Yaşam Büfesinde “Boşverebilmek”

“…Haykırsan dünyaya anlamazlar derdini / Yaşamak güzel deyip de aldatma kendini / Seni hiç arayıp sormasa sevginin farkına varmasa / Başkalarının gözüne daha tatlı bakıyorsa… / Ahh bak bakalım o zaman neşeli, geçiyorsa zaman / Ahh yoksa kırılıp bu hayata küser mi hemen insan / Ne dersin aşkın gözü kör mü acaba / Uyan artık bitti bu rüya / Seviyor sevilmiyorsan boş ver aldırma…”

“Kaderin Karesi” ile başlayan (090209) ve “Hız ve Heves”le ayı tamamlayan (270209) 9 yazım var Şubat 2009 ayında blogumda… Arayış “MAS” ve görüyorum ki önce “Vay be !” imiş, sonra “Oh be !” olmuş ve de 2023 yılının başlarında “Hadi be !”e (d)evrilmiş (*)

Merhaba

Bağlı salıncakta oturuyordum. Yanıma geldi. Yavaşça “Bitti mi tedavin ?” dedim. Fısıldadı “Bitmedi ama bıraktım”. Tevekkülden öteydi sözler. Sakindi. Daha uzun yarınlar için, bugünü ıskalamak istemiyordu. Kendime sordum. İki seçenek sunulursa olması kaçınılmaz yarınlarda; daha uzun ve biraz ezalı ve cefalı; zaman zaman sevdiklerinden ayrı düşürecek yıllar mı, yoksa Pamukkale dönüşünde Utku’ya dediğim gibi anın içinde, sevdiklerine sarılıp yatabildiğin, okşayıp koklayabildiğin, gözlerinin içine bakabildiğin kısa ve daha doyumlu günler mi ? Şu an “bekara karı boşamak kolay” etkisinin baskın olduğu ve sağlığı özümseyerek yaşadığın anda ikinciyi seçmek kolay gibi görünüyor insana. Karar anı geldiğinde ya bu akıl bu başta olmayacak, ya da daha çok yaşamaktan vazgeçmek zor olacak. Salıncağı sallamak, sözlerime fon müziği yaratmak istedim; olmadı. Salıncak bağlıydı ve ben de daha kısık bir sesle “Ben de aynı görüşteyim; tadında bırakmak gerek”… Açık sözlü olmak aynı görüşü paylaşmak moral bozucu mu yoksa görüş ortağı olmak moral verici mi ? anlayamadım …

Dost Bildiklerim

Dün yazıma başladığımda bambaşka cümleler vardı mavili kısımdaki girişte… Usta sandıklarımın hatalarına tepkim sürüyordu. İki gün önce beni bekletip gelmeyen ustaya kızgındım. Halbuki onu sevmiş ve güvenmiştim. Daha önce tanıdığım Sezen Usta gibi görmüştüm onu ve ona şu WhatsApp mesajıyla seslenmiştim ilk beraberliğimizde : Merhaba B***l. Şimdi sana blogumdaki bir yazımın linkini vereceğim. Tam on yıl önce yıktığımız banyodaki sorunlarımızı çözen senin gibi gerçekten usta ve dost olan “Sezen usta”nın adı geçiyor o yazımda (https://www.copcu.com/2013/01/20/yasam-bufesinde-dostlar/ ). Okuyacak zamanın olursa ve okuduktan sonra bana düşüncelerini iletirsen seviniri. çünkü bir hafta sonra blogumda “YAŞAM BÜFESİNDE USTALAR” başlıklı bir yazı yazacağım. Senin görüşlerine de yer veririm. Selamlar. Bu duygularla hatalı işlere bile prim verip istediğinden beş yüz lira daha fazla vermiştim. Çünkü arkadaşının hatalarını giderebilmek için ekstra gayret gösteriyordu. Yanılmışım. Göründüğü gibi değilmiş ve şimdilik “Ustalar” başlıklı bir yazı yazmayı erteliyorum. Bu gelgitlerle dün yazımın girişinde rahmetli sınıf arkadaşım Prof.Dr.Ali Kelle‘den hatıra kalan şu sözler vardı: “Hiç insaf kalmamış ben-i ademde, güpegündüz öperler (!!!) adamı Acıbadem’de…

Ustalar (!!!)

Usta gördüklerimin faulleriyle yine insanlara inancımı yitirdim. Ömer ve kardeşlerini ayrı tutuyorum; gerçekten ustalar onlar. Aslında Ömer’i öneren B***l’i de ayrı tutmayı istiyorum; zorlanıyorum ve azıcık daha sabretmek istiyorum. Ne var ki, duvara yanaşmayan bataryalar ve “Derin Rozet” arayışıyla güzelliğe katılan çirkinliğe rıza göstermek… Günah bende, kusur bende, suç bende… Üç kuruş ucuza gelecek diye “Ben yaparım ” diyen seramikçiye verilen asma tavan yenileme işi, çift taraflı tam bir fiyasko… Ve de yalan dolan dolu… “Ah ne yaptın be seramikçe usta…” diye arkadaşına sözde sitem eden tesisatçı ustaya yakıştı mı orijinal rozetlerin sap gibi ortada durması… Bir de “Tamam Mustafa amca; saat beşte oradayım…” dedikten sonra arabam çalışmadı, yolda kaldım bahanesiyle “Ben başka gün geleyim” yazan adam aynı kişi olabilir mi ? Yaşamın hemen yanı başında “ustaların yalanlarıyla cebelleşirken aklım” ruhum da yitirdiklerimle doluyor ve “takma kafana, tokadan başka şey” diyerek teselli bulmaya çalışsa da pek öyle olmuyor…

Güne Bakış

Ekim ayı nasıl başladı ? Eylülden neleri devraldı ? Ağustosun hiç suçu, günahı ya da katkısı yok mu bugünlerin hüznüne ?… Peki ya Hazirana ne demeli…! Sorular, sorular ve sorular… Cevap, doğru soru sorulduğunda anlamlıdır. Cevap veren hesabı öder…

Dün yine İzmir’de genç bir hanımın cenaze törenindeydik: Komşu kızı Canan hanım. Allah rahmet eylesin; mekanı cennet olsun. Allah hem annesine ve hem de çocuklarına sabır ve dayanma gücü versin. Öyle bir yaştayız ki; yaşam gölünün karşı kıyısı görünürken, attığımız kulaçlar bizi kıyıdan uzaklaştıramıyor ve hissemize düşen günlük olaylarda vefat haberleri ağırlıkla yer alıyor. Eskiden olsa “bu saatten sonra bizi sünnet düğünlerine çağırmazlar ki…!” derdik. Bu da doğru değilmiş. Eylülün son haftasında komşu Eray’ın sünnet düğünü vardı ve laf aramızda Nezuş da birkaç yıl önce verdiği sözle bu düğünün “Ana Sponsoru” idi. Helal olsun; her koşulda bu tür katkılarını benden kat be kat fazlasıyla yapıyor. Rahmetli “Arap Mustafa“nın çocukları (Aslı, Serap ve Murat) için de yıllardır başta finansal destekli “Tavuklu Havuçlu Pilavla” her zaman bir tıklık mesafede hazır duruyor. Bu işleri evin erkeği bilmez; evin hanımı yola çıkarsa arkasından gitmezlik etmez… Sen yeter ki iste; size hiç bir dilek verilmemiştir ki, gerçekleştirmek için gerekli olan güç de beraberinde verilmemiş olsun… Allah kabul etsin; yapabilmek ne güzel…

Düğün ve Cenaze

Bu iki sözcükle Google’da arama yaparsam, 1997 yılında çıkardığı ve en başarısız albümünün adıyla Sezen Aksu‘nun öne çıktığını görüyorum. Amacım Goran Bregoviç’e erişmek ve Yugoslavya parçalanırken okuduğum bir köşe yazısındaki “Düğün ve Cenaze” konulu bir makaleyi bulabilmek. Bunu hangi “Ana Mesajı” yakalamak için yaptığımı zihnimde netleştiremiyorum. Bir takım izler var belleğimde ama bu izleri güncel olaylar için şekillendiremiyorum. Belki de gereksiz bir derinlikte arıyorum ve gözümün önündeki işaretleri görmüyorum. Çünkü Ağustostan Eylülle Ekime uzanan olguların açtığı “Kabul Kapıları” önünde hâlâ beklemedeyim. Şimdi biraz daha geriye sarıp filmi önce “Cenaze” bölümü için yitirdiklerimi ve izlerini paylaşmaya çalışayım.

Aysun (19062023: Yokluk Yorgunluğu > https://www.copcu.com/2023/06/22/yasam-bufesinde-pankreas/)

Nezuş’un meleklerinden biriydi Aysun ve şimdi gerçek bir melek oldu. Üç rahmetli ablasından (Hanife, Hayriye ve İkbal) üç “Yadigâr” meleği vardı Nezuş’un: Seval, Aysun ve Melek… Şimdi “Seval ve Melek” sağ kaldı geriye. Çok hızlı gelişen “Pankreas İltihabı” ile aramızdan ayrıldı Aysun (19062023). Her cuma teyzesi Nezuş’u ilk arayandı. Antalya’da çocuklarına yakın mutlu, mesut, bahtiyar Alisiyle yaşıyordu. İzmir’deki diğer yeğenlerimizi (kuzenleri Seval ve Melek) sürekli uyarırdı: “Aman teyzemi yalnız bırakmayın; sık arayın, yanına gidin, yardımcı olun…” Becerikli ve çok eylemli olduğu kadar da buyurgandı. Son telefonunda “Nasılsın Aysun ?” sorusuna “E**k gibiyim” diyerek yanıt vermiş ve üç ayı aşamayan hastalık süresinde kendini bize hiç göstermeden aramızdan ayrılmıştı. Linkini verdiğim yazımın ekindeki videoda birkaç yıl öncesinin sağlıklı ve neşeli görüntüleri var Nezuş ve Meleklerinin. Aynı video içinde “Özlemle rahmet dilemek” için eklediğim rahmetli Nezih abimizin “4K” dan ölümü de başlı başına ayrı bir yazı konusudur (https://www.copcu.com/2016/08/19/yasam-bufesinde-yokluk-yorgunlugu/). Aradan dört ay geçti, geçmedi ve daha pek çok acıya gebe olan yaşam, rutinleriyle sürüyor. Nezuş’a göre “Vay ! Gidene…” Bana göre “Vay kalana…” ve hayatın rutini ve hep dediğim gibi insanlar iki şeye mecburlar; diğer her şey opsiyonel (isteğe bağlı, seçim şansın var). Bunlar:

1.İnsanlar ölmeye mecburlar.

2.İnsanlar ölünceye kadar yaşamaya mecburlar.

… ve belki de bir başka mesaj verebilmek için “Hayat oyun gibi yaşanmalıdır” diyen Platon’a kulak vermeliler. Kolay mı ? Yapılabilir mi ? Kimler yapabilir ? Yapabilmek için, hayatı oyun gibi yaşayabilmek için ne yapmalı, nasıl yapmalı ve asıl önemlisi neden yapmalı ya da yapmamalı ? Sorular, sorular ve sorular… Sorular nasıl olmalıdır ?

Pankreas Kurbanları

Haziran’da Aysun’la belleğimizde canlanan “Pankreas Kurbanı” olmanın ne denli yaygın olduğunu aradaki iki kurbanla daha iyi anladım. Oğlum hekim Eray diyor ki “Bu konunun bu denli yaygınlaşması bence Covid’in yarattığı tahribatın bir sonucudur”. Neden olmasın ? Öyle olsa ya da olmasa ne değişir ki…!

Dün komşumuz Canan hanım için Nezuş’la İzmir’e gittik ama bir gün öncesi yine aynı camide namazı kılınan Tamay Hanımın cenazesine katılamadık. Meslektaşım (EZM65TI) Tamay hanım da “Pankreas İltihabı” kurbanı ve hem Tamay’a rahmet diliyorum, hem de eşi, meslektaşım Prof.Dr.Emin Işıklı‘ya baş sağlığı, sabır ve dayanma gücü diliyorum.

Ve bir hafta öncesi… Daha önce “Kan Aranıyor” mesajıyla Meslek Odamızın çağrısıyla “Muttalî” olduğumuz Dinç beyi de yine “Pankreas” nedeniyle yitirdik. Rahmetli Dinç Unaran (EZM61) ile CINOS(1)’un ilk evresi olan “Ciba” da kısa bir süre birlikte çalışmıştık. Satış Müdürümüzdü ve ben de Teknik Danışmandım. Aramızda bir emir-komuta ilişkisi yoktu ve gerçekten de tam bir beyefendi, dalyan gibi delikanlı, yakışıklı ve bir o kadar da sevimliydi. Nedense ben ölümü kimilerine yakıştıramıyorum.

Pankreasın tetiklediği “kanser ve ölüm” konusunda bir çerçeve oluşunca zihnimde, geçmişe dönük yolculuğum hızlanıveriyor. Prof.Dr.Arman Kırım (1954-2011)’la “Mor İneğin Akıllısı“, Prof.Randy Pausch (18.09.2007 de “Son Ders“i verdiği görüntüde ne kadar sağlıklı ve 25.07.2008 de vefat ediyor) ve huysuz ihtiyar (!) Steve Jobs ( 2005 yılındaki konuşması: Aç kal, budala kal ve 07.10.2011 de vefat)… Ben yine yakın geçmişe dönüp Dinç beyle olan anılarımı paylaşayım.

Öykülerin Gücü (Dinç ve Ben)

Dinç beyle yolumuz ilk defa Manisa-Muradiye-Üçpınar’da Kominist Ali’nin tarlasında kesişti. Daha sonrasında iki seans var öykülendirebileceğim. Ciba’da bir yılım dolmak üzereydi. Özel sektöre ısınıyordum. Sevgili Alev (EZM68AK) beni özel sektörün ana konularına formatlamaya çalışıyordu. Bitki Koruma pazarında Ciba(2), pamuk alt pazarına odaklanıp ilk sırada hızla ilerlerken “yabancı ot ilacı (herbisit)” bölümünde sıkıntı yaşıyordu. Çok güzel bir ot ilacı vardı; triazine grubundan. Ancak yüksek etki performansını ortaya koyabilmek için istediği ekolojik koşullar ülkemde pek yaygın değildi. Pazarda hakim olan pamuk ot ilaçları “trifluralin” grubundan ilaçlardı. Bu grubun lideri Elanco‘nun “Treflan”ı idi. Öyle bir dönem ve öyle bir kabul vardı ki tek başına sağladığı etkiyle sevgili Dr.Yüksel Kâzım Oran ve rahmetli Yılmaz Sürmeli’nin gerçek bir firmacı olarak saltanat sürmelerine yetiyordu. Bu aktif madde grubunun patent süresi dolduğu için hemen her firmanın bu tür jenerik ot ilacı vardı. Ancak İsviçreli Ciba ne bu tür bir jenerik ilacı portföyüne sokar ve ne de “Fiyat Savaşı” ağırlıklı bir pazar rekabeti içinde yer alırdı. Bu nedenle kendi portföyünden bir Orta Avrupa koşullarına uygun bir herbisitin “Resmî Kullanım İznini (Ruhsat)” almış ve çiftçi koşullarında pamukta “Kritik Başarı Faktörlerini” yakalamaya çalışıyordu. Bölge müdürüm sevgili Alev, Muradiye TKK’nin ilacı satın almasını sağlamıştı. Kullanan pamukçu şikayetçiydi. Müşteri şikayetini yerinde incelemek için beni gönderdi Alev. Ben acemi, ilaç sıkıntılı, pamukçu kominist (aslında bir şans), tarla kuru, kontrol edilmek istenen ana yabancı otlar “Domuz Pıtrağı (Xhantium strumarium)” ve İt Üzümü (Solanum nigrum) mücadelesi zor otlar… Tarlada dolaşıyorum. İlaçlama hatası olabilir mi diye ot görüntüsüyle traktör tekerlek izleri arasında bir ilişki yakalamaya çalışıyorum ve komşu domates tarlasından gür bir ses yükseliyor: “Sen dua et de yağmur yağsın…” Dinç’in sesi. Yağmur yağsın mı yağmasın mı ? İlacın etkili olabilmesi için yağsın; peki pamukçu ekim döneminde yağmur ister mi ? Hayır. Dinç, o yıllarda Stauffer Firmasının temsilcisi ve kadere bakın ki o gün incelediğim ilaç daha sonra Stauffer‘in sözcük olarak patentini aldığı için ismini kullanırken hep tedirgin olduğum “Herbigation” yöntemiyle kullanmanın baş rol oyuncusu olacak… Nerden nereye ? Daldan dala ? Bunca laf-ü güzaf sadece yan tarladan gelen sesin rahmetli Dinç’in sesi olduğunu anlatmak içindi.

Bir yıl sonra Ciba’nın satış müdürü oldu Dinç. Pazarlama Müdürü Volkan’la Basel (İsviçre) ziyaretinden döndüklerinde bir diğer pamuk ot ilacımız olan “D**l’i yanlış konuşlandırmışsınız…” diye Alev’le bana merkezin uyarılarını iletiyorlardı. Haydi Volkan’ı anlarım; tarımdan uzak ve konuya bakışı yüzeysel. Peki ya Dinç’e ne demeli ? Hem ziraatçı, hem tarlada ve pazarda özel sektör bakış açılı ve en azından “İhtiyaç / Fayda” konusunda deneyimli… Rakiplerinden iki kat yüksek dozu ve iki kat pahalı fiyatının yarattığı dört kat yüksek maliyeti, “Farklı bir ihtiyacı” gidermeden pamukçu “Hangi satın alma dürtüsüyle senin ilacını alsın ki !” Demem o ki pankreas kurbanı rahmetli Dinç’le tarlada ve ofiste ilk iki görüşmem, rastlaşmam “Pamuk Ot İlaçları” konusunda oldu. Daha sonra 1987 yılında katıldığım ve yine sevgili Alev’in verdiği “SSTC(3) Öğrenme ve Ustalık Yolculuğunda” yardımcı eğitmendi. Aynı çatı altında beraberliğimiz uzun sürmedi Dinç beyle. Peki ya Ciba ve Stauffer’den önce nerelerde, neler yapıyordu Dinç bey ? İşte vefatından sonra Dinç beyle ilgili olarak “EZM68WhatsApp Grubumdan” birkaç taziye mesajı:

*EZM68HS: İstanbul da uzun seneler ailece arkadaşlık, dostluk yaptık, daima değerli ve sevecen kişiliği ile anacağım. Allah rahmet eylesin.

*EZM68MAÇ: Adana Pamuk Araştırma Enstitüsü’nde 1971-1972 de Teknik Md.Yardımcımız idi. Kendisini çok sever sayardık, herkese örnek olacak bir ağabeyimizdi. Mekanı cennet,ruhu şadolsun; tüm yakınlarının ve sevenlerinin başı sağ olsun.

*EZM68ÖS: Mustafa’cım baş sağlığı için ben de sana çok teşekkür ediyorum. Hacıali Çiftliği’nde beş altı kişi sınıf arkadaşı olarak çalışmaya başladık. Ziraat Mühendislerinin Personel yasasının çıkmasını bekliyorduk. Hepimiz maddi sıkıntı içindeydik. Rahmetli hepimize sahip çıktı ne aç, ne de parasız kaldık. Amerika’da bulunduğunu anlatmıştı. Ve bizler onu sınıf arkadaşları olarak hiç bir zaman unutmadık unutmayacağız. Mekanının cennet olmasını diliyorum. Işıklar içinde uyusun (Prof.Dr.Özcan Sarı)…

…Ve sözün özü; uzaklardan Steve ve Randy, bizden Arman, Aysun, Dinç, Tamay ve Canan aklımın “Kanser” penceresinden görebildiklerim ve hayat devam ediyor. Mevlana’nın sözleriyle kendime moral vermeye çalışayım:

“Her gün bir yerden göçmek ne iyi / Her gün bir yere konmak ne güzel / Bulanmadan, donmadan akmak ne hoş / Dünle beraber gitti, cancağızım / Ne kadar söz varsa düne ait / Şimdi yeni şeyler söylemek lazım…”

Yeni şeyler mi ? Ülkemde mi ? Eskileri aşabildik mi ? “Vay be ! > Oh be ! > Hadi be !”. Gel de “MAS”ını güncelle…Yapabilene helal olsun … Yeni şeylere giderken, sabah oldu erken …

Öykücü


(*) MAS ( 2005: Mükemmeli Arayış Sempozyumu; > 2009 Mustafa Artık Serbest > 2023 More And Smarter: Ockham Usturasını unutmadan) https://www.copcu.com/2009/06/22/yasam-bufesinde-darwinci-ayrimcilik/ “…Onüç yıl önce Nov olduğumuz sürecin hemen başlarında iki gruba ayrıldık. Birinci gruptaydım. İstanbul’a çağrıldık. Profesyonel bir kurum ve öğretmenin verdiği “sorun çözme teknikleri” eğitimine katıldık. Balık kılçığını öğrendik; Ockham Usturası‘yla tanıştık. Dönüşte İK müdürümüze bir rapor yazdım ve eğitimin ikinci grup için olan programının iptal edilmesine neden oldum. Çünkü fayda görmemiştim. İnsanlar eğer “Macit beni otomobillendir” benzeri eğitimlerden yarar umuyorlarsa, yandı gülüm keten helva… Önce içe bakış gerek. Önce kendini bilmek gerek. Aslında eğitim gözümüzün önünde, günlük yaşamın içinde; avuçlarımızda. Biraz kendine liderlik isteği, biraz ötekine liderlik etme çabası, bir ölçek ekip içinde paylaşma ve hep birlikte kuruma liderlik etmede kurumsal ortak akıl arşivindeki öykülerden öğrenmeyle daha gerçekçi, daha kalıcı, daha Kaizenvari (her gün adım adım iyileşen) gelişmelere ulaşırsınız. Sorun çözme becerisi için Nordwijck’ten sonraki Adana toplantımızdaki Syndicate Grup Çalışmaları (sorunları parçalara ayırıp çözme)nın temelini…” 

(1) CINOS > Global birleşmelerle evrilen Ciba>Novartis>Syngenta’da geçen 24 yılım (1985/2009)

(2) Ciba 1985 > Özel sektöre geçtiğim yıl (1985) Ciba-Geigy henüz Türkiye’de kendi yapısını oluşturmamıştı ve Sağlık Müesseseleri A.O. adındaki küçük bir şirketin adı altında çabalıyordu. Yabancı Sermaye Yasası çıktıktan sonra kendi adıyla yola devam edecek ve tohum fabrikasını da açarak agro-portföyünü zenginleştirecekti.