kılarken durmadan düşünüyormuş. “Namazdan sonra tarlaya gidince eşeği nereye bağlasam ? Kenardaki armut ağacına mı yoksa üst taraftaki zeytine mi ? Yoksa sınırdaki çalılara mı ?” diye iç sesiyle durmadan bunları düşünüyormuş. İmama malum olmuş. Dayanamamış. Namazı bozmuş ve arkasına dönüp “Yatta s**ine bağla” demiş.

Benimkisi de o hesap. Çok şükür ki Sefer usta ve oğlu Hakan ya da hısım ve akrabalarıyla duvarcısı, sıvacısı, demircisi aksatmadan tadilat işini sürdürüyorlar; üzmüyorlar. Dün İzmir’de Hakan’ın nişanı vardı. Gecenin saat 04 de eve (Çeşme’ye) gelmişler ve saat 10 da Sefer usta geldi. Şimdi sıva yapıyor. Bahçe aydınlatması için duvarda üç delik istiyorum ve elindeki sıvayı bırakıp hemen istediğimi yapıyor. Halbuki hemen herkes bu ustadan şikayetçi işleri savsakladığı için, söz verip de gelmediği için. Ben ona yaklaşık yirmi senedir ufak büyük işler yaptırdım ve hiç üzmedi. Baştan anlaştığımız çerçevenin dışına çıkıp ek işler oluştuğunda da yüzündeki gülümseme hiç eksilmedi. Allah razı olsun. Bu konu da yakın çevremden olumlu bir algılama ile rahatlama vesilem ki eylül ayında Copculara mutluluk veren üç tarih ve dört etkinlik için şükür ve şükran doluyuz.

Eylül Bereketleri

Yetmiş üç yıl önce Nezuş’un doğumu (14); 54 yıl önce ilk Copculaştırmam (19); 22 yıl önce üçüncü Copculaşma (27) ve 13 yıl önce İrem’in doğumu (27) hepsi eylülün bize sunduğu güzellikler. Binlerce şükür. Daha ne ister insan ! Bu satırları yazarken ailemizin profesör hekimi sevgili Eray Sidney ve Brisbane (Avustralya) yolcusu ki geçen ay Belçika’da ameliyat yapıyordu. Gelecek ay da ABD de olacak. Leyleği havada görmüş olmalı ki bu yıl çok fazla yurt dışı iş gezisi var. Allah yardımcısı olsun. Yolu açık ve aydınlık olsun. Sağlık ve esenlik içinde gidip gelsin. Başarıları keyifli olsun, keyifle dolsun.

Bu kadar keyif yeter diyor içimdeki ses ve Yılmaz’ın yazısıyla isyanları oynayan ruhum yazımın girişindeki özlü sözlere odaklanıyor. Copcular Plus (C13P) ile mutlu, mesut, bahtiyar günü doya doya yaşamanın arka bahçesinde ülkede gemi azıya almış arsızları duymazdan gelmek, görmezden gelmek ne yazık ki pek olanaklı değil ve kahrolmak elde değil. Ülkemin günlük gerçeklerindeki öfke, bağırıp çağırma, kızgın yüzler ve yalanlar tıpkı tüm yerli dizilerdeki öküzlüklerle aynı. Ha dizi ha yaşamın kendisi hiç bir fark yok; hiç bir iyileşme ya da iyilik yolunda bir katkı sağlama yok. Sadece hak edilmemiş ve soyguna dayalı şaşaa, debdebe, gösteriş ile göz boyama, beyin yıkama ve algı oluşturma için tüm rakipler aynı kulvarda buluşmuşlar. Arabalar, kıyafetler, evler, yatlar ve güzel hatunlarla ülkede yarattıkları alt yapıdan yoksun köşe dönmelerle yükseltilen hevesler. Nereye kadar ?

Soysuzlar Çetesi

Bir süredir aynı girdabın içinde bunalıp kısır döngüyü aşamıyorum. Üstelik bir de Kral Arthur’un duasını biliyor ve savunuyorum. Buna rağmen doğruyu bulmak, seçmek ve sürdürmek için akıl, irade ve güç üçlüsünü doğru kullanamıyorum. Değiştiremeyeceğim şeylere aklımı takıyorum. Bu takıntılara bugünlerde “Soysuzlar Çetesi” ve “Rezervuar Köpekleri” gibi film isimleri eşlik ediyor; ne ilgisi varsa ! Sözcü’de Yılmaz’ın köşesinde Atatürk döneminin büyük elçileri ile bugünün büyük elçisi bakara ve makaracı ile merlenin büyük elçi oluşlarını kıyaslıyorum. Dinle bile alay etmekten çekinmeyen utanmazın da içinde bulunduğu “MEME Dörtlüsü”nün ayyuka çıkan rüşvet iddiaları ile yakın geçmişte rahmetli Özal’ın “Benim memurum işini bilir” sözleriyle açılan kapıdan giren prensinin vurulması olayın mahkemesinde söylenen sözleri anımsıyorum.

https://odatv.com/rusvetin-belgesi-mi-olur-pezevenk-2802081200.html

“…Rüşvet tartışmaları politika tarihine ilk kez en çarpıcı haliyle Özal dönemindeki “Civangate” davasında giriyor. Aylarca gündemi meşgul eden bu davada Eska inşaatın sahibi Selim Edes Emlakbank’a yaptığı inşaat ve sattığı arsanın bedeli olan 120 milyon doları tahsil etmek istemiş, Emlakbank Genel Müdürü Engin Civan da bunu 3,5 milyon dolar rüşvet karşılığında yapacağını söylemişti. Fakat Civan’a istediği rüşveti veren Edes yine de parasını alamamıştı. Dönemin yer altı isimleri araya girmiş ve Edes’in azmettirmesiyle Alaaddin Çakıcı’nın adamı olduğu belirtilen Davut Yıldız tarafından Engin Civan vurulmuştu. Ve “Civangate” olarak tarihimize geçen skandalda böylelikle patlak vermişti. O duruşmalarda söylenen ve dünya rüşvet tarihine geçecek söz de Selim Edes’in Engin Civan’a söylediği şu sözdü: “Rüşvetin belgesi olur mu pezevenk!”. Bu cümle Türkiye’deki yolsuzlukların simge cümlesi gibi oldu. Ama yolsuzluklar ne bu cümleyle başlamıştı ne de bu cümleyle son buldu?…” ve MEME Dörtlüsünün kolunda saat, kutusunda, kasasında dolar ve yatak odasında için dolu para kasası vardı. Hamam da aynıydı, tas da…Tellak için söyleyecek söz bulamıyorum. Ve emir yüksek yerden gelince araba içinde tüttürmek de yasak oldu. İlginç; neye dayanarak ve neden ? Tamam para lazım “babalar gibi sattılar” ama bu kadar da olur mu ? Belki de arkadan gelmekte olan patlıcancıyı düşünerek ağlamak yerine gülsek daha iyi olacak.

Nol’cek şimdi ?

Böyle Buyurdu Zerduş” un sayfalarını karıştırıp bugüne, ruh halime uygun bir pasaj bulmaya çalıştım. Bulamadım. Çünkü Zerduşun bile aklına gelmemiştir otuz bini aşkın sayıda kişiyi tek bir emirler seferber edip, mobil kapalı alanda dumanı cezalandırmak. Tamam anladık makarna ve kömür grubuna hoş görünüyor bu davranışlar ama “makul ve mantıklı” olmaktan uzak. Kişi başına otuz başına geliri olmayan bu seferberliği hangi kanuna, kurala sığdırabilirler ki bu cezalar yasal bir süreçte dava konusu edilse… Yılmaz’ın bir diğer yazısında onca toplumsal sağlık sorunlarını artıracak girişimler sadece çıkar uğruna bu denli gözü dönmüş olarak sürerken bu özel alana müdahalenin yasal dayanağı ne olabilir ki… Bundan da sıyrılıp yakınıma dönmeliyim. C13Plus (dost, hısım ve akrabalar) odağında kalıp güzelliklerden, başarılardan haz alıp uzak körlüğü mü; yoksa uzaklara odaklanıp yakınların verdiği huzur ve keyfi kendi ellerimle yok edip soysuzlar çetesindeki “Nazi/Yahudi” mezaliminin rövanşına Tarantino gibi bakarak hem kahrolup hem de umut etmek mi; bu ters köşeye yatışlarda akla karayı birlikte hazmet mi; hangisi doğru ya da hangisi bana uygun bilmiyorum ve varlıkların orta yerinde yarattığım mutsuzlukla sessizliğe gömülmek mi ? Bu iç sorgulamanın sonu sürmenaj olsa gerek ki yazıyı bırakıp Sefer ustaya baksam iyi olacak…

Sağlık ve esenlik dileklerimle yazımın başındaki “Altın Kızlar“la eylülde Çeşme-Çandarlı hattında yaşanan güzelliklerle ve yazımın sonundaki Soysuzlar Çetesi ile Velet’in sözlerinden çıkarılacak mesajlara bakarak mutlu, mesut, bahtiyar olmanın rutinlerini bulmak gerek. Bulurum inşallah…

Öykücü

2.Hayatın kaçınılmaz karanlık yüzü: Soysuzlar ve Çetesi