Yaşam Büfesinde “Basiret ve Rivayet”

“…”Bırakın aşkı tutan kişilikleriniz olduğu gibi kalsın. Parmaklar arasındaki mesafe gibi, kişilikler arasındaki mesafe de azaldıkça, aşk parmaklarınız arasından kum tanecikleri gibi dökülüverir. Aşkınız iki kişi olduğunuz sürece çoğalır ve sıcak kalır. Biriniz diğeri adına kimliğini yitirirse aşk da sütunlarını kaybetmiş kubbe gibi çöker. Unutma, iki sütun birbirinin yanında ancak birbirinden bağımsız oldukları sürece işe yararlar. Ağaçlar da öyledir… Yan yana olsalar da biri diğerine gölge etmez“. Annesi son olarak avucunda kalan kumu gösterdi. Yumruğunu sıktıkça dökülen kumlardan geriye sadece bir tutamcık kalmıştı. “Bu bize yetmez” dedi kız “Yetmez…” Kalbinde taze bir heyecanla kızıllaşmış ufukta gözlerini gezdirdi. Yeniden umutlandı. Elini olabildiğince açıp alabildiğince kumla doldurdu avucunu ve yürüdü…”

Balkanlar 3 / Üsküp’te veda gecesi ve Kavala’da son öğle yemeğinde “Mustafa & Hristo”

Merhaba

Söz verdiğim gibi dünkü yazımın girişindeki öykünün devamına bugün bu yazımın başlangıcında yer verdim. Çeşme çatıda İrem’in masasındaki diğer bilgisayarımda ikinci Balkanlar Filmi montajım sürerken Duru’nun masasındaki laptopumda yazmaya başladım. Dünden sonra hemen ikinci yazı için beni ne motive etti ? dersiniz, kuşkusuz öncelikle “Kartal Bakışlar“ın ruhuma kazıdığı “Huşu ve Umut”un sıcak etkileri ve hemen ardından da “Marifet iltifata tabiidir” sözünü yaşatan dün aldığım geribildirim. Çimleri biçiyordum. Yeşile sürekli bakmak ruhuma iyi geliyordu. Yüreğimde yazdıklarımı özümsemeye çalışıyordum. Aklım yazdıklarımı yeniden şekillendiriyordu. Telefonum çaldı. Çim makinasını durdurdum. Yeni bir sesti ve “Ben Murat” diye söze başlayıp acenta ismi ile birlikte sözlerini sürdürdüğünde sandım ki HMY ve gönderdiğim mesaja yanıt geldi (diye umutlandım). Meğer bu başka Murat’mış ve acentanın sahibiymiş. Yazıklarım için teşekkür edip beni bir kahve içmeye çağırıyordu. Görüşmenin satır aralarına “doğa boşluğu sevmez; bir biçimde doldurur” sözlerim de giriverdi (ki bu da beni bugünkü yazının çerçevesine götürdü adadaki sabah yürüyüşümüz süresince) . Bu ara taksiminden amacım rehberimiz HMY nın sekiz gün boyunca (bazen 8 bazen de 9 gün diyorum; aslında ikisi de doğru. Gezi olarak dolu dolu 8 gün ve başlangıç ve bitişiyle ise 9 gün) hiç boşluk bırakmamış olmasına övgüyle değinmekti. Bunun için önce enerji gerekti ve HMY da bol bol enerji vardı. Ek olarak da dağarcıkta, heybede, alet çantasında dolu dolu bilgi gerekliydi; o da fazlasıyla vardı. Kimi zaman “3S” dediğim “Sabır Sınırlarını Sınamak” pahasında olsa (buna risk almak da diyebiliriz) hiç boşluk bırakmadı. Helal olsun. Eğer “Kazien” e inanıyorsa ve Robin Sharma’nın 2005 de İstanbul’da Borusan’ın salonunda beşyüz kişiye yaptığı tam günlük sohbetin ana teması olan “awaeking yourself/kendini uyandırmak” çerçevesinde özellikle öğrenme (L3) adına sorduğu “hergün %1 iyileşseniz iki ay sonunda ne olur ?” sözüne kulak  verecek olursa boşluk doldurma adına aşağıda paylaştıklarımın da katkısı olacaktır (sadece o isterse). Otuz yıldır gönüllü olarak verdiğim (vermekte devam ettiğim ) SSTC (Self Style by Trained Competence / Yetkinliklerinizi Eğitin Beceri Olsun ve O da Sizin Özgün Tarzını Oluştursun” öğrenme yolculuklarının temel mesajlarından ikisini hep anımsayın:

* Bildiğimizi sanmamız öğrenmemizin en büyük düşmanı olmuştur (> Sürdürülebilirlik: Süreklilik+Düzenlilik)

* Bilmek, yapabilmektir ( > acta non verba)

Peki neden yazımın başlığı “Basiret” ?

Türk Dil Kurumu (http://www.tdk.gov.tr/index.php?option=com_gts&kelime=basiret) basireti  “Gerçekleri yanılmadan görebilme yeteneği, uzağı görüş, seziş, anlayış, kavrayış, sağgörü, vizyon“. Ben bu sözcüğün eylemli haliyle onyıl önce “Rekabet Yasası” eğitimleri sırasında beraber oldum. İki düzine yıl çalıştığım CINOS’un üçüncü evresinde ABD de “SOX Yasası” kabul edilmişti. Özellikle Enron skandalından sonra hızla çıkarılan yasa o kadar acımasızdı ki halka açık şirketlerde hisse sahiplerini yanıltacak, manipulasyonlar da dahil tüm istenmeyen eylemleri birinci dereceden cinayet olarak ele alarak cezalandırıyordu. Kısa sürede ülkemizde de uygulamaya geçen “Rekabet Yasası”nın deneyimsiz başlangıç aşamasında otorite yerli yersiz canları yanıyordu. Derdini anlatmak zorlaşıyordu. EBSO’da Rekabt Kurumu Başkanının sohbetine katılmıştım. Mustafa bey aynen şöyle demişti “Biz de acemiyiz; yeni bir uygulama, çok dikkatli olun. Yargılarken hata yapabiliriz ve hata yapa yapa doğruyu bulucaz“. İşte bu yaklaşım CINOS’un üçüncü evresinde global duyarlılığını ülkemde de gösteren Syngiller önce yabancı uzmanlarla bizi “eğiticinin eğitimi” olarak rekabet yasasın konusunda eğittiler. Daha sonra da ben ülke çapında rekabet yasası konusunda duyarlılık eğitimlerine başladım. İşte o kapsamda şuna da özellikle dikkat çektim: “Yasasının doğru uygulanmasına geçişe kadar haketmesek de canımız yanmasın diye çok dikkatli olalım.” Çünkü kurum eyleme geçmemiş niyetleri bile cezalandırıyor…” En çok dillendirilen örnek ise çimentocuların Antalya toplantısı olmuştu. Belli ki aralarında rekabetle ilgili konuşacakları vardı ama kurumun neden toplandınız sorusuna yanıtları “güneş tutulmasını izlemek için” dedikleri rivayet edilir olmuştu. Hah işte şimdi sıra geldi “rivayet” sözcüğüne… Bundan önce yazımın girişindeki “basiret” sözcüğü ile ilgili açıklamalarıma son noktayı şu ifadeyle koymuş olayım: “Basiretli tacir, yaptıkları kadar yapmadıklarından da sorumludur”. İşte bu kadar. Demek istediğim bu ve buradan “çok laf yalansız olmaz” sözleriyle “haddini bilmek” deyimine geçmeye çalışayım.

Kolalı içeçeklere karşı olabilirsin. Yeri ve zamanı gelir söylersin ve hatta kendin içmezsin, içmeyerek örnek olursun. Hani örneklediğim Gandhi’nin şeker yiyen çocuğa nasihat vermek için üç hafta bekletmesi gibi. Kuşkusuz tutarlı olmak önemli. Sigaranın zararlarından da söz edebilirsin. Bunlar herkesin bildikleri ve bunları dillendirirken beyin yıkama sınırına varacak şekilde ısrarcı olmanın pek fazla bir anlamı yok. Hele hele gruba baktığında yaşını başını almış ve çoğu için de “doktorun serbest bölge” ilan ettiği keyif dönemlerini yaşadıklarına bakarsak bu konuda fazla söz daha da aksi etki yapar. Bu nedenle biz SSTC Öğrenme yolculuklarında “pick-up positives, ignore negatives > olumluları yakala ve kullan; olumsuzları ignor et, duymazdan, görmezden gel ki “eşeğin aklına karpuz kabuğu düşmesin” deriz ve yaparız. Bu iki konunun yanına mikrodalga ve hızını alamayıp bir de şişe sularını eklersen işte o zaman kendi söylediklerine ters düşme riskin artar. Amacın sadece “boşluk olmasın, maksat muhabbet olsun” olursa ve yeri ve zamanı geldiğinde bir vesile olduğunda söylemek istersen buna diyeceğim olmaz. Keyif senin ama köy mehmet ağanın…Ne var ki hem “ben gözümle görmediğime, kulağımla duymadığıma inanmam” diyerek bir başka temel konuda söz hakkı doğmuş olanı bile susturuyorsan kalkıp da su ve mikrodalga konusundan bu denli ısrarlı (ikna etme gayretli) olmaya ve yoğun bombardımanla keyif kaçırma riskini göze almaya değeceğini sanmıyorum. Ülkemde otorite (politikadan arınmış kamu çalışanlarının sağlığı koruma gayretleri ve buna yönelik yapı/sistem/insan üçlüsünün yeterlilikleri) bu konularda öyle söylendiği gibi boş ve duyarsız değil; kurallar net ve acımasız. Ne var ki insanlarımızın ahlaki (etik) değerleri zayıf. En basit şekliyle CC nın hızla büyüyen su pazarında daha fazla geç kalmamak için kaynak arama ve satın alma çalışmaları sürerken “Turq…” a mevcut dağıtım ağından yararlanmak ve deneyim kazanmak için başlattığı pazarlama aktivitelerinde söz konusu ürüne “su” demesine izin verilmemesi ve “sofra içeçiği” ile yola çıkıp daha sonra “Damla”nması bu konudaki en somut örnektir. Medyatik davranışlara gerek yok. İlla de dikkat çekmek için “adamı köpeğe ısırtmaya çalışmak” abesle iştigal. Suyu su olarak çıkarıp satacaksanız, ona el süremezsiniz; taşıyamazsınız; yapısını değiştirecek hiçbir işlem yapamazsınız. Bu nedenle ilgili ve bilgili olmaya çalışırken “3S” konusuna özen göstermelisiniz. Sonuçta hepimizin bir istiab haddi var ve 1963 yılında İzmir Atatürk Lisesi’nden mezun olurken yapılan kompozisyon sınavında verilen konuyu hep akılda tutmak gerek : “Ben bir şey bilirim, o da hiç bir şey bilmediğimdir”.

Öğrenme yolculuklarınızın ve öğretici sohbetlerinizin hep aydınlık yollarda geçmesi dileklerim ve Çeşme’den selamlarımla sağ ve esen kalınız.

Öykücü