Yaşam Büfesinde “Ignoramus”

“…Modern bilim üç önemli konuda kendisinden önceki tüm geleneklerden ayrılmaktadır: 1.Cehaleti kabullenmek: Modern bilim “bilmiyoruz” anlamına gelen Latince öğüde dayanır (ignoramus et ignorabimus: bilmiyoruz ve bilemeyeceğiz) ve hiçbir şeyi bilmediğimizi varsayar. Bundan daha da önemlisi, şu ana kadar bildiğimizi sandığımız şeylerin zamanla yanlış çıkabileceğini kabul eder; hiçbir kavram, fikir veya teori kutsal ve eleştiriden muaf değildir. 2.Gözlem ve matematiğin temel önemi: Modern bilim cehaletimizi peşinen kabul ederek yeni bilgiye ulaşmayı hedefler, bunu da gözlemler yaparak ve sonra matematiksel araçlarla bu gözlemlerini kapsayıcı teorilere dönüştürerek gerçekleştirir. 3.Yeni güçlerin elde edilmesi:Modern bilim teoriler üretmekle yetinmez, bu teorileri yeni güçler edinmek ve bilhassa da yeni teknolojiler geliştirmek için kullanır…Bilimin kendisi bile araştırmaları meşru kılmak ve gereken mali desteği yaratmak için dini ve ideolojik inançlara itibar etmek durumunda kalmıştır... (Sapiens, S.250/54)…”

Merhaba

Beyin ne ararsa onu buluyor. Bu arayışla pazartesi günleri mutlaka Sözcü almak istiyorum; Dr.Ayşe Sucu’nun köşesini okumak için. Dün de öyle yaptım (28.06.2021). Dikkatle okudum; biraz zor okudum. Fazlaca “dini felsefe” yüklüydü ve bir noktadan sonra benim ilgi alanımdan çıkıyordu. Ta ki son paragrafta “Beş Temel İlke” yi görünce ilgim yeniden arttı. Hele bir de araya “Ahlak ve Tanrı” beraberliğinin öncül ve ardılı ikilemi girince ilgim zirve yaptı. Bu artışı ateşleyen “dikotomi” sözcüğü oldu. Hemen ardından da Dr.Sucu, beş ilkeyi “Dördünü Kapsayan Tek İlke” ye indirgeyince zihnimde beliren “Hangisi ?” soru sözcüğü beni ikilemde bıraktı. Ayşe hanıma hemen bir ileti gönderdim. Ve ne güzel ki ertesi sabah elektronik posta kutumda içten yanıtını gördüm. Hızlı yanıtına sevindim. Bunun detaylarına azıcık değineceğim. Bundan önce neden “ignoramus” ve ne ilgisi var “Beş İlke” ile ? sorusuna değinmek gerekiyor gibi geliyor bana. Ancak buraya gelinceye kadar deneyimlerim ve anılarım “istatistik” omurgasında bir araya girecek.

Dikotomi ve İstatistik

Dr.Sucu’nun örneğinde “dikotomi” sözcüğünün ne olduğunu anlamak olanaklı görünse de internette paylaşılan tanımlarına baktım ve aşağıdaki açıklamaları yazımın amacına ve deneyimlerimdeki öykülerime daha uygun olduğunu gördüm:

“…Ferdilik ve sosyallik ilişkisinde karşılaşılan “dichotomy” kavramının tanımlamalarından biri, ikiden fazla değer alan bir değişkenin, yalnızca iki değer alacak bir değişkene dönüştürülmesi olarak geçmektedir…”

Neden bu açıklamayı yeğledim ? Beyin ne ararsa onu bulup seçiyor; algıda seçicilik. Dr.Sucu köşe yazısının son paragrafının ilk cümlelerinde, insanı (insanlığı) kuşatan ve güvence altına alan “Beş Temel İlke” den söz ediyor ve

1.Canı korumak (CK);

2.Aklı korumak (AK);

3.Nesli korumak (NK);

4.Malı korumak (MK) ve

5.Dini korumak (DK)

ayrımlarıyla beş temel ilkeyi net bir şekilde ortaya koyuyor. Daha sonra bir adım daha ilerleyip uzmanlık alanı olan “Din”e ayrıcalık tanıyor ve “O”na bir üst kimlik verip

“Din; can, akıl, nesil ve mal güvenliğinin inşa edildiği alandır” diyor. Bu son tümce değişkenin (güvence altına almak) çoklu değerini ikiye indirgiyor; din ve diğerleri. Bu da bana yetmişli yıllarda öğrendiğim istatistik analizlerde çok bilinmeyen bir yöntem olan “Ortogonal Parçalama” yı anımsatıyor. İnternete baktığımda (file:///C:/Users/asus/Downloads/ortogonal%20(2).pdf ) bu konunun “Ortogonal Kıyaslama” başlığı altında ve “Bir Serbestlik Dereceli” olarak yer aldığını görüyorum.  

Buna yazımda özel olarak değineceğim. Böylece bilimin ortaya koyduğu bir istatistik analiz yönteminden Dr.Sucu’nun ikinci bakış açısı arasında bağ bulmaya çalışacağım. Ne var ki yazımda yola çıktığım yer ve belirlediğim amaç (ya da hedef) arasındaki çizgi hiçbir zaman düz olmadığı için bakalım “Milton Erikson’ın Beygiri” gibi yoldan çıkacak mıyım ? Zihnimin yol haritası otomatik olarak çiziliyor ve daldan atlarken ipin ucunu kaçırıyorum. Özetlemeye, netleştirmeye çalışacağım.

Sapiens ve İstatistik

Beş yıl önce (07.07.2016 da) büyük oğlum Ümit bana bayram hediyesi olarak Bay Harari’nin “Sapiens” isimli kitabını alıp vermişti. Kitabı okuyup bitirince çatıdaki yerine kaldırmıştım. Bugünlerde yine elimde… Kitabın her yanına notlar düşmüşüm ve ilk yazdığım seçmece de nerden esinlenmişsem “Gurur kudret sağlamaz” olmuş 2016 nın Temmuz ayında ve henüz 15 Temmuz olayları yaşanmamışken.

Kitabı okumaya başladıktan bir hafta sonra (14.07.2016) etkisi altında kaldığım güncel olaylardan şu anahtar sözcükleri yazmışım Sapiens’in boş sayfalarına :  “4K”dan dolayı yaşama erken veda edip rahmetli olan Kayınbiraderim, “keyif ve çile”, sigara ve hastane, EKÜ Trio destekleri ve Torbalı yolları;  ülkemin durumu, Yunt Dağındaki kilitlenen kanatlar (NetRES) ve çözüm için Ankara’nın bağlarını zorlayan Bülo’nun gayretleri”…ve beş yıl sonra bugünlerde “Sapiens” yine elimde sabah yürüyüşü sonrası deniz kenarında güneşlenirken rastgele sayfalar açıp yeniden okuyorum.

Geçen hafta bugün; beynim arayıp da seçtiklerinden şu anahtar sözcüklere odaklanmış (S302): “Kapitalist İtikat; Geleceğe Güven; Büyümenin Tetikleyicisi; İzmirli Ahmet Açgözlü’nün bankası > Müteahhit Ali Kiremit > Parasız Ayşe Özfırıncı’nın pasta fırını projesi ve ortadaki bir milyon doların sistemin izin verdiği yedi defa çevrim içi hareketiyle on milyon dolar olması > Saadet Zinciri mi; yoksa sahtekarlık mı ?...” ve bugün (28.06.2021):

“Sapiens S250/253 İgnoramus: Cehaletin Keşfi < Dr.A.Sucu.; Dr.Atanasio; Prof.Dr.O.Düzgüneş; rahmetli Prof.Dr.O.Manas; rahmetli Meliha Karman, Orhan Ulu ve Altekin Özkut; Delikli Kart (Fortran; OM1 ve OM2); Ortogonal Parçalama” karması –ki ortak paydasında “İstatistik” var. Anılarımdan bugüne dönebilmek için ya da bugün neden düne baktığıma mazeret üretmek için zihnime kazınmış olan şu sözleri içimden tekrarlıyorum:  “Bugün, dünden güç alarak yarınlara uzanır (Dost Can Deniz / Cesur Sorular)” ya da “aç kal budala kal” vurgusuyla akılda kalan “Geleceğe uzanan noktaları geçmişe bakmadan birleştiremezsiniz (S.Jobs)” ve…

Gerçekliğin karmaşık yüzüyle uğraşmayı sağlayan matematik dalı: İstatistik…

İskoç Dulları (S256)

Yaklaşık iki yüz yetmiş yıl önce (1744) İskoçya’da presbiteryen (Tanrının egemenliğini, kutsal yazıların yetkisini ve kurtuluş için lütuf yoluyla Mesih’e imanın gerekliliğini vurgulayıp piskoposluğu reddeden, ihtiyar meclisince yönetilen dini sistem) iki din adamı (A.Weber ve R.Wallace) ölen din adamları için bir fon (sigorta) oluşturmaya karar verirler. Bunun için her yıl kaç papazın öleceğini, geriye kaç dul ve yetim kalacağını, dulların ölen kocalarından sonra ortalama kaç yıl daha yaşayacaklarını hesaplamak isterler. Edinburgh Üniversitesi matematik profesörü C.Maclaurin ile kafa kafaya verirler. Veri toplayıp hesaplama yaparlar. Almanya’nın Breslau şehrinden 1238 doğum ve 1174 ölüm olayının kayıtlarını analiz ederler. Böylece 930 İskoç presbiteryen papazın yaşadığını, bunlardan yılda 27 sinin öleceğini ve 18 inin de ardında dul bir eş bırakacağını hesaplarlar. Analizlerinde daha pek çok bilgi elde ederler. Buna göre fona dahil olan papazların öldükten sonra sevdiklerine mali destek sağlayabilmeleri için her yıl ne kadar prim, para yatırmaları gerektiğini bulurlar. Bu konuda iki seçenek sunarlar.

Bu hesaplamalarına göre 1765 yılında (20 yıl sonra) “İskoç Dulları Fonu” kasasında 58.348 poundluk bir sermaye birikimi olacağını hesaplamışlar. Bu hesaplamaların son derece isabetli olduğu görülmüş ve 1765 yılına gelindiğinde fonun kasasında 58.347 pound varmış. “1 Poundluk sapma”… İlginç ! Bugün bu fon, dünyadaki en yüksek bireysel emeklilik ve sigorta şirketlerinden biriymiş.

Bay Harari’nin de özellikle dikkat çektiği gibi: Bu amaçla yola çıkan iki papaz, hesaplama yerine cevap için Tanrı’ya dua etmediler, kutsal metinlerde veya eski ilahiyatçıların çalışmalarında çözüm aramadılar, soyut bir felsefi tartışmaya da girmediler. Peki ne yaptılar ? Modern bilimin gelişmesinin tetikleyicisi olan “yeni güçlerin elde edilmesi” örneklerinden biri olan “İstatistik” biliminin doğmasına öncülük ettiler.

İstatistikle Yol Arkadaşlığım (Serbestlik Derecesi)

Çok kibar bir beyefendiydi. Şık giyinirdi. Zerafeti yanında yaklaşımında her zaman bir Alman disiplini vardı. Sınıfa girdiğinde “Meine damen und herr” diye söze başlardı. Macar asıllıydı. Ziraat Fakültesindeki ikinci yılımda “Deneme Teknikleri” dersini veriyordu (1964 !). Almanca anlatıyor ve asistanlarımızdan birisi çeviri yapıyordu. Aklımda kalan ikinci sözcük de “Latanische kadrate” idi (“Latin Kare” demekmiş ve yazılışı doğru olmayabilir; ben zihnimde yer eden Almanca sözcüklerin kulağımdan yüreğime işleyen tınılarına göre, duyduğum gibi yazmaya çalıştım). Lise ve üniversiteden sınıf arkadaşım, mahalle arkadaşım ve ailemizin yakın dostu rahmetli Prof.Dr.Latif Çağlayan’nın yabancı dili Almanca’ydı ve ondan kaptığım yarım yamalak anlamlarla sınıfa girerken “Bayanlar baylar” demesindeki sıralama ve çok sevdiğim “Deneme Desenleri”nden biri olan “Latin Kare”nin aklımdan çıkmayışı bay Atanasio’dan dağarcığıma giren ilk istatistiksel sesler olmuştu. Daha sonraları “Double Check” olanağı veren “Latin Kare”yi daha çok sevecek ve uygun nitelikteki tarla denemelerimi bu desende kuracaktım. Bu yazımda (biraz saçma gibi görünse de kurmaca verilerle) bir örnekle ve “Beş Temel İlke” ile “Ortogonal Parçalama” ilişkisi içinde “Latin Kare” desenini görselleştirmeye çalışacağım.

Yine üniversite yıllarıma döneyim; fakültedeki yıllarımın sonlarına doğru bu kez adına “İstatistik” denen bir ders kapsamında Prof.Dr.Orhan Düzgüneş’in sınıfındayım. Ne var ki; aklımda bu dersten popülasyon ve örnek, “t kontrolü”, ortalama, standart hata, standart sapma gibi temel kavramlardan başka kalıcı ve dünden bugüne mesaj türeten bir iz yok.

Okul bitti. Askerlik bitti ve Enstitü yıllarım başladı (1970/85). Önce meslektaşım, çok sevdiğim ağabeyim, rahmetli Prof.Dr.Oğuz Manas’ın ekibinden “Fortran Delikli Kart” yöntemiyle tanıştığım ilk bilgisayar günlerim oldu. Böylece öğrenme yolculuklarıma istatistik konusunda ilk dijital adımlar girdi. Kırklı yılların önder, lider araştırıcılarından ve istatistikle ilgili deneme desenleri ve analiz yöntemleri ağırlıklı kitabını yazan rahmetli Meliha Karman’la iş arkadaşlığım oldu ve kendisinden mentor (akıl hocası) olarak bilgilendiğim yıllarımı keyifle anımsarım ve paylaştıklarına özellikle şükrederim. Bunların arasına yine Oğuz hocamdan “Eğiticinin Eğitimi” çerçevesinde ders alıp hemen ardından bize veren sevgili Orhan Ulu ve Altekin Özkut’un öğretilerinden en çok aklımda kalan yöntem de “Ortogonal Parçalama” oldu.

Ortogonal Parçalama

Yukarıda linkini verdiğim pdf sayfasından da anlaşılacağı gibi “Ortogonal Parçalama”nın diğer istatistik analiz yöntemlerinden bir farkı var (bana göre). “Fark” tan çok “Avantaj” demek daha doğru; ya da “Amaca Uygun”analizle ekstra bir olanak sağlıyor olmasının çekiciliği… Örneğin 5 Karakterli (Buğday Sürme Hastalığına karşı 5 farklı ilacın etkileri; ya da 5 Temel İlke’nin ergenler için önemlerinin algılanışı) ve 5 Tekerrürlü (ya da 5 farklı coğrafik bölgemizdeki ergenler olsun) bir deneme kurduğunuzu düşünelim. Önce bir “Sıfır Hipotezi”niz olur: “İlaçların etkileri arasındaki farklılıklar önemsizdir” diye düşünerek, taraf tutmadan, taraflı bakmadan yola çıkarsınız ve denemenin sonunda elde ettiğiniz etki derecelerine dayanarak bu hipotezi kabul edersiniz ya da rededersiniz. Buğday tohumlarını önce Sürme Hastalığı etmeni fungusun (Tilletia caries) sporları ile inokule edersiniz. Böylece tüm karakterlerde ve tekerrürlerde hastalığın eşit derecede gelişmesini sağlarsınız. Daha sonra tohumları ilaçlarsınız. Bir de “Kontrol (İlaçsız)” karakter yaratırsınız. Tohumları tarlaya, seçtiğiniz deneme desenine (ben Latin kare’yi seçerim) uygun olarak hazırladığınız parsellere olarak ekersiniz (Ocak ayı gibi). Buğdaylar gelişir; başaklar olgunlaşır (Haziran ayı –ki işte öykünün tam burasına klasik bir Bulgar masalı girer: Soğuk bir kış günüydü. Tilki de açtı, ayı da açtı. Evlerinde yiyecek bir lokma ekmek, ceplerinde beş kuruş paraları yoktu. Dört yol ağzında bir taşın üstüne oturmuş düşünüyorlardı… Yine yoldan çıktım. Torunum Duru, dokuz yaşına bastı ve iki Bulgar masalını her gece yatmadan önce anlatmamı ister ve masal bittiğinde masalın ana mesajını net olarak kendisi söyler ve daha sonra hemen uykuya dalar: “Kurnaz ol, sen de başkalarını yen, ama hiç kimsenin hakkını yeme”…). Her parseldeki tüm buğday başaklarını inceleyip “hasta/sağlam” olarak sayar ve “hastalık oranları”nı saptarsınız. Kontrol karakterindeki “hastalık oranı”ile kıyaslama yaparak (Abbot Formülü) ilaçların etki derecelerini (yüzdesel olarak) hesaplarsınız. Etki yüzdelerini Sayın Karman’ın kitabındaki listeden “Açı Değerleri”ne çevirip istatistik analize başlarsınız. Bu aşamada Karakterleri (satırlar) ya da tekrarları (sütunlar) gruplandırdığınızda bir farklılık “var gibi gelebilir size”; ancak… Bu farklılıklar tesadüfi midir yoksa istatistiksel olarak “manidar (significant)” mıdır ? Bunun için bilimin ortaya koyduğu ve size seçenekler sunduğu yöntemlerle farklılıkları analiz edersiniz. Önce “karakterler arasında istatistiksel olarak fark var mı ?” sorusuna yanıt bulmak için “F Kontrolu” yaparsınız. Bir değer elde edersiniz. Bulduğunuz “F” değerini “F Tablosu”nda denemenizdeki “Hatanın Serbestlik Derecesi” ne göre bulacağınız “F Table” ile kıyaslarsınız. Sizin “F” değeriniz çizelgedeki “F” değerinden küçükse “ilaçların etki dereceleri arasındaki farklar tesadüften ileri gelmektedir ve önemsizdir; büyükse istatistiksel olarak önemlidir” yargısını varıp analizleri sürdürürsünüz (LSD Testi veya Duncan Testi).

Neden ?

Farklar ne derece önemlidir ve hangisi hangisinden hangi hata payı (%1 veya %5) ya da “güven sınırı” (%99 veya %95) ile farklıdır yargısını netleştirirsiniz. Fazla uzadı bu açıklama. Hoşgörüle. Biraz daha sabır sonuna yaklaştım. Biraz sonra “Ortogonal Parçalama” > “Dikotomi” > Dr.Sucu’nun “Beş İlkeyi Gruplama” biçimine geleceğim. Bunun için ”Beş İlke”yi birer karakter olarak (CK, AK, NK, MK ve DK) ele alıp, ülkemdeki ergenlerin algılarını coğrafik lokasyonlara göre (Akdeniz, Karadeniz İç, Doğu ve Güneydoğu (bunları tekerrür olarak düşünüp) bir “Latin Kare” içine yerleştireceğim. Lütfen dikkat; sadece yaklaşımı vurgulamak için çizelgeye koyduğum veriler kurmacadır; uydurmadır. Bundan hemen önce kısa bir açıklama daha yapmak istiyorum.

Neden “Duncan Testi” değil de “Ortogonal Parçalama” ?

Diyelim ki, “F Kontrolu” yaptınız ve “Farklılıklar Önemsiz” çıktı. İsterseniz denemenin değerlendirmesini bu noktada sonlandırıp “ilaçların etkileri farksızdır” diyerek raporunuzu yazarsanız; işinizi yapmışsınız; göreviniz yerine gelmiştir demektir. Yine de içinize sinmeyen bir şeyler vardır. Denemenin açıklanamaz, bilinen bir değişkene bağlanamaz yüksek varyasyonu nedeniyle farklar önemsiz çıkmış olabilir. İBBBaşkanı seçimine itirazdaki tarihi saçmalık gibi, hiçbir şey olmasa da bir şeyler olmuş olabilir gibi gelmektedir size ve devam edersiniz.

Veya “F Kontrolu” farkların önemli olduğunu gösterir ve siz yaptığınız “Duncan Testi” sonuçlarıyla yetinirsiniz. Ancak yola çıkarken ya da sonuçlara baktığınızda bir karakterin diğerlerinden farkını analiz etme yaklaşımınız olursa (ya da ağırlık kazanırsa) işte o zaman “Tek Serbestlik Dereceli” bir analiz yöntemi olan “Ortogonal parçalama”yı seçersiniz. Tıpkı Dr.Sucu’nun başlangıçta “Beş Temel İlke” derken daha sonra “DK ve diğer dört ilke” olarak söz etmesi tıpkı “Ortogonal Parçalama” yöntemine göre irdeleme yapmaktır bana göre ve üçüncü kez aynı tümce: Beyin ne ararsa onu bulur.

Sözün özü; Sözcü’nün bir köşe yazısı; Dr.Sucu’nun etkilendiğim yaklaşımı; anılarımın ışığında ve Sapiens’in satır aralarında istatistik biliminin analizleri ve asıl önemlisi gelişen diyaloga olan teşekkürlerimle yeni bir yazı konusu çıktı zihnimin kıvrımlarında. Diyalogun ikinci adımında iletişim ağımı genişlettim; oğullarımı ve kimi dostlarımı da ağa kattım. İlk yanıt büyük oğlum Ümit’ten geldi ve bu yanıt beni CINOS’un üçüncü evresinde Brezilya (Rio) da yaptığım sunuma gelen esprili bir yanıtın tetiklediği azıcık edepsiz bir fıkraya götürdü. Önce Ümit ne yazmış onu paylaşayım:

“Sevgili babam,

Bizlere hala yol göstermek için yaptığın paylaşımlardan dolayı çok teşekkür ediyorum. Siz akademisyenlerin sözcükleri seçmedeki özenine fazla kafa yormadan, hassasiyetlerinizi de saygı göstererek ve naçizane size tek bir cevabım olacaktır;

”Dünyada her şey için, uygarlık için, yaşam için, başarı için en hakiki mürşit ilimdir, fendir. İlim ve fen haricinde mürşit aramak gaflettir, cehalettir, delalettir.” ”Hayatta en hakiki mürşit ilimdir.”

Saygı ve sevgilerimle…”

Ve sözünü ettiğim fıkrayı oluşturan koşullarla fıkra: CINOS’un üçüncü evresinde “Kuvvetlerin Ayrılığı” prensibi uygulamaya geçince pazarlamanın üst konumu yok gibi olmuştu. Böylece Pazarlama, Satış ve Teknik özerk olmanın etkisiyle “ben senden daha önemliyim” açık/kapalı çatışmasına girmiş ve “mış gibi olsa bile” bütünleşme gayretini yitirmişlerdi. Pazarlama (MC) uzun vadeli yaklaşımlar sergilerken şirketlerin tek “Kârlılık Merkezi” olan Satışın otoritesi (TÖ) sunum yaparken şu fıkrayı anlatıyordu:

“Horoza, “Tavuk mu yumurtadan çıkar yoksa yumurta mı tavuktan ?” diye sormuşlar. Horoz anında yanıt vermiş: “Ben polemiğe girmem d*ker geçerim”.

Yazımı sonlandırmadan önce Dr.Sucu ile gelişen kısa diyalogun yanıt bekleyen kısmını aktarmak istiyorum:

From: mustafa@copcu.com ;To: <aysesucu@sozcum.com>Sent: Mon, 28 Jun 2021 18:53:32 +0300
Subject: Dikotomi ve Beş İlke

Merhaba Ayşe Hanım,

…..

 Hangisi ?

“İnsanı bütün yönleriyle kuşatan ve güvenliğini sağlayan beş ilke (canı, nesli, aklı, malı ve dini koruma altına almak) mi ? Yoksa

“Din; canı, nesli, aklı ve malı koruma altına alır” mı ? (> din, bu güvenlik ilkelerini inşa için vardır). Hangisi ?

Şu ikilemde kalıyorum:

*Aklımı din mi koruyacak ? Malımı korumak için dine mi ihtiyacım olacak ? Malımı korumak için dinin öngörülerine mi sığınacağım ?Yoksa

*Ben malımı ve dinimi korumak için aklımı (bilimi, yasaları) mı kullanacağım ?

Hele bir de tüm saçmalıklarına rağmen giderayak söylediği ve meçhule yolcu damadın “at izinin it izine karıştığını ifade ettiği ortamda; Allah ile aldatanların cirit attığı bugünlerde ” siz, dinin diğer dört ilkeyi inşa edebileceğini ve bu arada “kendini de koruyabileceğine” inanıyor musunuz ?

Eşim Nezuş diyor ki; “Ayşe hanımın mesajında senin sorunun cevabını göremedim”. Ayşe hanım da diyor ki “bekle göreceksin; cevabı bulacaksın”…

Horozu unutmak ve hem edepli olmak hem de daha geniş açıyla düşünmekte fayda var. Sağlık ve esenlik dileklerimle yolunuz açık ve aydınlık olsun.

Öykücü

NOT: Yazım bir hafta “taslak” olarak kaldı ve bugün (06.07.2021) Dr.Sucu aynı konuda ikinci yazısını yazdı. Yazıya isim vermeden benden alıntı yaparak başlamış ve devam etmiş. Özellikle “din” in kapsayıcı etkisi açısından yazımın şu kısmına sonraki yazılarında doğrudan bir yanıt bulacağımı umuyorum:

“…Hele bir de tüm saçmalıklarına rağmen giderayak söylediği ve meçhule yolcu damadın “at izinin it izine karıştığını ifade ettiği ortamda; Allah ile aldatanların cirit attığı bugünlerde ” siz, dinin diğer dört ilkeyi inşa edebileceğini ve bu arada “kendini de koruyabileceğine” inanıyor musunuz ?…”