Yaşam Büfesinde “Amaçlar ve Araçlar”

“… Atatürk, Amasya ziyaretinde, vali konağında yörenin ileri gelenleriyle sohbetteydi. Bir ara tam karşısında oturan birine takılır gözleri. Yaşı ellinin üzerinde olan bu adam beline kadar inen sakalıyla Atatürk’ü dikkatle izlemektedir. Ata, yanındaki valinin kulağına eğilip sorar “Kimdir bu adam ?” Vali yanıt verir “Efendim kendisi şıhtır. Yörede çok hatırı sayılır”. Atatürk şıhı yanına çağırır “Bak baba, imanın ölçüsü sakalın boyunda değildir. Şunu rica etsem de en azından Peygamber Efendimiz gibi kısaltsan” der eliyle de boyun altı hizasını gösterir. Şıh “Emrin olur Paşam” diyerek yerine çekilir. Aradan zaman geçer, bir akşam Atatürk Amasya’daki şıhı hatırlar ve valiyi arayıp durumu sorar. Vali nasıl söyleyeceğini bilememekle birlikte şıhın sakal boyunda en küçük bir kısalma bile olmadığını, aksine kimselere el sürdürmediğini anlatır. Atatürk telefonu kapatır, kağıdı kalemi eline alır ve emir subayını çağırıp yazdığı yazıyı Amasya valiliğine tebliğ etmesini ister…”

Merhaba

Yoğun ve bir o kadar mutlu bir Şubat ayı geçirmekteydim. Ta ki düne kadar. Birden kendimi bir zamanlar yaşadığım bir keyif kaçıklığı içinde buldum. Nedeni çok basit. Yoğunlaşan sigaralı ortamda fazlaca bulunmak. İlk adımlar Mudanya gecelerinde başladı. Sevgi bağları beni o ortama mahkum etti. Değişimin farkına varmadım. Hani adına “predispozisyon” deriz ya, işte o oluşumun ilk sinyallerini SSTC Uzmanı olan “Musto Dede” nin anlaması gerekirdi. Olmadı. Anlayamadı. Ardından Karacabey dolaylarında verimlilik arayan soğuk kış gecelerinin kasaba otelindeki konaklamasında sigara dumanıyla birlikte yaşama zorunluğu hırıltıları başlattı. Bu da yetmezmiş gibi iki gün önce Alaşehir’de gerçekten keyifli seçilmiş müşteri beraberliğine ana mesaj olarak kattığım “projeli yaşam” kısa sunumu ve uzun yemek sohbetinde gittikçe artan sigara dumanı solumak üstüne tüy dikti. Vakit gece yarısını aştığında Albatros’a gelmiş ve tüm giysileri benden çok uzaklara gönderip uzun uzun duş almış olmama rağmen sigaranın yıkıcı etkileri her tarafımda araz yaratmaya başlamıştı. Bereket komplikasyonlardan ıraktım. Bereket dün gece hayırlı bir yemek beraberliğinde fazlaca oturmak zorunda değildim. Yine de aklımı projeye taktığım şu günlerde bunu yaşamamalıydım. Ya da en azından bundan böyle yaşamamak için daha dikkatli olmalıyım.

Yazımın girişine aldığım öykü ile projeli yaşam konusunu bir mesaj bütünlüğüne kavuşturmaya çalışacağım. Artık otuz yıla ulaşma yolunda daha da özgünleşen SSTC Öğrenme yolculuklarıyla Yaşam Büfesinde “Sıraya girme” gayretlerinin temelinde de projeli yaşamın “yatırım/taahhüt/denge” esasları yer aldığını rahatlıkla görebiliyoruz. Daha önceki yazılarımın birinde de referans aldığım “Harvard İş Okulu Yayınları“ndan R.Luecke‘nin “Proje Yönetimi” isimli kitabının ilk sayfalarında “Hedef Tanımlama” ya dikkat çekilmektedir. Nitekim(veya netekim-Marmaris paşasının kulakları çınlasın) SSTC nin ilk gününde de “satış çağrısı“nı oluşturmada SMART‘ik hedef belirlemeyi ve bunu kazan-kazan durumunu esas alarak yapmayı işleriz. Bunu bay Luecke şöyle betimlemiş ki çok hoşuma gitti “herkesin önünde nota kitabının aynı sayfasının açık durmasını sağlamanız gerekir“.

Enstitü yılları salt projeliydi. Projelerin tipleri vardı. Kuralların yazıldığı “beyaz kitap” vardı. Beyaz Kitap’ın yaratıcısı Sevgili hocamız Dr.Kâzım Türkoğlu‘na sağlık ve esenlikler diliyorum. Projelerin başarıları kurumun yerini güçlendiriyordu. Kimi zaman isyanları oynasak da inatla ısrarla sürüyordu projelerimiz. Sevgili Dr.Ayhan Karcılıoğlu herkesten daha cesurdu. Proje kaynaklarının başka yerlere harcanmasına tepki gösterip “benzin sağlanamadığı için proje yarım kalmıştır” diyecek yüreklilikle çalışma grubuna gidiyor ve can dostu olan yönetici rahmetli Dr.Saydam‘la çatışmayı bile göze alıyordu. Onaltı yıllık Enstitü yaşamından sonra da Ciba’lı günlerim hep projeli geçti. Geliştirme ve ruhsatlandırma çalışmalarını projelerle “hesap verilebilir ” ya da daha doğrusu adına “cost/benefit” dediğimiz “atılan taş/ürkütülen kuş” ölçülerinde değer yargılarıyla projelerimizi hep savunduk. Özel sektörde ustalaştığımız ve satışın kısa vadeli hesaplarında önemli tıkanmaların yaşandığı doksanlı yıllarda projelerimiz global kaynaklardan desteklenir olmuştu. İsviçre Bay Ledru önderliğinde kaynak veriyor ve sürekli hesap soruyordu. Bugün rakip şirkette Dış Ülkeler Müdürü olan sevgili MÇ i ilk “çiftçi destek ekibi” projemiz olan “Sultana” nın başına getirip Alaşehir’de bay Basmacı’nın binasına konuşlandırmıştık. Çatışmalar fazlaydı. Satış isyanlardaydı. Ben o yıl Teknik’ten Satışa transfer olunca işler hem kolaylaşmış hem de bir akıl karışıklığı olmuştu. Biz Adana’lı kara çocuktan hem Alaşehir bağcılarına yetmesini hem İsviçre’ye hesap vermede yeterli olmasını ve hem de ilk yılında Kolombiya’ya gidip projeyi tanıtmasını istemiştik. Aslında daha sonra anladık ki Mehmet mucizeler yaratmıştı. Onun değerini daha sonra anlayan ve bir süre sonra satışta doğrudan yöneticiliğini yapan Bay Dr.TÖ tüm bunları dikkate alıp Urfa-İstanbul rotasından sonra Mehmet’i Türki Cumhuriyetlere yöneltmişti. Mutlaka bugünlerde çok daha iyisini yapıyordur. Yolu hep açık hep aydınlık olsun.

Bugün (23.02.2012) “yürüyüş aklı”mda farklı bir etkileşim oldu ve yazımın ekindeki dördüncü görseli çıkarıp yerine bir başkasını koydum.

Neden böyle yaptım ?

“Hedef, Basit, SET, İletişim ve Çizelgeler” e dikkat çeken ondört yıl öncesinden bugüne dönmek ve Bay Luecke’nin öğretilerinden bir koordinat eksenini yazıma eklemenin daha yararlı olacağını anladım. Yazımın önceki başlığının “Proje ve İnanç” olmasının tek nedeni “inanırsanız inandırabilirsiniz” olmasına karşın şimdi projeli yaşam için yola çıkarken “amaç ve araç” netliğine odaklanmak istiyorum.

Görüldüğü gibi,

  • Hiçkimse, hiçbir kurum anarşi yaratmak için proje oluşturmaz.
  • Aynı zamanda amaçların belirsiz ve araçların netleştiği kapsamda yine kişi ve kurumlar “bindik alamete gidiyoruz kıyamete” diye düşünerek yola rahvan olmazlar.
  • Biraz daha ileride olanların kimileri de herşey apaçık ortadayken, projeli yaşamın hangi bilinmezi bilinir kılacağı arayışı yokken “laf ola beri gele” misali proje yaparak insan kaynakları israfından kaçınamazlar. Üstelik beklenenlerin elde edilidiği ortamda bir de böbürlenirler. Tıpkı doksanlı yılların sonuna doğru yine Alaşehir’de proje ofisinde yeni buluşan dörtlüden bay SI ın “ne yani şimdi ben tüm SSTC becerilerimi göstersem ve TPS ın satışını bütçe hedefleri üzerinde gerçekleştirsem bu şimdi projenin başarısı mı olacak ?” sorusunun ardında mantık gibi. Bu açıdan bakınca sanki SI haklı gibi. Ancak
  • Belki yakın yarınlarda ve büyük olasılıkla 2013 başlarında AS+P1, P2 ve P3 ün yola çıkış odağında somut amaçların hangi araçlarla MASlaşacağını bulabilmek işte bu matriksin ana fikrindeki yaklaşım değer bulacaktır.

Neden olmasın ? Şimdi yine Mehmet’e dönelim ve…

Neden Mehmet’e takıldı aklım ?

Onun Ege deneyimlerinden sonraydı. Urfa’dan satışı yönetiyordu. Malatya bize uzaktı. Yurt dışında benzer konsept önem kazanıyordu. Seçilmiş beş altı ülkede Bay Ledru’nun yönetiminde proje demetleri oluşmuştu. Kimisi İspanya gibi gelişmiş yönetimli çiftçi koşullarında IPM (Entegre Zararlı Yönetimi) temeline, kimisi Kolombiya gibi geri kalmış yetiştirme koşullarında “Sağlık” odağında ve kimileri de bunları bütünleştirip “Aplikasyon Teknikleri” ne dayalı yaklaşımlarla tarımsal savaşımda riskleri minimize etmeye çalışıyorlardı. Kimi ülkelerin en fazla iki projesi olurken biz Ege Bağlarında Bay Ledru’nun desteklediği “Sultana” yı bugün çimentocu olan sevgili TA ın başı çekmesiyle Marmara’da “FIT ve WIN” le, Fethiye-Antalya-Mersin güzergahındaki seralarda dört adet “VIP” le ve Malatya’da “MAC” sekiz projeye çıkarmış ve yedi proje liderine sahip olmuştuk. İkibin yılının ikinci global birleşmesinde bunların değerini bilebilmiş olsaydık pazarlama bölümüne onaltı adam alıp ondan fazlasını subay kılma hatasına düşmezdik. Yazık oldu onca emeğe ve yaratılan projeli yaşamın kazandırdıklarına. “Aman rahatlık zonuna kapılmayın” diyen baştakiler bile kendi elleriyle yarattıkları bu rahatlık tuzağına düştüler ve yeni milenyumun ilk yılının sonunu göremeden kuruma veda ettiler. Bunlardan MAC ın hazırlığında kullandığım birkaç slaytı isimleri kapatarak ekte paylaşıyorum. Böylece hem yine Bay TA ın öğrettiği “TTTS/Time To Top Sales/Satış zirvesine ulaşma sürecini kısaltmak  etkinleştirmek” anlamlı kavramı nasıl uygulamada gerçek kıldığımızı ve hatta önceden 2004 olarak tahmin edilen sınırı iki yıl önceye ve %20 fazlaya çekerek nasıl gerçekleştirdiğimizi bugün Urfa’lı olan Sevgili İS a sorarak da öğrenebilirsiniz.

Şimdi projeli yaşamdan inancın ölçüsüne gelelim ve yazımın başlığındaki öyküyü ve mesajını tamamlayalım.

“… Atatürk, Amasya ziyaretinde, vali konağında yörenin ileri gelenleriyle sohbetteydi. Bir ara tam karşısında oturan birine takılır gözleri. Yaşı ellinin üzerinde olan bu adam beline kadar inen sakalıyla Atatürk’ü dikkatle izlemektedir. Ata, yanındaki valinin kulağına eğilip sorar “Kimdir bu adam ?” Vali yanıt verir “Efendim kendisi şıhtır. Yörede çok hatırı sayılır”. Atatürk şıhı yanına çağırır “Bak baba, imanın ölçüsü sakalın boyunda değildir. Şunu rica etsem de en azından Peygamber Efendimiz gibi kısaltsan” der eliyle de boyun altı hizasını gösterir. Şıh “Emrin olur Paşam” diyerek yerine çekilir. Aradan zaman geçer, bir akşam Atatürk Amasya’daki şıhı hatırlar ve valiyi arayıp durumu sorar. Vali nasıl söyleyeceğini bilememekle birlikte şıhın sakal boyunda en küçük bir kısalma bile olmadığını, aksine kimselere el sürdürmediğini anlatır. Atatürk telefonu kapatır, kağıdı kalemi eline alır ve emir subayını çağırıp yazdığı yazıyı Amasya valiliğine tebliğ etmesini ister.

Ertesi gün Amasya’dan bir haber gelir ki Şıh efendi Ata’yı görmek üzere Ankara’ya yola çıkmış… Şıh gelir Ata’nın karşısına çıkar. Sakal tamamen kesilmiş, saçlar kısaltılmış, kılık kıyafet baştan sona değiştirilmiş, bambaşka bir görünüme bürünmüş… Atatürk’ün mesai arkadaşları bu değişimi anlayamaz ve Ata’ya sorarlar: “Aman Paşam o şıh ki sakalına el sürdürmezdi, siz ne ettiniz de kökünden kesmesini sağladınız ?

Ata gülümser sonra da yanındakilere dönüp “Dün akşam Amasya valiliğine bir yazı gönderdim ve şıhı Afyon’a vali atadığımı bildirdim,” der. Ardından da yeni bir yazı hazırlayıp emir subayına bu yazıyı da şıha vermesini söyler. Yazıda şöyle yazmaktadır “İnancın ölçüsünün sakalda olmadığını anladığına sevindim. Valilik meselene gelince, bugün koltuk uğruna kırk yıllık sakalından vazgeçebilen yarın başka şeyler için milletinden bile vaz geçebilir. Seni böyle bir ikileme mahkum bırakmayalım. Kal sağlıcakla...”

Sözün özü; kolay Ata olunmuyor. Çözüm bu kadar basit ama basit şeyleri bulup etkili kılmak zor zanaat. Diğer yandan projeli yaşamın temel koşulu dürüstlük.

Nice dürüst, adil ve şeffaf projeli yaşam yolculuklarınızın hep aydınlık yollarda geçmesi dileklerimle.

Öykücü