Yaşam Büfesinde “…ama…”

“…Şimdi ne yapacaksın ? Ya faizleri artırıp dediklerini yutacaksın ya da helvayı kavurup millete yedireceksin. Belli ki bu işi kıvıramıyorsun, bir bilene soracaksın. Kanal İstanbul gibi saçma sapan projeleri durduracaksın. Bedava dediğin yap-işlet-devret ile milyarlarca dolar zarar ediliyor, çare bulacaksın. Seçimi kazanmak için ulufe dağıtır gibi para dağıtmayacaksın. Zamanı geldi, yavaş yavaş koltukla vedalaşacaksın…”

ZM68 2018 Sohbet Gecesi > Prof.Dr.Özcan Sarı diyor ki “Olaylara tersten bakabilmek gerek ki…”

Merhaba

Yazımın girişindeki maviler, dünkü Sözcü Gazetesinden. Köşe yazarı Murat Muratoğlu’nun son paragrafı. Yılmaz kadar, Ege kadar, Murat’ın köşe yazılarını hep okurum. Ekonomik konulara pratik yaklaşımını seviyorum. Basit anlatımından hoşlanıyorum. Kısa ve odaklı anlatımı güncele daha yakın bakmamı sağlıyor. Kimdir bu Murat diye internette araştırdım. Aynı isim ve soyadı ile birden fazla Murat var. Sözcü’de köşe yazarı olmasıyla bakınca aşağıda bulduklarıma şaşırdım.

“…times dergisine konu olmuş ve dahi çocuk ünvanını kazanmış, bill gates‘in hayranlık duyduğu dünyanın en genç sistem mühendislerinden biri. microsoft’un dünyada yaptığı 5 sınavdan 5ini de başarıyla geçen 106 kişiden biri hem de tek çocuk olanı. türkiye’nin çeşitli illerinde microsoft kurslarında hocalık yapıyor. Ailesi uzun dönem avustralya’da yaşamış. hatta babası ismail muratoğlu da sistem mühendisi. Sözcü gazetesinde iktidarın ekonomi politikalarına tamamen eleştirel yaklaşan köşe yazıları yazan kişi…”

Doğruysa, aynı kişiyse eğer helal olsun. Yok eğer bir başka sağ ve iktidar görüşlü gazetenin köşe yazarının dediği gibi Rahmi’nin oğlu ise ve babasının soyadı yerine takma isim kullanıyorsa bu kez kim olduğu konusunda kuşkularım oluşuyor. Çok mu önemli ? Aslında değil ama… İşte bu “…ama…” biçimli iki parçalı cümlelerden hep sıkılmışımdır. Bu nedenle “Yönetim Becerilerini Geliştirme Öğrenme Yolculuğunda” bu konu üzerine önemle durmuştum. Konu özellikle “Geribildirim Verme Becerisi” ve “Etkili geribildirim” için çok daha önemli. Başına genellikle olumlu bir parça ekleyip de “ama” dan sonra eleştirel bir ifade korsanız eğer geribildirim alanın aklı karışır. Yapmayın. Yapmamaya çalışın. Bunun yerine “olumsuz/olumlu” ya da “olumsuz gibi görünen” yapılı ifadelerinizde sözünüz noktadan önce iki parçalıysa ve bir bağlaç kullanmak istiyorsanız “ama” değil “ve” kullanın. Böylece hem cephanenizi gereksiz, etkisiz şekilde harcamayın; hem de karşınızdakinin aklını karıştırmayın.

Jakarandanın keyfi yok

Hoppala ! Nerden çıktı şimdi bu ? Ekrandan başımı kaldırınca çimlerime dökülen mor çiçekleriyle renklendiren bahçemdeki jakarandanın bu bahar keyifsiz olduğu dikkatimi çekti. Kış yağmurlarının çokluğu mu, kök çürüklüğü mü yarattı ? Arıtmanın kafası atınca üstten taşan tuzlu sudan mı etkilendi Çoğu zaman bakar da görmez insan; ya da bakar görünür de aslında kördür. Çünkü odak farklıdır. odak dışındakiler fludur; bulanıktır. Elimdeki gazete parçasını bıraktım. Murat’tan dünkü final cümlelerini aynen aldım. Mesaj net: “Tükendin ve tükettin abicim; abbas yolcu, vakit TAMAM, durmaya gelmez”. Bunlara bakarken cebimin çınçınını duydum. Belli ki bir dost WhatsApp’tan bir mesaj göndermiş. Almanca yazılmış bir İsviçre gazetesi görseli ve “ABD den 29 ton altın getirdi; 10 tonunu İngiltere, 19 tonunu da İsviçre’deki bankasına yatırdı. Doğru ise eğer “Allah yemek nasip etmesin. Çoluğundan çocuğundan çıkarsın…” benzeri onca beddua geçti aklımdan “ama (değil)..ve..” hiç bir işe yaramayacağını bilip de kendi kendimi kahretmekten başka. Bu düşüncelerle ZM68 2018 50 nci yıl sohbet gecesinden sevgili Özcan’ın konuşmasını seçtim. FlexMMP’ledim. Yazıma ekledim. Geçen yıl da sevgili Özcan sadece sohbet gecesinde bulunmak için bir geceliğine gelmişti Kuşadası’na.

“Ders değil Ters”

diye sözlerine başlayan akademisyen dostumuz (Prof.Dr.) ekrandaki beş halkanın her birine karşı çıkıyor gibi görünse de aslında dispozisyona tam olarak uyup da en güzel mesajları vermişti. Böylece yılların hocası olarak “AIDA” nın ilk “A” sı olan “Attention/Dikkat” çekme işini en güzel şekilde yapmıştı. Bu hocanın tarzı. Sözlerine şöyle başladığını görürsünüz filmi izlediğinizde:

“…Umursamayacağım… Neyi umursamayacaksın birader ? Bana bir tane umursamayacağınız şey gösterin, bir mesele söyleyin ya Allah aşkına. Ben de rahat edeyim…” Hoca dertli, Sadece hoca mı ? Hepimiz dertliyiz. At dedi, eşek dedi; kendisi Üsküdar’a geçtiğini söylerken diğerlerini Niğde’ye sürdü. Yetmedi. Bir de altın palan vurmaya kalktı. Rakibi atın üstünde dimdik dururken kendisi patates çuvalı gibi yuvarlandı. Utanmadı. Ar’lanmadı. Yüzündeki asıklık bir türlü gitmedi. “Su Terazisi” kitabında hırsızlığın, rüşvetin doyum sınırını on milyon dolar olarak çizmişlerdi yazarlar. Kitaplığımdaki bu eseri çok severim. Birkaç kez okudum. Her seferinde bu kitabı elime alışımda güncel bir çerçevenin etkisiyle zihnimin arayışlarını bulmaya çalıştım. Bu kez 29 ton altın (doğru ya da yalan fark etmiyor) haberi etkisiyle kitaba bakarken dalgın gözlerle hırsızlığın daha doğrusu yolsuzluk ve rüşvetin doyum sınırını on milyon dolar olarak çizen yazarların bizimkini tanımadıklarını anladım. Ne zaman ki “gözü doymaz” biri ve ağzından çıkan sözcük de “hiç” olursa hep aklıma yaramaz Ali’nin çocuk masumiyeti ile annesine sorduğu soru gelir. Hanım arkadaşlarımdan bağışlanma dileyerek yazıyorum. Yine eşekli bir fıkra.

“Hiç”

Beş yaşlarındaki Ali annesinin elinden tutmuş ve yolda yürüyormuş. Yolun kenarında bir eşek duruyormuş. Ereksiyon halindeki eşeğin penisini gören Ali annesine sormuş: “Anne o ne ?”. Annesi “Hiç” diyerek geçiştirmek istemiş. hemen yanı başlarında yürüyen adam dayanamamış ve “Hanım, Allah gözünü doyursun buna da hiç denir mi ?” demiş.

Yirmi dokuz ton altın ve “hiç”. Bence gözlerini sadece kara toprak doyuracak. Biz “Su Terazisi” kitabının internetteki kısa tanıtımına bir göz atıp sevgili Özcan’ın “umursamak/umursamamak” konulu konuşmasına bakmaya devam edelim.

“…Yoksulluğun ve eşitsizliğin aşındırıcı etkisini insanlar sezgisel olarak her zaman hissetmiştir. Toplam nüfuslar üzerinden bakıldığında, akıl hastalıkları oranları en eşitsiz ülkelerde en eşit olanlardakinin beş katıdır. Daha eşitsiz toplumlarda insanların ceza evine girme olasılığı beş kat, klinik olarak şişman olma olasılığı altı kat fazladır. Madde kullanımı ve cinayet oranları ise bundan kat kat yüksektir. Oysa toplumları bunca anormal davranışın kıskacından kurtarmanın yoluna ilişkin yeni, inandırıcı ve bütünlüklü bir tablo yaratmak artık mümkündür. Doğru bir kavrayış, hem siyasette hem de hepimizin yaşam kalitesinde bir dönüşüm yaratabilir. Sadece gelir ve gelir dağılımıyla değil, aynı zamanda çeşitli sağlık sorunları ve sosyal sorunlarla ilgili karşılaştırılabilir uluslararası verilerin ışığında hazırlanan Su Terazisi, gelir farklılıklarının, birbirimizle kurduğumuz ilişkileri güçlü bir şekilde etkilediğini gösteriyor…”

Sarı hoca “…Umursamayacağım… Neyi umursamayacaksın birader ?Bana bir tane umursamayacağınız şey gösterin, bir mesele söyleyin ya Allah aşkına. Ben de rahat edeyim…” deyince salondan “doğru söylüyor” sesleri yükseldi. Hoca destekten memnun devam etti. “Ben genelde sonuca ulaşmak için olaylara tersten bakarım. Baştan baktın mı bitmiyor; ucu gelmiyor”. Özcan’ın bu sözleri bana 1972 yılında Enstitü kütüphanesinde rahmetli Prof.Dr.İbrahim Karaca‘nın sözlerini anımsattı. Üç aylık Fitopatoloji Kursunu bitirmiştik. Ben, Komser Osman (Yalçın), Adana’dan Kenan, Ankara ve Samsun Enstitülerinden iki arkadaşa rahmetli Karaca öğüt veriyordu. Aklımda kalanı hep şu sorusu olmuştur: “Nasrettin Hoca eşeğe neden ters binmiştir ?”. Her birimiz kendi görüşümüzü aktardıktan sonra hoca bu örnekle şu mesajı vurgulamıştır: “Olayları çözümlemekte başarısız olursanız bir de tersten bakmayı deneyin”. Çok doğru. Yıllar sonraydı (1994 !). Özel sektör çerçevesinden IPM (Bütünleşik Zararlı Yönetimi) e bakarken,  bitki koruma pazarına ilaç satmak, sorunları ilaç kullandırarak çözümlemek, para kazanmak, kâr etmek sektörün varlık nedeni olan bu önlemlerden önce ilaç dışında diğer çareleri kullanmak için yola çıkarken ben de Nasrettin Hoca metodunun önemini bizzat anlamıştım. Bunun için de Prof.Kendrick’in tarzını hiç unutmadım. Prof.Kendrick’e “IPM nedir ?” diye sorduklarında hoca “IPM ne değildir; önce onu açıklayayım” diye sözlerine başlardı.

Daha fazla söze gerek yok. Filmde Özcan’ı izlerseniz elli yıllık mesleğin ve yetmiş yıllık yaşamın geç kalmış manifestosunda aslında beş halkanın da mesajları çok net, çok güzel. Eşlerin disipline etme gayretleri de (Ersin ve Yıldırım’da olduğu gibi) ise yaşam gölündeki çırpınışlar sırasında işin cilvesi; yaşamın renkleri. Bir boya reklamını anımsayın. Renkleri alıverirseniz ne kalır yaşamda ? Koca bir “Hiç”. Hem de gerçek bir “hiç”.

Sağlık ve esenlik dileklerimle yolunuz açık ve aydınlık olsun.

Öykücü