“… On üç yaşına kadar Soma’da yaşadım. Daha iyi bir okulda okuyayım diye rahmetli babam 1958 de İzmir’e göç etti. Hem taşradan geldim hem de İzmir’in en zor orta okulu “Tilkilik Erkek Ortaokulu”nu seçti babam. Ben babamı hep tütüncü, kahveci, köfteci ve bakkal olarak anımsadım. Bir de aktif ömrünün son on yılında YSE de gece bekçisi olarak. Köfteciyken Ramazan ayında dükkanı kapatırdı. Bu bir aylık sürede ben orayı kitapçı dükkanı yapardım. Çok kitabım vardı. On kere okuyup da anlamadığım “Hissi seyahat” ten tutun; daha çok resimli kitaplardı sahip olduklarım. Hele Tom Miks ve Texas gibi resimli kitapları okurken yıpranmasınlar diye formalarını açmazdım. Yere sererek okurdum. On altı sayfa karışık durduğu için etrafını döne döne okurdum. Sonra hepsini yitirdim. Yitirdiklerime çok üzüldüm. Ençok da Pardayyanlar serisiyle, rahmetli Cemal Nadir Güler’in tüm karikatürlerinin yer aldığı orijinal kitaba üzülürüm. Şimdi elimde o günlerden sadece “İki Çocuğun Devri Alemi” isimli on ciltlik kitap kaldı. Bir de Ortaokuldan birincilikle mezun olduğumda okul müdürünün iyi dileklerinin altını imzaladığı D.Carnegie’in bir kitabı…”
Merhaba
Şubat ayında size kitaplardan mesajları deneyimlerimle öyküleştirerek iletmeye çalışacağım. Nerden başlamalayım ? diye düşündüğümde birkaç gün önceki kahvaltı sohbetine baktım. Nezuş “Bak bu hoca çok güzel anlatıyor.” diye dikkatimi çekti. Gerçekten de çok güzel anlatıyordu. Anlattıkları beni yine “hazır olmak” sözlerine yöneltti. Ocak ayındaki yazılarımdan birinde Hz.Musa‘nın öyküsünü anımsadım. “Hendekler nerde ?” sorusunun derin anlamına daldım. O öykü İncil’den alınmıştı. Ben de yine Hz.Musa odaklı bir başka arayışa geçtim. Bu kez rotamda Kur’an vardı. Yerim kalırsa aşağıda açıklayacağım.
Şimdi yine kitaplara dönmek istiyorum. Ocak ayının son haftasında Afyon’da gerçekleştirdiğim SSTC Öğrenme Yolculuğunun kapanışında tüm yolculara birer kitap armağan ettim. Hepsi SSTC nin temel prensipleriyle ilişkiliydi. Çoğu M.Sekman‘dan ve A.Ş.İzgören‘dendi. Kankalar, kankaları için birer kitap seçtiler ve Johari Pencerisi‘ nde buluşup samimi duygularını ifade ederek verdiler. Duygu dolu bir seanstı. İlk seçimlerinde kitap isimleri esas etken oldu. Sona kalan iki kitap “Şu hortumlu dünyada fil yalnız bir hayvandır” idi. Belli ki ismiyle kitabı bişeye benzetememişlerdi. İlginçti. Çünkü bu kitap, pekçok kitaptan çok daha öğreticiydi. Hele 83 ncü sayfadaki Şeref abinin, orangaton neslini kurtarmadaki özveri öyküsü iyi dinlememenin en esprili anlatımıydı. Sona kalan kankalar bilmeden en iyisine sahip olmuşlardı.
Ortaokul müdürümün altı imza attığı dileği yazılarımın ve kimi zaman e-postalarımın son tümcesi olarak kullanıyorum. Aynen şöyle yazmıştı “yolun hep aydınlık olsun oğlum“. Ne güzel bir dilek. Hep de aydınlık oldu hocam. Allah razı olsun. Nur içinde yat öğretmenim. Son günlerde hediye edilen kitap da Prof.S.D.Anna’nın “Tanrılar Okulu” oldu. Sevgili Zeynep Aker’in hediyesiydi. Geçtiğimiz sonbaharda Çeşme’de deniz kenarında güneş ve dalgaların sesinde sine sine okudum. Çok sevdim. Oradaki Dreamer’ın öğretilerine hayran kaldım. Yapabilene ne mutlu.
İş yaşamımda çeşitli rollerim oldu. En duyarlı olanı da 1993-1997 yılları arasında satışın bölge müdürlüğüydü. Ben teknik kökenliydim. Satış ve satış yönetimi deneyimim yoktu. Üstelik atanmamdan hemen önce satış müdürü telefon etmişti. Diyordu ki “seni müdür yapıcaz ama; korkularım var. Sen çok duygusalsın“. Gerçekten korkmalı mıydı ? Duygusallık kötü müydü ? Şimdi olsa yine aynı şekilde düşünür müydü ? Her neyse. Müdür oldum. Ülke krize girdi. Müşteriler dökülmeye başladılar. İşim zordu. Benim o günlerdeki kitabım ise Nüvit Osma‘nın “İnsan Mühendisliği” idi. Ayrıca SSTC öğrenme Yolculuklarında yardımcı eğitmendim. Bir de başarıların self servis olduğu yaşam büfesinde öne geçmek isteyenler için Alev’le birlikte “Liderlik ve Koçluk Çalıştayları” yapıyorduk. İşte bu ek görevler için de kitabım “Bir Dakika Yönetici“sinin üç kitabıydı. Dr.K.Blanchard ve arkadaşlarının o kitapların son versiyonu geçen sene “Liderlikte Çıtayı Yükseltmek” adıyla güncellenmişti. Hepsi birbirinden güzel kitaplar. Yeri geldiğinde hepsinden mesajlar ileteceğim.
Neden bugün kitaplara dalıp gittim ?
Beni etkileyen küçük iki anı var. Birincisi 2006 yılının son günlerinde İstanbul’da bir toplantıya katıldım. Toplantının odağında QD (Diyaloğun Kalitesi) vardı. Amacı da “performans yönetimi“nde “etkili geribildirim” vermek ve almaktı. Toplantı güzeldi. Ancak (bana göre) biz hazır değildik. Toplantının bir yerinde Jennifer yere dört kitapçık attı. Dördü de geribildirimle ilgiliydi. Dördü de CCL (Center of Creative Leadership) in kitabıydı. Katılımcılar atladılar. Sahip olmak istediler. Ben sakindim. Halbuki böylesi kitaplara karşı sakin olamam. Sakindim. Çünkü bu dört kitapla birlikte toplam 14 kitapçık bir süre önce Para Dergisi’nin ücretsiz ekleri olarak ülkemde dağıtılmıştı. Hepsi mükemmel kitaplar. Kimi zaman sürekli dergi aldığım yerde bulamayınca Sevgili oğlum Kerem gidip çevre ilçelerden alır gelirdi. Çok sevdiğim için bir arkadaşıma da önermiştim. Hatta teşvik (ve biraz da tahrik) etmek için bir hafta iki dergi alıp ona hediye etmiştim. Devamını getirdi mi ? İnşallah. Fırsat kaçmış mıydı ? Hayır. Jennifer’in toplantısındaki sahip olma heveslerini görünce “bende var; dönüşte isteyene vereyim” dedim. Dönüşte elimdekilerden yedi kopya hazırladım. Siyah deri cildle güzelleştirdim. İçine bir de Pandolfini‘nin “Her piyon potansiyel vezirdir” kitapçığını ekledim. Beklemeye başladım. İstemelerini bekledim. İstemeyene vermeyeceğim dedim kendime. Yarısı bile istemedi. İsteyenler okudu mu ? sanmıyorum. Sevgili A.Şay haklı. Hepimiz okuma özürlüyüz. Benim için “heves” önemli. Ötesi bahane…
İkinci anım ise geçen hafta Afyon’dan. GAT dünyasının en güzel örneği. Katılımcılara (21) kitap dağıtımından sonra lobiye indiğimde Barış yanıma geldi. Elinde bir kitap vardı. O da bana bir kitap hediye ediyordu. Adı “Who stole the American Dream II” idi. Ararsanız çok güzel mesajlar bulursunuz. Tıpkı 2004 de Mısır’daki sunumumdaki slaytımda yazdığım gibi “beyin ne ararsa onu bulur” un özünde olduğu gibi. Kitabın 148 nci sayfasında aynen şöyle yazıyor: “… Ne yetenekli birisi olmanız, ne de hazır olmadığınız sürece doğru zamanda doğru yerde olmanız sizi başarılı kılar. O halde kendinize sıracağınız en önemli soru “Hazır mıyım ?” sorusu olmalıdır...” yine aynı yere döndüm. Üç temel sorunun birincisi olan “Hazır mısınız ?” işin temeli. Sizin niyet ve zihniyetini sorguluyor. sorgulayan kim ? Siz, kendinizsiniz. Teşekkürler Barış.
Yazımı bitirirken hazır olmayı, “inancın gücü”yle buluşturmak istiyorum. Bana Kur’an öncülük edecek. Çünkü arayışımda rotamı ona çevirdim. Bu yönelişimde İncil’deki şu sözler etkili oldu: “Dileyin, size verilecektir; arayın ki bulasınız, kapıyı çalın ki açılsın“. Çok güzel sözler bunlar. Sanki Şubat ayında dinselliğim arttı. Umarım yanlış bir algıya neden olmam. Barış’ın kitabının bir yerinde “sosyal zeka” isimli kitabın yazarı D.Goleman‘ın görüşlerine yer veriyor. “İnsani Dokunuş” diyor Goleman. Bu nedenle SSTC öğrenme yolculuklarında “müşterinin satın alma dürtüleri”ne önem veriyoruz. Fayda odaklı olmaya ağırlık veriyoruz. Barış’ın kitabında diyor ki “… sattığınız ürünü diğerlerinden farklı kılabilmek için: Karşınızdaki kişinin elini samimiyetle sıkmanız, güven verici bir şekilde ona gülümsemeniz, onunla göz teması kurarak konuşmanız, onu aktif bir şekilde dinlemeniz, gönülden gülmeniz, sevgi dolu bir bakışla bakmanız, onun sırtını sıvazlamanız ve onaylayıcı tarzda başınızı sallamanız yeterlidir. Teknoloji ne kadar ilerlerse ilerlesin, insani bir dokunuşun yerini hiçbir şey tutamaz...”
Yukarıdaki açıklamalar beni “sekizinci gün” filmine götürüyor. SSTC öğrenme yolculuklarında anlattığım gibi o filmde başarılı bir satışçının dört temel özelliği ifade edilmektedir. Filmi izlemenizi öneririm.
Yazım uzadı ve Kur’an öncülüğünde Hz.Musa’nın bir başka öyküsünü sonraki yazımda açıklayacağım.
Yolunuz hep aydınlık olsun.
Öykücü (mustafa@copcu.com)